Kategori arşivi: Politika

Savunma Sanayinde Kavramsal Dönüşüm

Türkiye’de iç tedarik oranının artırılması ile başlayan yolculuk, tam üretime doğru evrildi. Bugün Türk Savunma Sanayi’nde ihracat, kümelenme, yeni ürün konsepti konuşuluyor. Ekonomik koşullar, bölgedeki gelişmeler ve genişleyen ürün gamının kesişim kümesinde yeni bir kavrama ihtiyaç var.

Türkiye’nin ekonomik şartları için ihracata dayalı büyüme hâlâ en güçlü seçenek. Dış açık ve döviz ihtiyacı farklı seviyelerde hep gündemde olacaktır.

 

 

 

 

 

 

 

Yıkılan Ortadoğu’nun yeniden inşası ve buradaki milletlerin “gerçek” birer devlet sahibi yapılması gerekiyor. İnşaat konusundaki birikiminin yanı sıra Türk ordusunun dış tecrübeleri, Ortadoğu halklarını devletli milletler hâline getirme çabasının tam ortasında duruyor. Orduları yeniden kurulan, terör örgütleriyle mücadele etmek zorunda kalan toplumlar, asimetrik savaş konusunda Türkiye’nin engin tecrübesinden yararlanabilir.

Bölge ihtiyaçlarına uyumlu üretim yapısı, savunma sanayi ürünlerinin konsepti itibariyle de Türkiye’nin rolünü baskın hâle getirebilir.

Savunma Sanayinde Kavramsal Dönüşüm yazısına devam et

İkinci Trump Döneminde Ekonomik Düzen Nasıl Olacak?

ABD’deki seçimler sonrası için olası ekonomik etkiler belirginleşiyor. Trump’ın hareket alanı çok geniş değil ama şu üç konuda aksiyon alacağı anlaşılıyor:

  1. Gümrük duvarlarını yükseltmek
  2. Göçmen politikalarını sertleştirmek
  3. Ukrayna-Rusya savaşının bitmesi yönünde çaba sarf etmek

Yukarıdaki olası girişimlerden en önemlisi, ilk madde olmalı. Trump, Avrupa ve Çin menşeli ürünlere tarife engelleri koyarsa ABD ekonomisinin girdi maliyetlerinde yükseliş görülecek. Engel konulan ekonomilerle ABD ekonomisi arasındaki ticaret hacmi azalacak. ABD’de maliyetler ve fiyatlar artacak.

Kendisine engel konulan ekonomi yönetimlerinin elleri de armut toplamayacağına göre, onların da gümrük maliyetlerini artıracağı aşikâr. Sonuçta Dünya dış ticaret hacminin azalacağı anlaşılıyor. Geliri azalan çekirdek ekonomilerde yerli üreticilerin rekabet baskısından uzaklaşıp, fiyat artışına gideceklerini düşünmek de pek yanlış olmaz.

Netice itibariyle dış ticaret serbestisinin ve rekabetin Dünya ekonomisine sağladığı faydalar nelerse, bunların belirli oranlarda ortadan kalkması; kayıpları söz konusu olacak, diyebiliriz.

Türkiye ekonomisi bakımından, özellikle Avrupa ekonomilerindeki ABD kaynaklı daralma etkili olacaktır. İhracat pazarlarındaki daralma, dış ticaretimizi olumsuz etkileyecektir. Dolayısıyla büyüme tahminlerini revize etmek gerekecektir.

Avrupa pazarındaki daralma ve işsizlik, AB ülkelerinin göçmen politikalarını da doğrudan veya dolaylı etkilemeye devam edecektir.

İşsizlik, Trump’la başlayıp Dünya’ya yayılan radikal siyasetçi tipinin iktidara gelmesini, konjonktürel olmaktan çıkarıp yapısallaştıracaktır. İçe kapanan Dünya ekonomileri her zaman aykırı ve aşırılıkçı siyasi tercihleri beraberinde getirmiştir.

Döviz kuru, bugünkü Türkiye ekonomisi için faiz haddi ile birlikte önemli bir çıpa haline geldi. Yukarıda sayılan nedenlerle döviz kurunun nasıl seyredeceğini de öngörmeye çalışmak gerekir.

ABD piyasalarının Trump’ın seçilmesine verdiği tepki hem Dolar Endeksi’nin hem de borsanın değerlenmesi biçiminde ortaya çıktı. Öte yandan FED, aynı gün faiz indirimine devam kararı aldı. Bu bağlamda, Türkiye ekonomisinin politika senaryosunu gözden geçirmesi gerektiğini düşünüyorum.

Trump, faiz indirimlerinden yana bir tavır sergilemeye devam ediyor. Gelişmekte olan ülkelere fon akımının devamı ve artması şeklinde ortaya çıkacak faiz düşüşü ilk bakışta Dolar’da bir değer kaybına işaret ediyordu. Trump’ın yerli yatırımı destekleyen kararlarıyla birlikte değerlendirildiğinde ise Dolar artık öncelikle finansal bir enstrüman olmanın yanında reel ekonominin dönüşümü için efektif (fiziki) olarak daha çok talep edilen bir araç haline de gelebilir. Efektif Dolar ihtiyacı, döviz cinsinden Dolar ihtiyacının önüne geçmese de Dolar’ı daha değerli kılmaya yetecektir.

Bu bakımdan, Türkiye’deki faiz indiriminin zamanlamasını dikkatle yeniden masaya yatırmak gerekebilir.

Avrupa’da reel sektörün zorlandığı, doğrudan yatırımları desteklemeyen bir atmosfer olduğu düşünüldüğünde, Euro’da değer kayıplarını görmek zor değil. Bu bakımdan, ithalatı kolaylaştıran, ihracatın zorlaştığı bir ekonomik yapıyla karşı karşıya kalacağız demektir.

Özetle, döviz kurları bakımından bir çelişkinin ipuçları gözlemleniyor. İthal maliyeti Dolar değerine; ihraç pazarları Euro’nun değerine; Avrupa pazarının canlılığına bağlı olan Türkiye ekonomisi, reel piyasaları ile finansal piyasaların birbirinin aleyhine çalıştığı ilginç bir döneme daha girebilir.

 

 

 

 

 

 

Ne yapmalı?

Türkiye’de enflasyondaki düşüş ile döviz kurundaki değerlenme, bir süredir eşgüdümlü olarak yönetiliyor. Döviz kurunun gerçekleşen enflasyonun biraz altında değerlenmesine izin veriliyor. Bu süreçte hem kur kaynaklı enflasyon kontrol altında tutuluyor hem de resmi rezervler güçlendiriliyor.

Yukarıdaki şartlara bakılırsa, enflasyondaki kronikleşme giderildikçe, döviz kurunun yükselmesine izin vermek gerekecek. Yoksa tüketim, bu defa da ithal girdilerin göreli ucuzlaması nedeniyle yükselecek demektir. İçeride sanayi üretimini ve alt-orta düzeydeki yerli ürün tüketicisini sübvanse etmekte yarar var. Bunun yolu da asgari ücretin finansmanında devletin ön almasından geçiyor.

 

 

 

 

 

Trump sonrası senaryolar maalesef Türkiye ekonomisi için olumlu bir görünüm sunmuyor. Tartışmalar ‘kur’ ekseninde yoğunlaşacağı için, Trump’ın fiilen iş başına geçeceği kalan iki aylık sürede, yani döviz henüz öngörülebilir durumdayken şu hususlara odaklanmakta yarar var:

  • Uluslararası rezervleri güçlendirmek.
  • Enflasyonla mücadelede şahin tutumu sürdürmek.
  • Ocakta uygulanacak asgari ücret artışının en azından bir kısmının kesinlikle devlet tarafından sübvanse edilmesi.
  • Olası dış ticaret tarife düzenlemelerine karşı hazırlıklı olmak.

Ekonomide ‘Mezhep’ Değiştirmenin Maliyeti

VIII. Henry Katolik’ti. Karısından boşanmak için altı yıl çaba gösterdi. Mezhebinin koyduğu engeli aşamadı; Vatikan’la sorunlar yaşadı. Sonunda Anglikan Kilisesi’ni kurdu ve evliliğinin geçersiz olduğunu ilan etti. Gerçi yeni karısıyla da mutluluğu 3 yıldan uzun sürmedi… Mali açıdan savurgan bir yönetimi vardı. Mezhep değiştirmek de kraliyet ailesini düze çıkarmaya yetmedi.

Türkiye ekonomisinde, faizle enflasyon arasındaki nedensellik bağının yeniden yorumlanması denendi. Adına ‘epistemolojik kopuş’ veya ‘heterodoks ekonomi’ modeli dendi.. Ekzajere edilmemesi için olsa gerek, biraz daha genişletilip ‘Türkiye Modeli’ olarak revize edildi. Ortodoks ekonomi anlayışının cevaz vermediği yeni yorum önce heterodoksiye oradan da ultra-ortodoksluğa dönünce, bu deneyden öngörülmeyen bir sonuç çıkmış oldu: Ekonomi politikasında yaklaşımlar lineer değil dairesel şekilde evrilir. Sürekli ters yöne giderseniz başladığınız noktaya dönerseniz. Hatta hızlı bir çıkış momentumu, başlangıçtan daha ileriye taşıyabilir!

Ekonomide ‘Mezhep’ Değiştirmenin Maliyeti yazısına devam et

Ba(ğ)zı Milletlerin Zenginliği…

 

Adam Smith’in ‘Milletlerin Zenginliği’ (https://tr.wikipedia.org/wiki/Uluslar%C4%B1n_Zenginli%C4%9Fi) kitabı liberal ekonomi teorisinin önemli referanslarından biri. Hala atıf yapılan bir kült kitap. Çin menşeli otomobillere ek vergi getirilmesinden sonra bir ‘yanlış okuma’ kurbanı vakasıyla daha karşı karşıyayız diye düşündüm.

A.Smith’in mikro ekonomiye ilişkin önermelerinden başka, uluslararası iktisatla ilgili söyledikleri de kıymetli aslında. Uluslararası serbest ticaretteki kısıtlamaların bulunmadığı bir dünyada, ticarete taraf olan tüm milletlerin zenginlikten nasibini alacağını yazıyor. Şahsen katıldığım bu görüş, her ne hikmetse, uluslararası ticaret hadlerinin merkez ekonomiler lehine olmadığı hallerde geçerli kabul edilmiyormuş!  Ba(ğ)zı Milletlerin Zenginliği… yazısına devam et

Küresel Ekonomide Yeni Dönem: Pax’tan Chaos’a…

Filistin’deki sorunların yerel, bölgesel ya da etnik bir çatışma ekseninde değerlendirilemeyeceği, gözlerini gerçeğe yummamış herkes için aşikâr… Yeni bir dünyanın doğum sancıları belli ki sıklaşıyor.

 

 

 

 

 

 

 

 

Tabloya bakalım:

  1. Başat ekonomilerdeki siyasal radikalizm giderek güçleniyor.
  2. Bölgesel görünümlü çatışmalar askeri harcamaları artırdı, daha da artıracak.
  3. Savunma bütçeleri güçlendikçe bürokrasilerin siyaset üzerindeki hâkimiyeti gelişiyor.
  4. Yeni bir kamu ekonomisi tipi doğdu: Yerleşik nizamlar daha çok kaynağı hem de halkı ikna ederek yutuyor.
  5. Doğu’daki savaş müteşebbisliği, biraz daha devletin hükümranlığına tâbi olduğundan siyasete etkisi sınırlıyken Batı’da savunma tedarikçileri kullandıkları bütçe kaynağı itibariyle birer KİT (kamu iktisadi teşekkülü) hâline gelmiş durumda.
  6. Gelişmekte olan ekonomilerin pek azı çağdaş savaş gereçlerini üretebiliyor. Tüketim malları üretiminde çıkış yolu arayan “yükselen pazarların” yeni sorunu, her çeşit çatışmanın tedarik zincirlerini kırması.

Uzun lafın kısası, uluslararası ekonomik sistemde yeni bir gelir dağılımı oluşuyor. Bu dağılımın birincil özelliği, ulusal ölçekte siyasal radikalizmi ve savunma doktrinlerini öncelemesidir. Küresel Ekonomide Yeni Dönem: Pax’tan Chaos’a… yazısına devam et

‘Tarihin Sonu’ndan ‘Sonun Tarihi’ne…

Pandemi ve doğadaki dengesizlikler , ekonomik değişimlerle bir araya geldiğinde gidişatın anlamlandırılmasında yeni denemeler yapılması gerektiği anlaşılıyor.

Savaşlar , hammaddelerdeki fiyat artış-düşüşleri, rejim bunalımları yaygın haldeyken olanlar arasında bir illiyet bağı – nedensellik- veya benzerlik olduğu şeklindeki yorumlar artıyor.

Fukuyama’nın bu yazının başlığına ilham veren kitabı henüz 1990’ların başında Doğu Bloku’nun yenilgisi tescil edilir edilmez yayınlanmıştı. Liberal demokrasiyi o günkü haliyle ‘insanlığının görüp göreceği en iyi uygarlık modeli budur’ seviyesine çıkaran kitap epey ses getirmişti. Huntington’un ‘Medeniyetler Çatışması’ kitabı 1988 ‘de yayınlandığına göre zorlama bir yorumla ‘medeniyetler çatıştı ve Batı ittifakı ekonomisiyle ve kültürüyle bu çatışmanın galibi oldu’ diyen bir düşünce akımının ortaya çıktığını mı anlamalıydık? ‘Tarihin Sonu’ndan ‘Sonun Tarihi’ne… yazısına devam et

Yeni bir salgın: İnfodemi

Otoriter yönetimlerin kontrolündeki medya organları aracılığı ile yaygınlaştı: ‘Yanlış Bilgi Salgını’.

SSCB dönemindeki Pravda Gazetesi buğday üretiminin bir yıl öncesine göre, mesela %100 arttığını duyururdu. Mao döneminde bürokratlar, üst yönetimin korkusuyla tarım üretimi rakamlarının sonuna sıfır ekleyip (yani 10’la çarpıp) Pekin’e gönderirdi.

Batı Dünyası da sanki ülkelerinde süper zenginlerden başkası yaşamıyormuşçasına, kapitalizmin refah sağlayan tek yönetim modeli olduğuna inandırmaya çalışırlardı kamuoyunu.

Piyasa ekonomisi rakipsiz kalınca, bu defa ödeme gücü araçları ve güvenlik sektörü üzerinde yoğunlaşan bir bilgi-yorum yanlışlığı salgını başladı.

Yeni bir salgın: İnfodemi yazısına devam et

Keynes’ten Galbraith’e, Oradan Acemoğlu-Robinson İkilisine

İktisat politikalarının eleştirisinde popüler olan iki isim Robinson ve Acemoğlu ikilisi. Liberal değerlere sahip olup piyasa ekonomisinin işleyiş sorunlarına ilişkin eleştiri getirebilen biri Türk kökenli bu iki yazarın zamanla olgunlaşan tavrında, Galbraith’in 50-60 yıl öncesine, Keynes’in de 85-90 yıl öncesine ait eleştiri atmosferi yaratma becerisini gördüm diyebilirim.

Galbraith bir süre ABD adına büyükelçilik yapmış Kanada kökenli bir Amerikalı. Profesör J.K. Galbraith’in Eski Kurumsalcı Okul’a dahil iktisatçılar arasındaki adının sık anılır olması yönetimlerde doğrudan rol almasından kaynaklanıyor olabilir. Hiçbir zaman ezberlerle hareket etmeyen, büyük şirketlerin yol açtığı tekelleşme eğilimini, sendikaların beklenmeyen etkilerini sistemin içinden eleştiren, ülkelerin kendilerine özgü ekonomik politikalar oluşturmaları gerektiğini söyleyen bir isim. Keynes’ten Galbraith’e, Oradan Acemoğlu-Robinson İkilisine yazısına devam et

Lider kalitesi ve Likidite

Son yıllarda Batı demokrasisinin başat aktörlerinin siyasi yönetici seviyesinde bir erozyon yaşandığı ortada. ABD’de Trump, Birleşik Krallık’ta Johnson, Fransa’da Macron derken AB’deki yönetim krizleri de hesaba katılırsa siyasi iradesinde kalite sorunu yaşayan ekonomilerin Dünya gayri safi hasılasının %50’sini geçtiği söylenebilir.

II. Dünya Savaşı öncesinde de benzer bir sorun olduğunu hatırlayalım.

Musollini, Hitler, Stalin ve Franco’nun aynı anda önemli ekonomilerin siyasi temsilinde bulunduğu dönemin ardından yaşanan savaşı, bir kenara yazalım.

2008’deki Küresel Kriz’in çözüm şekli ile 1929’daki Büyük Buhranı çözüm şekli arasındaki benzerlikleri not edelim.

Covid-19 sonrasında ortaya çıkan ek sorunları mevcut denkleme ekleyelim.

Dönemlerin teknolojik imkanları ve rejim farklılıkları bir yana iki sorunlu dönemde de sorunların  tüketim artışının desteklenerek hatta 2. Dünya Savaşı’nda işin kolayına kaçıp “zorunlu toplu tüketim” sayesinde çözülmeye çalışıldığı anlaşılıyor.

Ekonomideki talep açığı ile Batı Demokrasilerinin popülist çözüm yöntemleri arasında bir korelasyon olduğu varsayılırsa aynı korelasyonun lider kalitesi ile de bulunduğu varsayımı yanlış olmayacaktır.

Popülist çözüme yatkın bir liderlik yönetim kalitesinde ek bir devalüasyona yol açtığında yönetimlerin diğer politik sorunlara yaklaşımı da değişip krize yol açıyor.

Yönetim kalitesinin düşmesi sadece para arzını, borçlanma araçlarındaki çeşitliliği değil ‘düşman’ sayısını da artırıyor gibi görünebilir.

Ağır ekonomik bunalımlara geçici likidite numaralarıyla cevap verip iktidarda kalmayı beceren liderler sorunlar ağırlaştıkça imkan bulurlarsa otoriteryanizmin kapısını da çalıyorlar. Sermaye kontrolleri, vergi artışları, ideolojik ayrımın eleştirilmesi ve cezalandırılması gibi…

Bir kısmı sanal bile olsa yönetimler, göçmenler, sağlık ve çevre sorunları gibi pek çok konuda ‘öteki’ni suçlayan yollara sapmayı tercih ediyorlar. Herkes aynı anda lider kalitesini devalüe ettiğinde tıpkı kur politikasındaki gibi değer yitimi artık rekabet avantajı sağlamaz olup daha düşük kaliteli lidere gereksinim duyulur hâle geliniyor.

Krizler Dünya Liderliğinin Coğrafi Merkezini Değiştiriyor

Başlangıçtaki varsayımımızı aynı örnekle devam ettirelim.

II. Dünya Savaşı öncesinde 1936’ya dek süren teşhis ve tedavi sorunu Keynezyen iktisadın çözüm önerisi ile billurlaşınca, dönemin teknik olanakları gereği tüketicilere bugünkü gibi tek tek ödeme gücü zerk etmek güç olduğundan, kamu harcama politikalarına ağırlık verme önerisi yanlış anlaşılıp(!) kriz bir Dünya Savaşı ile sonuçlandı demiştik.

Savaş sonrası ekonominin merkezi ABD’ye kaydığında, ABD ekonomisinin gücü savaş öncesi çeşitlendirdiği endüstrisi ile tüketim gücüne sahip geniş nüfusuydu. Bugünün krizinde ekonominin ve politikanın merkezi gücünü yine aynı benzerlikle Çin ve Rusya gibi geniş nüfus yapısı ile endüstriyel gücü bir araya getiren ‘reel’ ekonomik güçler temsil edebilecek seviyeye gelmiştir.

Hammadde üretimini de kapsayan bu üçlünün Asyatik vurgusunu birer  ‘demokratik’ devlet olarak Türkiye ve Almanya dengeleyebilir.

Kriz sonrası dönemin olası iktisadi-siyasi liderlik potansiyellerine bir başka yazıda değinebiliriz.