Etiket arşivi: abd

Keynes’ten Galbraith’e, Oradan Acemoğlu-Robinson İkilisine

İktisat politikalarının eleştirisinde popüler olan iki isim Robinson ve Acemoğlu ikilisi. Liberal değerlere sahip olup piyasa ekonomisinin işleyiş sorunlarına ilişkin eleştiri getirebilen biri Türk kökenli bu iki yazarın zamanla olgunlaşan tavrında, Galbraith’in 50-60 yıl öncesine, Keynes’in de 85-90 yıl öncesine ait eleştiri atmosferi yaratma becerisini gördüm diyebilirim.

Galbraith bir süre ABD adına büyükelçilik yapmış Kanada kökenli bir Amerikalı. Profesör J.K. Galbraith’in Eski Kurumsalcı Okul’a dahil iktisatçılar arasındaki adının sık anılır olması yönetimlerde doğrudan rol almasından kaynaklanıyor olabilir. Hiçbir zaman ezberlerle hareket etmeyen, büyük şirketlerin yol açtığı tekelleşme eğilimini, sendikaların beklenmeyen etkilerini sistemin içinden eleştiren, ülkelerin kendilerine özgü ekonomik politikalar oluşturmaları gerektiğini söyleyen bir isim. Keynes’ten Galbraith’e, Oradan Acemoğlu-Robinson İkilisine yazısına devam et

Lider kalitesi ve Likidite

Son yıllarda Batı demokrasisinin başat aktörlerinin siyasi yönetici seviyesinde bir erozyon yaşandığı ortada. ABD’de Trump, Birleşik Krallık’ta Johnson, Fransa’da Macron derken AB’deki yönetim krizleri de hesaba katılırsa siyasi iradesinde kalite sorunu yaşayan ekonomilerin Dünya gayri safi hasılasının %50’sini geçtiği söylenebilir.

II. Dünya Savaşı öncesinde de benzer bir sorun olduğunu hatırlayalım.

Musollini, Hitler, Stalin ve Franco’nun aynı anda önemli ekonomilerin siyasi temsilinde bulunduğu dönemin ardından yaşanan savaşı, bir kenara yazalım.

2008’deki Küresel Kriz’in çözüm şekli ile 1929’daki Büyük Buhranı çözüm şekli arasındaki benzerlikleri not edelim.

Covid-19 sonrasında ortaya çıkan ek sorunları mevcut denkleme ekleyelim.

Dönemlerin teknolojik imkanları ve rejim farklılıkları bir yana iki sorunlu dönemde de sorunların  tüketim artışının desteklenerek hatta 2. Dünya Savaşı’nda işin kolayına kaçıp “zorunlu toplu tüketim” sayesinde çözülmeye çalışıldığı anlaşılıyor.

Ekonomideki talep açığı ile Batı Demokrasilerinin popülist çözüm yöntemleri arasında bir korelasyon olduğu varsayılırsa aynı korelasyonun lider kalitesi ile de bulunduğu varsayımı yanlış olmayacaktır.

Popülist çözüme yatkın bir liderlik yönetim kalitesinde ek bir devalüasyona yol açtığında yönetimlerin diğer politik sorunlara yaklaşımı da değişip krize yol açıyor.

Yönetim kalitesinin düşmesi sadece para arzını, borçlanma araçlarındaki çeşitliliği değil ‘düşman’ sayısını da artırıyor gibi görünebilir.

Ağır ekonomik bunalımlara geçici likidite numaralarıyla cevap verip iktidarda kalmayı beceren liderler sorunlar ağırlaştıkça imkan bulurlarsa otoriteryanizmin kapısını da çalıyorlar. Sermaye kontrolleri, vergi artışları, ideolojik ayrımın eleştirilmesi ve cezalandırılması gibi…

Bir kısmı sanal bile olsa yönetimler, göçmenler, sağlık ve çevre sorunları gibi pek çok konuda ‘öteki’ni suçlayan yollara sapmayı tercih ediyorlar. Herkes aynı anda lider kalitesini devalüe ettiğinde tıpkı kur politikasındaki gibi değer yitimi artık rekabet avantajı sağlamaz olup daha düşük kaliteli lidere gereksinim duyulur hâle geliniyor.

Krizler Dünya Liderliğinin Coğrafi Merkezini Değiştiriyor

Başlangıçtaki varsayımımızı aynı örnekle devam ettirelim.

II. Dünya Savaşı öncesinde 1936’ya dek süren teşhis ve tedavi sorunu Keynezyen iktisadın çözüm önerisi ile billurlaşınca, dönemin teknik olanakları gereği tüketicilere bugünkü gibi tek tek ödeme gücü zerk etmek güç olduğundan, kamu harcama politikalarına ağırlık verme önerisi yanlış anlaşılıp(!) kriz bir Dünya Savaşı ile sonuçlandı demiştik.

Savaş sonrası ekonominin merkezi ABD’ye kaydığında, ABD ekonomisinin gücü savaş öncesi çeşitlendirdiği endüstrisi ile tüketim gücüne sahip geniş nüfusuydu. Bugünün krizinde ekonominin ve politikanın merkezi gücünü yine aynı benzerlikle Çin ve Rusya gibi geniş nüfus yapısı ile endüstriyel gücü bir araya getiren ‘reel’ ekonomik güçler temsil edebilecek seviyeye gelmiştir.

Hammadde üretimini de kapsayan bu üçlünün Asyatik vurgusunu birer  ‘demokratik’ devlet olarak Türkiye ve Almanya dengeleyebilir.

Kriz sonrası dönemin olası iktisadi-siyasi liderlik potansiyellerine bir başka yazıda değinebiliriz.

Ticaret Savaşları-2

Bir kaç yıldır Avrupa ve Amerika‘da radikal sağ seçmenin siyasal tercihleri etkili oluyor. Bu konu defalarca tartışıldı. Nedenleri üzerine epey kalem oynatıldı. Küresel krizle birlikte başlayan işsizlik dalgasının göçmen karşıtı politikaları güncelleştirmesi normal karşılanmıştı. Global krizin etkileri giderildikçe radikal sağın merkeze yaklaşması beklenirken hiç de öyle olmadı. Aksine ‘radikalizm demokrasiyi tehdit eden ya da yozlaştıran seviyede etkisini artırıyor’ bile denilebilir. Bu tespitin en yeni kanıtı ‘ticaret savaşları’ olmalı. Kazananı olmayan bu savaşın en büyük savunucusunun da ABD. Ticaret savaşlarının asıl ilginç yanı da zaten rüzgarın ters yönden esiyor olması. En çok dış ticaret açığı veren olarak ABD‘nin kendi tükettiği malı pahalılaştırmasıyla sonuçlanacağı belli. Regülasyon seviyesi arttıkça, ABD‘liler geçici bir ulusal gurur kazandırdıktan sonra maliyet artışlarıyla birlikte futbol literatürümüzden emanet alarak kullanırsak ‘şerefli mağlubiyetler’ zincirine bir halka ekleyecek. 

İşin kötüsü AB de ABD‘ye ayak uydurup Avrupa‘ya uygulanan gümrük vergilerinin ABD‘ye aynen uygulanmasına ilişkin yapacağı oylamayla (mütekabiliyet) muhtemelen ticaret savaşlarındaki cepheyi genişletecek. 

Dış ticaret açığını azaltıp öte yandan ürün maliyetini artıracak savaşların olası başka etkilerinden biri toplum psikolojisinde görülecektir. Türkiye’nin de içinde bulunduğu, dış ticaret açığını yine dış tasarrufla (açığını yine fazla malı aldığı ülkeden aldığı borçla) finanse eden ülkeler için farklı bir ekonomik ve siyasi tablo oluşacağı kesindir. 

İktisaden eski günlerdeki gibi ithal ikameci günlere dönmek, ithalatı azaltmak hatta önlemek için ağır vergi yükleri ve yasaklar uygulamak kolay değil. İthal edilen pek çok ürünü yurt içinde üretmek için de bir dizi yapısal reform hemen şimdi uygulanmaya başlansa ancak yıllar içinde sonuç verebilecektir.  

Her ne önlem alınırsa alınsın, Dünya ticaret hacmi daraldığında Dünya’daki refah azalacağına göre bugünkü siyasal tercihlerin keskinleşeceğine hükmetmek mümkün görünüyor. Bugünün Dünya’sında refahı ve istihdamı tehdit ettiği düşünülen göçmenler ve mülteciler refah kaybıyla birlikte daha da ‘katlanılamaz’ olduğu düşünülen insanlar olacaktır.  

Gelişmiş ekonomilerde göçmen politikaları ve gümrük duvarları sertleştikçe sadece ithal edilen mal ve hizmetlerin değil işgücü maliyetlerinin de yükseleceği unutulmamalıdır. Fiyatlar genel seviyesindeki yükselişe Merkez Bankalarının sıkı para politikaları eşlik ederse resesyon, hükümetler popülist davranıp para musluklarını gevşetirse enflasyon veya stagflayon çanları çalmaya başlayacaktır. 

Gelir Dağılımı… 

Endüstriyel kapitalizm öncesinde ülke içi gelir dağılımları ne derece kötüyse, liberalleşme rüzgarlarıyla gelir dağılımı sorunu aynı derecede üçüncü dünyaya, daha az gelişkin ekonomilere taşınmıştı. Kalkınmış ekonomiler, sosyal politikalarıyla gelir dağılımındaki sorunları gidermeye çalışmışlardı. Üretim maliyeti, gelişmekte olan ülkelere, üçüncü dünyaya taşınmıştı. Ticaret savaşlarıyla birlikte gelir dağılımı sorunlarının yeniden içselleştirilmesi merkez ekonomilerine taşınması muhtemeldir. Bu sorun ise siyasi görüşlerin pluralizmden uzaklaşmasını bir kez daha hızlandıracak bir problem olacaktır. 

Türkiye… 

Türkiye ekonomisinin son yıllarda karşı karşıya kaldığı sorunlar ‘ticaret savaşları’na hazırlığını belirli bir toplumsal farkındalık ekseni üzerinde tutmuştur. Milli para ile uluslararası ticaret, savunma sanayinde iç tedarik oranının artırılması, enerji ve dış politikada kendine özgü bir çizginin var edilmesi, farkındalıkları siyasi ve idari organizasyon düzeyinde kurumsallaştırma aşamasına getirmiştir. 

Bu bakış açısıyla toplum psikolojisi ve siyasi bakımdan hazır olan atmosferin iktisat politikalarıyla özellikle üretim yönüyle desteklenmeye ihtiyacı vardır. Seçim sonrasındaki ekonomi gündeminde üretim yapısının ayrıntılı olarak gözden geçirilmesi gerekmektedir. Özellikle emek ve sermaye verimliliği konusundaki analizlere odaklanılması ekonominin geleceği bakımından önemlidir. Sermaye kısıtları altında, emek verimliliğine dayalı, girişimciliği, genç ve kadın istihdamını destekleyen yeni bir üretim fonksiyonunu var edebilmek, Türkiye’nin geciktiği bir iktisadi reform çağını başlatabilmesi ile mümkündür.  

Savaş ve Barış

Woody Allen’ın Tolstoy‘a ait Savaş ve Barış romanı üzerinden yaptığı hızlı okuma şakası herkesin malumudur: ‘Hızlı okuma kurslarına katıldım. Ardından Savaş ve Barış’ı okudum. Olay Rusya’da geçiyor’.   

Jeopolitik sorunların karmaşık hâle gelmesi popüler kültür mecralarını dahi yakın bir vadede ‘3.Dünya Savaşı‘nın başlayacağına ikna etmiş görünüyor.

Kanıksandıkça bayağılaşan ‘analizler’in ortak yanı tarihsel tecrübelerden yeterince yararlanmamaları olabilir. Yoksa, evet, ufukta bir savaş görünüyor olabilir. Daha doğrusu ‘bu denli biriken çelişki, çözümsüz kaldığı düşünülen gerilim ancak bir savaş yoluyla giderilebilir’ diye düşünmek yanlış olmayacaktır.

Fakat atlanmaması gereken bir konu daha var: Olası bir 3. Dünya Savaşı‘ndan sonra bir daha büyük bir savaşın yaşanamayabileceğini, uygarlığın biriktirdiği risk, çelişki ve silah stoğunun yeniden denge kurmaya değil kendini yok etmeye yetecek kadar aşırılık taşıdığını da hesaba katmak gerekir.

Tarih, savaşa son veren savaşlardan çok barışa son veren barışlarla doludur. 

Merkantilizm hatıratı

Ticaret savaşları ile başlayan gerginliğin savunma doktrinlerinde değişikliğe yol açması muhtemeldi. Belki de savunma politikalarındaki değişiklik ticaret savaşları ile birlikte kurgulanmıştı. ‘Tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan çıktı?’  demek yerine merkantilist iktisat geleneğinin geçmişte yol açtığı sorunlara göz gezdirmekte yarar görülebilir.

Merkantilizm‘in bugünkü soruna özgülenerek yorumlanması halinde, ‘dış ticaret fazlası’ sağlamaya yönelik iktisat politikalarının başat ülke ekonomilerine yön vermesinin, ticaret yolunun Atlantik üzerinde yoğunlaşması ile başladığı hatırlanacaktır. Savaş ve Barış yazısına devam et

Ticaret Savaşları

2008 krizinden sonraki finansal genişleme sona erdi. Piyasa ekonomisinin bayraktarlığını yapan ABD artık parasını da piyasasını da koruma duvarlarıyla örmeye başladı. Dolar, faiz artırımlarıyla, mal piyasası, gümrük vergileriyle savunulacak.

Ticari korumacılık artmadan önce işaretleri verilmeye başlanmıştı ama Dünya ekonomisindeki iyimserlik rüzgârları ağır basıyor, politik beyanlarda bulunan satır arası gerçeklikleri gölgeliyordu. Örneğin Trump seçim öncesi sadece gümrük değil fiziki duvarlar da öreceğini söylediği göçmen politikası ile ilgili vaatleri ile bugünkü politikanın ipuçlarını açık-seçik deklare etmişti.

Neyse ki bu süreçte, İtalya hariç, Fransa, Hollanda ve Almanya seçimlerindeki milliyetçi söylemler sandığa yansımadı. Trump alışılagelenin aksine vaatlerini yerine getirme konusunda son derece kararlı görünüyor. Kudüs kararında olduğu gibi göçmen politikasında ve vergilerin indirilmesinde de ciddi adımlar attı. Son olarak ticari korumacılık konusundaki tavrı bu bakımdan şaşkınlık yaratmamalı. Ticaret Savaşları yazısına devam et

Politika Bienal’i mi takip ediyor: ‘İyi Bir Komşu’

15. İstanbul Bieaneli’nin teması ‘İyi Bir Komşu sanat aracılığıyla insanları ‘komşuluk’ ve ‘iyi komşuluk‘ üzerine düşündürmeyi amaçlıyor. Ama Türkiye gibi bir ülke söz konusu ise iyi ‘bir’ komşu yetmez. İyi ‘birkaç’ komşuya ihtiyaç duyulur.
Bienal’de iyi bir komşu fikri elbette tek bir sanat dalı tarafından işlenmiyor. Resim, müzik, enstelasyon, video, fotoğraf gibi pek çok dal söz konusu temanın etrafında zihinsel bir örgü yaratmaya çalışıyor. İyi birkaç komşunun tek bir alanda, Batı karşıtlığında bir ortalamaya sahip olması da yetmez; başka ortaklıklar, ekonomiden sanata, milli değerlerden manevi değerlere, finans, yönetim üslubu gibi pek çok alanda bir ortak yaşam anlayışı gerekiyor ki yeni paktlar üzerine bir dış siyaset takip edilebilsin. İç siyaset de yeni dengeye uyum sağlasın.    

Kusura bakmayın ama bu kriz savaş çıkarır!

Soğuk Savaş yoksa hiç bitmedi mi?Yanlış hatırlamıyorsam lisans eğitimi sırasında, nükleer silahlanmanın etkileri ile ilgili bir kompozisyon yazmamız istenmişti. Yaşımız itibariyle muhtemelen bir parça marjinal görüşler yazıp ukalalık yapmak gayretiyle, “nükleer silahlanma yarışı barışı korumaya yardımcı olur” diye yazmış “çünkü çift kutuplu bir dünyada hiçbir ülke bu boyutta yok edici silahları kullanmaya cesaret edemez” diye de devam etmiştim.

O vakitler son demlerini yaşayan Doğu Bloğu ile başını ABD’nin çektiği Batı, nükleer silahlanma yarışındaydı. Zaman zaman, iki bloğun sahip oldukları silahları kullanmaları halinde menzillerinin nerelere kadar ulaşacağı, hangi kentlerin bir anda yok olabileceği gazetelerde hem de renkli grafiklerle gösteriliyordu. Bering Boğazı ile Alaska sınırlarında gösterilen SSCB denizaltılarından atılacak bir füzenin Washington’a hangi hızla ulaşabileceği; radarda tespit edilen bir Rus füzesine karşılık ateşlenecek bir ABD füzesinin diyelim ki Moskova’daki insan yaşamını nasıl sona erdireceği konusu özellikle yaz aylarında haber sıkıntısına düşen gazetecilerin, olası bir Türk-Yunan savaşından sonraki ilk akla gelen konusuydu. Kahvehanelerde, emekli amcalar siyasi eğilimlerine göre kül tablasını Varşova Paktı, sigara paketini NATO kuvvetleri olarak resmeder; çakmak Rus denizaltısı olur, attığı balistik füze Manhattan’ın ortasına düşünce, sigara paketi masadan alınıp sehpanın üzerine konulurdu. Kusura bakmayın ama bu kriz savaş çıkarır! yazısına devam et

“El Elin Eşeğini Türkü Söyleyerek Arar”

Peki eşek ne yapsın?Krizden önce “felaket tellallığı” ile suçlanan bu satırların yazarı, kriz çıktı diye sevinecek değil. Ortada genel bir sorun varsa bundan herkes gibi biz de etkileneceğiz. Aklıma 1999 depreminden sonra yapılan yorumlar geliyor. Bir bilim adamı; “Çok güzel bir deprem oldu, büyük bir depremin tüm aşamalarını gözlemleyebildik” mealinde sözler söylemişti. Gülelim mi, ağlayalım mı şaşırmıştık. “El Elin Eşeğini Türkü Söyleyerek Arar” yazısına devam et

Bizde Böyle… Her şey Özelleştirilir, Kriz Kamulaştırılır

ekonomik krizLafın sonuna geldik. Zamanında yazdık, bitirdik, hatmettik. Fakat, asıl şimdi krizle ilgili değerlendirme yapmak farz oldu. Bu iş böyledir. Bir sene kriz yazarsınız. Ama, komşu teyzenin oğlu fabrikadaki işinden çıkarılmadan, kimse için kriz, henüz kriz değildir. Bizde Böyle… Her şey Özelleştirilir, Kriz Kamulaştırılır yazısına devam et

Amerika aksırdı, Türkiye grip mi oldu?

Küresel ekonomik krizle ilgili yapılan yorumlar değerlendirildiğinde, Türkiye’nin krizden ne düzeyde etkileneceği hala bir muamma olarak görünüyor. Dış piyasalardaki sorunun öncelikle finansal nitelikli olduğunu bir kenara yazalım. İlk elde, Türkiye’deki mali kuruluşların ve üreticilerin dış kaynaklı sermayeye ulaşma şansının azaldığı anlaşılıyor. Bankaların dış kredi elde etme güçlüğüne düşmesinin de, doğal olarak piyasadaki kredilendirmeyi etkilemesi beklenmelidir. Amerika aksırdı, Türkiye grip mi oldu? yazısına devam et