Kategori arşivi: Genel

Ekonomide Dört Kapı Kırk Makam: (K)apısal Reform…

Son on yıldır bu sitenin yazarı da dahil kimselerin dilinden düşmüyor… Bir ‘şahika’, bir ‘nirvana’, adeta ‘kemalat’, ekonomide bir ‘kızıl elma’ yapısal reform. Tabii bundan önce ‘mali disiplin’ ve ‘mali kural’ vardı. ‘Orta gelir tuzağı’nı da unutmayalım.

Yapısal reformlar dilden düşmeyince ister istemez aklıma geldi, psikolojide bir kural olduğu söylenir: Bir özelliğinizin çok altını çiziyorsanız, orada bir sorun var demektir. Bu hipoteze göre, mesela sürekli dürüstlükten dem vuruyorsanız, aman yalana dolana, hırsızlığa dikkat… ‘Ben çok açık sözlüyüm’ lafını sık mı tekrarladınız, arkadan iş çevirme, dedikodu yapma potansiyeliniz yüksek demektir.

Ekonomide Dört Kapı Kırk Makam: (K)apısal Reform… yazısına devam et

Ba(ğ)zı Milletlerin Zenginliği…

 

Adam Smith’in ‘Milletlerin Zenginliği’ (https://tr.wikipedia.org/wiki/Uluslar%C4%B1n_Zenginli%C4%9Fi) kitabı liberal ekonomi teorisinin önemli referanslarından biri. Hala atıf yapılan bir kült kitap. Çin menşeli otomobillere ek vergi getirilmesinden sonra bir ‘yanlış okuma’ kurbanı vakasıyla daha karşı karşıyayız diye düşündüm.

A.Smith’in mikro ekonomiye ilişkin önermelerinden başka, uluslararası iktisatla ilgili söyledikleri de kıymetli aslında. Uluslararası serbest ticaretteki kısıtlamaların bulunmadığı bir dünyada, ticarete taraf olan tüm milletlerin zenginlikten nasibini alacağını yazıyor. Şahsen katıldığım bu görüş, her ne hikmetse, uluslararası ticaret hadlerinin merkez ekonomiler lehine olmadığı hallerde geçerli kabul edilmiyormuş!  Ba(ğ)zı Milletlerin Zenginliği… yazısına devam et

Akim Bir Teşebbüs Daha: Tobin Vergisi Rafa Kalktı…

Yeni vergi önerilerinin ortaya atılması, ekonomik kriz dönemlerinde sık rastlanan bir olgudur. Türkiye’de son yıllarda en fazla dile getirilen yeni veya ek vergi önerileri gayrimenkulle ilgili olanlardı. ‘Birden fazla konutu olanlardan alınacak ek vergi’, ‘gayrimenkul değer artışından alınacak ek vergi’ vb. Konu mali piyasalardan elde edilen gelirler olduğunda ise KKM’ye tanınan avantajın kaldırılması, mevduattaki stopajın oranı tartışmalarının dışında pek bir hareket görülmedi.

Son öneri, borsada alım-satım üzerinden alınması tasarlanan ‘işlem vergisi’ niteliğinde bir vergileme teşebbüsüydü. Geçmişte gelişmekte olan ülkelerde ‘carry trade’in zararlarını minimize etmek için gündeme gelmişti.

Yanlış hatırlamıyorsam Brezilya’ya yönelik fon akımlarıyla ilgil olarak kullanılmıştı: Çok düşük oranlı, borsadan kazanılan gelir üzerinden değil de yapılan işlem tutarı üzerinden alınan bir vergi türü (https://tr.wikipedia.org/wiki/Tobin_vergisi).

Türkiye’ye yönelik fon akımlarının desteklendiği bir dönemde gündeme getirilmesi ilginç. Türkiye ekonomisinin risk primi henüz GOÜ’lerin ortalamasının üzerinde. CDS alternatif ülkelerle aynı seviyeyi görmeden, yani işler düzelmeden, ancak sembolik bir gelir getirebilecek bir vergi ihdas edilmeli mi, tartışılır (https://tr.investing.com/rates-bonds/turkey-cds-5-year-usd)

Gelir dağılımının bu denli dramatik bir biçimde bozulduğu, kamu açıklarının böyle arttığı bir dönemde, aynı anda sermaye girişine ihtiyaç duyulması, mali piyasalara yönelik vergileme teşebbüslerini akim kılıyor. Carry trade sürecinin içinde “atılan taşın ürkütülen kurbağaya değmemesi” sorunu dikkate değer. Zira, Tobin Vergisi öncelikle gelir amaçlı bir vergi türü değil.

Türkiye’de bu tür teşebbüsler genelde yeni vergi mükellefleri veya yeni vergi ihdası yoluyla değil daha çok -maliyeci tabiriyle- ‘kümesteki kazlara’ yönelik oran artışlarıyla sonlanır.

Olağan şüphe, Gelir ve Kurumlar Vergileri’nde olası bir asgari tutarın, oranın belirlenmesidir. Bir dönem uygulanan ve çok şikayet edilen Hayat Standardı Esası benzeri çalışmalar farklı şekilleriyle gündeme gelebilecektir. Kurumlar Vergisi’nde ise ciro ile matrah arasında kurulabilecek bir oran/orantı hesabı beklenebilir.

Sözün özü: Yapılırsa yanlış olur.

Kıtmir’mi Kerberos mu ?

Başıboş sokak hayvanlarının sahiplenilmesi veya uyutulması ile ilgili tartışmanın tansiyonu  zaman zaman yükseliyor. Köpeği mundar kabul edeni de gördüm, köpeğinin ısınamadığı insanı “yaramaz” kabul edeni de.

Kuran’dan mülhem (Kehf  Suresi; Ashabı Kehf; https://kuran.gen.tr/kehf-suresi-turkce-diyanet-meali?x=s_main&y=s_middle&kid=1&sid=18) ilginç bir tevafukla “ uyuyanlar”a  eşlik eden Kıtmir’le eski Yunan’ ın üç başlı Kerberos’u (https://tr.wikipedia.org/wiki/Kerberos) aynı sepete koymak doğru değil.

Çeteleşmiş saldırganlıkla, apartmanın önünde sakince oyalanan köpeği ayırt edemiyoruz. Bu toptantıcılıkla hiç bir sosyal sorunun çözülemeyeceğini düşünüyorum.

Ömrümüz ;Hayranlık veya karşıtlık , yandaşlık veya muhaliflik , kör inanç veya inanç karşıtlığıyla geçti, geçiyor.

Önce bir uyuyanları uyandıralım sonra kimi , neyi uyutacağımıza karar vermek daha kolay olacak.

 

Türkiye ekonomisi ‘taburcu’ olabilecek mi ?

Türkçenin ilginç deyimlerinden biri de “taburcu” olmak. Hastaneden çıkabilecek kadar iyileşebilmiş, tedavisi kısmen veya tamamen tamamlanmış hastalar için kullanılageliyor. Türkiye’de hastaneler ilk defa askerî amaçla kurulduğundan, kelimenin çıkış noktası cihet-i askeriyeden… Hastamız iyileşti; artık revirden çıkıp tabura dönebilecek, görevlerini yerine getirebilecek durumdadır anlamında…

Memleketimizin ekonomisi söz konusu olduğunda “taburcu” olmak, istikrara kavuşmak anlamında düşünülebileceği gibi etrafımızdaki ateş halkasına bakılırsa aynı zamanda “savaşa hazır olmak” manasında da kullanılabilir.

Türkiye ekonomisi ‘taburcu’ olabilecek mi ? yazısına devam et

‘Tarihin Sonu’ndan ‘Sonun Tarihi’ne…

Pandemi ve doğadaki dengesizlikler , ekonomik değişimlerle bir araya geldiğinde gidişatın anlamlandırılmasında yeni denemeler yapılması gerektiği anlaşılıyor.

Savaşlar , hammaddelerdeki fiyat artış-düşüşleri, rejim bunalımları yaygın haldeyken olanlar arasında bir illiyet bağı – nedensellik- veya benzerlik olduğu şeklindeki yorumlar artıyor.

Fukuyama’nın bu yazının başlığına ilham veren kitabı henüz 1990’ların başında Doğu Bloku’nun yenilgisi tescil edilir edilmez yayınlanmıştı. Liberal demokrasiyi o günkü haliyle ‘insanlığının görüp göreceği en iyi uygarlık modeli budur’ seviyesine çıkaran kitap epey ses getirmişti. Huntington’un ‘Medeniyetler Çatışması’ kitabı 1988 ‘de yayınlandığına göre zorlama bir yorumla ‘medeniyetler çatıştı ve Batı ittifakı ekonomisiyle ve kültürüyle bu çatışmanın galibi oldu’ diyen bir düşünce akımının ortaya çıktığını mı anlamalıydık? ‘Tarihin Sonu’ndan ‘Sonun Tarihi’ne… yazısına devam et

Güncel Gelişmeler Işığında Davranışsal İktisattan, Kavranışsal İktisada…

Son yıllarda çok satan kitaplar, dizi ve filmlerde kısacası popüler kültürde psikoloji ve psikiyatri ‘moda’ hâline geldi.

Bilim, gündelik hayata meze yapılan bir kültür endüstrisi ürününe dönüştürülüp kitleselleştikçe, neredeyse bir ‘mistifikasyon’ etkisi yaratıyor. Başka bir bakış açısına göre popülerleşen bilim, ‘mistifikasyon’ ihtiyacını karşılıyor ya da Kafkaesk bir yorumla gündelik hayattaki başa çıkılması güç unsurları açıklayarak ortalama bireye geçici bir bilgelik(!) deneyimi yaşatıyor.

Ekonomide son yirmi-otuz yılda Nobel Ödülü alan iktisatçıların davranışsal ekonomi konusunda çalışıyor olmaları da bu durumla ilişkili olsa gerek.

Davranışsal iktisadın revaç bulmasının bir nedeninin de iktisat teorisinin başlangıçtaki yanlış kabulleri olduğunu düşünüyorum.

‘İnsan rasyonel bir varlıktır’ ya da ‘İnsan ekonomik davranışlarını ihtiyaç ve kaynaklar arasında yaptığı tercihlerle çıkarını maksimize edecek şekilde yapılandırır’ gibi varsayımlar, klasik ekonominin mottosudur. Hâl böyle olunca, klasik iktisat, tümevarım yoluyla devletin ekonomiye müdahalesini, hatta bizzat devleti ‘zorunlu bir fenalık’ olarak gören anlayışları beslemiştir. Güncel Gelişmeler Işığında Davranışsal İktisattan, Kavranışsal İktisada… yazısına devam et

Yeni bir salgın: İnfodemi

Otoriter yönetimlerin kontrolündeki medya organları aracılığı ile yaygınlaştı: ‘Yanlış Bilgi Salgını’.

SSCB dönemindeki Pravda Gazetesi buğday üretiminin bir yıl öncesine göre, mesela %100 arttığını duyururdu. Mao döneminde bürokratlar, üst yönetimin korkusuyla tarım üretimi rakamlarının sonuna sıfır ekleyip (yani 10’la çarpıp) Pekin’e gönderirdi.

Batı Dünyası da sanki ülkelerinde süper zenginlerden başkası yaşamıyormuşçasına, kapitalizmin refah sağlayan tek yönetim modeli olduğuna inandırmaya çalışırlardı kamuoyunu.

Piyasa ekonomisi rakipsiz kalınca, bu defa ödeme gücü araçları ve güvenlik sektörü üzerinde yoğunlaşan bir bilgi-yorum yanlışlığı salgını başladı.

Yeni bir salgın: İnfodemi yazısına devam et

Lider kalitesi ve Likidite

Son yıllarda Batı demokrasisinin başat aktörlerinin siyasi yönetici seviyesinde bir erozyon yaşandığı ortada. ABD’de Trump, Birleşik Krallık’ta Johnson, Fransa’da Macron derken AB’deki yönetim krizleri de hesaba katılırsa siyasi iradesinde kalite sorunu yaşayan ekonomilerin Dünya gayri safi hasılasının %50’sini geçtiği söylenebilir.

II. Dünya Savaşı öncesinde de benzer bir sorun olduğunu hatırlayalım.

Musollini, Hitler, Stalin ve Franco’nun aynı anda önemli ekonomilerin siyasi temsilinde bulunduğu dönemin ardından yaşanan savaşı, bir kenara yazalım.

2008’deki Küresel Kriz’in çözüm şekli ile 1929’daki Büyük Buhranı çözüm şekli arasındaki benzerlikleri not edelim.

Covid-19 sonrasında ortaya çıkan ek sorunları mevcut denkleme ekleyelim.

Dönemlerin teknolojik imkanları ve rejim farklılıkları bir yana iki sorunlu dönemde de sorunların  tüketim artışının desteklenerek hatta 2. Dünya Savaşı’nda işin kolayına kaçıp “zorunlu toplu tüketim” sayesinde çözülmeye çalışıldığı anlaşılıyor.

Ekonomideki talep açığı ile Batı Demokrasilerinin popülist çözüm yöntemleri arasında bir korelasyon olduğu varsayılırsa aynı korelasyonun lider kalitesi ile de bulunduğu varsayımı yanlış olmayacaktır.

Popülist çözüme yatkın bir liderlik yönetim kalitesinde ek bir devalüasyona yol açtığında yönetimlerin diğer politik sorunlara yaklaşımı da değişip krize yol açıyor.

Yönetim kalitesinin düşmesi sadece para arzını, borçlanma araçlarındaki çeşitliliği değil ‘düşman’ sayısını da artırıyor gibi görünebilir.

Ağır ekonomik bunalımlara geçici likidite numaralarıyla cevap verip iktidarda kalmayı beceren liderler sorunlar ağırlaştıkça imkan bulurlarsa otoriteryanizmin kapısını da çalıyorlar. Sermaye kontrolleri, vergi artışları, ideolojik ayrımın eleştirilmesi ve cezalandırılması gibi…

Bir kısmı sanal bile olsa yönetimler, göçmenler, sağlık ve çevre sorunları gibi pek çok konuda ‘öteki’ni suçlayan yollara sapmayı tercih ediyorlar. Herkes aynı anda lider kalitesini devalüe ettiğinde tıpkı kur politikasındaki gibi değer yitimi artık rekabet avantajı sağlamaz olup daha düşük kaliteli lidere gereksinim duyulur hâle geliniyor.

Krizler Dünya Liderliğinin Coğrafi Merkezini Değiştiriyor

Başlangıçtaki varsayımımızı aynı örnekle devam ettirelim.

II. Dünya Savaşı öncesinde 1936’ya dek süren teşhis ve tedavi sorunu Keynezyen iktisadın çözüm önerisi ile billurlaşınca, dönemin teknik olanakları gereği tüketicilere bugünkü gibi tek tek ödeme gücü zerk etmek güç olduğundan, kamu harcama politikalarına ağırlık verme önerisi yanlış anlaşılıp(!) kriz bir Dünya Savaşı ile sonuçlandı demiştik.

Savaş sonrası ekonominin merkezi ABD’ye kaydığında, ABD ekonomisinin gücü savaş öncesi çeşitlendirdiği endüstrisi ile tüketim gücüne sahip geniş nüfusuydu. Bugünün krizinde ekonominin ve politikanın merkezi gücünü yine aynı benzerlikle Çin ve Rusya gibi geniş nüfus yapısı ile endüstriyel gücü bir araya getiren ‘reel’ ekonomik güçler temsil edebilecek seviyeye gelmiştir.

Hammadde üretimini de kapsayan bu üçlünün Asyatik vurgusunu birer  ‘demokratik’ devlet olarak Türkiye ve Almanya dengeleyebilir.

Kriz sonrası dönemin olası iktisadi-siyasi liderlik potansiyellerine bir başka yazıda değinebiliriz.

Covid’le sayısı artan yeni bir iktisadi ünite: ‘(T)üretici’

Türkiye’den bahsedersek internet alışverişinin ne kadar hızlı arttığı bir haber değeri bile taşımıyor. Bundan daha önemlisi internet alışverişini tercih edenlerin giderek alışveriş tutarını artırması. Artan alışveriş sayısı ve harcama tutarına ek olarak e-ticarete konu olan mal ve hizmetlerde de doğal olarak bir çeşitlenme gözlemleniyor. Bu çeşitlenme B2B
(şirketten şirkete), B2C(şirketten tüketiciye), C2C (tüketiciden tüketiciye) gibi varyanslarıyla e-ticaret kanalının evrimleşmesine yol açtı (https://www.iyzico.com/blog/b2b-b2c-ve-c2c-nedir-arasindaki-farklar-nelerdir/) Bugün yoruma ihtiyaç duyulan başka bir değişim ise tüketicinin artık tüketim amaçlı ürün icad edip bunu talep etmesi anlamına gelen (t)üretici aşamasına geçiş olmalı. Yani: ‘C2B’

J.Babtiste Say’ın (https://tr.wikipedia.org/wiki/Jean-Baptiste_Say) Mahreçler Kanunu’nu hatırlayalım: ‘Her arz kendi talebini yaratır’ demişti Say.  1929 Bunalımı ile hızlıca rafa kaldırılan bu yaklaşım artıkher talep kendi arzını yaratır’ olarak okunmalı.

Covid’le sayısı artan yeni bir iktisadi ünite: ‘(T)üretici’ yazısına devam et