Kategori arşivi: Kriz

Ekonomide ‘Mezhep’ Değiştirmenin Maliyeti

VIII. Henry Katolik’ti. Karısından boşanmak için altı yıl çaba gösterdi. Mezhebinin koyduğu engeli aşamadı; Vatikan’la sorunlar yaşadı. Sonunda Anglikan Kilisesi’ni kurdu ve evliliğinin geçersiz olduğunu ilan etti. Gerçi yeni karısıyla da mutluluğu 3 yıldan uzun sürmedi… Mali açıdan savurgan bir yönetimi vardı. Mezhep değiştirmek de kraliyet ailesini düze çıkarmaya yetmedi.

Türkiye ekonomisinde, faizle enflasyon arasındaki nedensellik bağının yeniden yorumlanması denendi. Adına ‘epistemolojik kopuş’ veya ‘heterodoks ekonomi’ modeli dendi.. Ekzajere edilmemesi için olsa gerek, biraz daha genişletilip ‘Türkiye Modeli’ olarak revize edildi. Ortodoks ekonomi anlayışının cevaz vermediği yeni yorum önce heterodoksiye oradan da ultra-ortodoksluğa dönünce, bu deneyden öngörülmeyen bir sonuç çıkmış oldu: Ekonomi politikasında yaklaşımlar lineer değil dairesel şekilde evrilir. Sürekli ters yöne giderseniz başladığınız noktaya dönerseniz. Hatta hızlı bir çıkış momentumu, başlangıçtan daha ileriye taşıyabilir!

Ekonomide ‘Mezhep’ Değiştirmenin Maliyeti yazısına devam et

Türkiye ekonomisi ‘taburcu’ olabilecek mi ?

Türkçenin ilginç deyimlerinden biri de “taburcu” olmak. Hastaneden çıkabilecek kadar iyileşebilmiş, tedavisi kısmen veya tamamen tamamlanmış hastalar için kullanılageliyor. Türkiye’de hastaneler ilk defa askerî amaçla kurulduğundan, kelimenin çıkış noktası cihet-i askeriyeden… Hastamız iyileşti; artık revirden çıkıp tabura dönebilecek, görevlerini yerine getirebilecek durumdadır anlamında…

Memleketimizin ekonomisi söz konusu olduğunda “taburcu” olmak, istikrara kavuşmak anlamında düşünülebileceği gibi etrafımızdaki ateş halkasına bakılırsa aynı zamanda “savaşa hazır olmak” manasında da kullanılabilir.

Türkiye ekonomisi ‘taburcu’ olabilecek mi ? yazısına devam et

‘Tarihin Sonu’ndan ‘Sonun Tarihi’ne…

Pandemi ve doğadaki dengesizlikler , ekonomik değişimlerle bir araya geldiğinde gidişatın anlamlandırılmasında yeni denemeler yapılması gerektiği anlaşılıyor.

Savaşlar , hammaddelerdeki fiyat artış-düşüşleri, rejim bunalımları yaygın haldeyken olanlar arasında bir illiyet bağı – nedensellik- veya benzerlik olduğu şeklindeki yorumlar artıyor.

Fukuyama’nın bu yazının başlığına ilham veren kitabı henüz 1990’ların başında Doğu Bloku’nun yenilgisi tescil edilir edilmez yayınlanmıştı. Liberal demokrasiyi o günkü haliyle ‘insanlığının görüp göreceği en iyi uygarlık modeli budur’ seviyesine çıkaran kitap epey ses getirmişti. Huntington’un ‘Medeniyetler Çatışması’ kitabı 1988 ‘de yayınlandığına göre zorlama bir yorumla ‘medeniyetler çatıştı ve Batı ittifakı ekonomisiyle ve kültürüyle bu çatışmanın galibi oldu’ diyen bir düşünce akımının ortaya çıktığını mı anlamalıydık? ‘Tarihin Sonu’ndan ‘Sonun Tarihi’ne… yazısına devam et

Mahşerin Altıncı Atlısı: Tüke(n)ici

Covid-19 pandemisinde ekonominin durağanlaşmasına engel olmak için piyasaya sürülen alım gücünün 14 Trilyon Dolara ulaştığını okumuştum. Fazlası vardır, eksiği yoktur.

Salgın döneminde piyasaya alım gücü enjekte etmekten başka çare olmadığını düşünen çoğunluğu haklı buluyorum(https://www.iktisadivizyon.com/post-pandemik-iktisat-politikasi/). Pandemi sebebiyle faaliyetten menedilen işletmelerin, bu işletmelerde çalışanların, kapasite kaybı yaşayan pek çok ekonomik unsurun, en başta da tüketicinin satın alma gücünü kamu otoritesi aracılığıyla temin etmesi tek çözümdü, denilebilir.

Leviathan, 2014; Yönetmen Andrey Zvyagintsev

Dünya’da üretim-tüketim döngüsünün aksamaması için atılan pek çok adım, sonuçta ‘karşılıksız para basılması’na dayandı. Emisyonun ‘misyon’u, gemiyi yüzdürmekti, başarıya da ulaştı ama gemi fırtınalı denizlerde suyun üzerinde kalmaya çalışırken, sadece kaptan ve mürettebat değil yolcuların da psikolojisi zorlandı. Kimi sağ salim karaya çıkınca asla doğru yoldan ayrılmayacağına yemin etti ve sözünü tuttu. Kimi de kendini pandemi öncesi ekonomik hovardalığını sürdürmekten alıkoyamadı. Kaptan ve mürettebat gemiyi onarmayı, bakıma almayı hep bir başka bahara erteleyip durdu.

Mahşerin Altıncı Atlısı: Tüke(n)ici yazısına devam et

Yine Bir İkilem: Finansmanın Büyümesi mi? Büyümenin Finansmanı mı?

Yine Bir İkilem: Finansmanın Büyümesi mi? Büyümenin Finansmanı mı?

2020 yılı ekonomik büyümesi %1,8 olarak açıklandı. COVID-19 gölgesindeki bir yıl için sadece büyümek bile olumlu karşılanmalı. Büyüme, içerik ve finansman bakımından değerlendirildiğinde 2021’e ışık tutacak bazı unsurları da içeriyor.

Yine Bir İkilem: Finansmanın Büyümesi mi? Büyümenin Finansmanı mı? yazısına devam et

Yeni bir salgın: İnfodemi

Otoriter yönetimlerin kontrolündeki medya organları aracılığı ile yaygınlaştı: ‘Yanlış Bilgi Salgını’.

SSCB dönemindeki Pravda Gazetesi buğday üretiminin bir yıl öncesine göre, mesela %100 arttığını duyururdu. Mao döneminde bürokratlar, üst yönetimin korkusuyla tarım üretimi rakamlarının sonuna sıfır ekleyip (yani 10’la çarpıp) Pekin’e gönderirdi.

Batı Dünyası da sanki ülkelerinde süper zenginlerden başkası yaşamıyormuşçasına, kapitalizmin refah sağlayan tek yönetim modeli olduğuna inandırmaya çalışırlardı kamuoyunu.

Piyasa ekonomisi rakipsiz kalınca, bu defa ödeme gücü araçları ve güvenlik sektörü üzerinde yoğunlaşan bir bilgi-yorum yanlışlığı salgını başladı.

Yeni bir salgın: İnfodemi yazısına devam et

Keynes’ten Galbraith’e, Oradan Acemoğlu-Robinson İkilisine

İktisat politikalarının eleştirisinde popüler olan iki isim Robinson ve Acemoğlu ikilisi. Liberal değerlere sahip olup piyasa ekonomisinin işleyiş sorunlarına ilişkin eleştiri getirebilen biri Türk kökenli bu iki yazarın zamanla olgunlaşan tavrında, Galbraith’in 50-60 yıl öncesine, Keynes’in de 85-90 yıl öncesine ait eleştiri atmosferi yaratma becerisini gördüm diyebilirim.

Galbraith bir süre ABD adına büyükelçilik yapmış Kanada kökenli bir Amerikalı. Profesör J.K. Galbraith’in Eski Kurumsalcı Okul’a dahil iktisatçılar arasındaki adının sık anılır olması yönetimlerde doğrudan rol almasından kaynaklanıyor olabilir. Hiçbir zaman ezberlerle hareket etmeyen, büyük şirketlerin yol açtığı tekelleşme eğilimini, sendikaların beklenmeyen etkilerini sistemin içinden eleştiren, ülkelerin kendilerine özgü ekonomik politikalar oluşturmaları gerektiğini söyleyen bir isim. Keynes’ten Galbraith’e, Oradan Acemoğlu-Robinson İkilisine yazısına devam et

Lider kalitesi ve Likidite

Son yıllarda Batı demokrasisinin başat aktörlerinin siyasi yönetici seviyesinde bir erozyon yaşandığı ortada. ABD’de Trump, Birleşik Krallık’ta Johnson, Fransa’da Macron derken AB’deki yönetim krizleri de hesaba katılırsa siyasi iradesinde kalite sorunu yaşayan ekonomilerin Dünya gayri safi hasılasının %50’sini geçtiği söylenebilir.

II. Dünya Savaşı öncesinde de benzer bir sorun olduğunu hatırlayalım.

Musollini, Hitler, Stalin ve Franco’nun aynı anda önemli ekonomilerin siyasi temsilinde bulunduğu dönemin ardından yaşanan savaşı, bir kenara yazalım.

2008’deki Küresel Kriz’in çözüm şekli ile 1929’daki Büyük Buhranı çözüm şekli arasındaki benzerlikleri not edelim.

Covid-19 sonrasında ortaya çıkan ek sorunları mevcut denkleme ekleyelim.

Dönemlerin teknolojik imkanları ve rejim farklılıkları bir yana iki sorunlu dönemde de sorunların  tüketim artışının desteklenerek hatta 2. Dünya Savaşı’nda işin kolayına kaçıp “zorunlu toplu tüketim” sayesinde çözülmeye çalışıldığı anlaşılıyor.

Ekonomideki talep açığı ile Batı Demokrasilerinin popülist çözüm yöntemleri arasında bir korelasyon olduğu varsayılırsa aynı korelasyonun lider kalitesi ile de bulunduğu varsayımı yanlış olmayacaktır.

Popülist çözüme yatkın bir liderlik yönetim kalitesinde ek bir devalüasyona yol açtığında yönetimlerin diğer politik sorunlara yaklaşımı da değişip krize yol açıyor.

Yönetim kalitesinin düşmesi sadece para arzını, borçlanma araçlarındaki çeşitliliği değil ‘düşman’ sayısını da artırıyor gibi görünebilir.

Ağır ekonomik bunalımlara geçici likidite numaralarıyla cevap verip iktidarda kalmayı beceren liderler sorunlar ağırlaştıkça imkan bulurlarsa otoriteryanizmin kapısını da çalıyorlar. Sermaye kontrolleri, vergi artışları, ideolojik ayrımın eleştirilmesi ve cezalandırılması gibi…

Bir kısmı sanal bile olsa yönetimler, göçmenler, sağlık ve çevre sorunları gibi pek çok konuda ‘öteki’ni suçlayan yollara sapmayı tercih ediyorlar. Herkes aynı anda lider kalitesini devalüe ettiğinde tıpkı kur politikasındaki gibi değer yitimi artık rekabet avantajı sağlamaz olup daha düşük kaliteli lidere gereksinim duyulur hâle geliniyor.

Krizler Dünya Liderliğinin Coğrafi Merkezini Değiştiriyor

Başlangıçtaki varsayımımızı aynı örnekle devam ettirelim.

II. Dünya Savaşı öncesinde 1936’ya dek süren teşhis ve tedavi sorunu Keynezyen iktisadın çözüm önerisi ile billurlaşınca, dönemin teknik olanakları gereği tüketicilere bugünkü gibi tek tek ödeme gücü zerk etmek güç olduğundan, kamu harcama politikalarına ağırlık verme önerisi yanlış anlaşılıp(!) kriz bir Dünya Savaşı ile sonuçlandı demiştik.

Savaş sonrası ekonominin merkezi ABD’ye kaydığında, ABD ekonomisinin gücü savaş öncesi çeşitlendirdiği endüstrisi ile tüketim gücüne sahip geniş nüfusuydu. Bugünün krizinde ekonominin ve politikanın merkezi gücünü yine aynı benzerlikle Çin ve Rusya gibi geniş nüfus yapısı ile endüstriyel gücü bir araya getiren ‘reel’ ekonomik güçler temsil edebilecek seviyeye gelmiştir.

Hammadde üretimini de kapsayan bu üçlünün Asyatik vurgusunu birer  ‘demokratik’ devlet olarak Türkiye ve Almanya dengeleyebilir.

Kriz sonrası dönemin olası iktisadi-siyasi liderlik potansiyellerine bir başka yazıda değinebiliriz.

 Covid-19’dan sonra Kamu Hizmetinin Yeni Tanımı

Salgının başlangıcından itibaren virüsle ilgili ülkelerarası karşılaştırmaların önemli bir bölümü vaka ve vefat sayısı gibi göstergelerden oluşuyordu. Şimdilerde ise ülke ekonomilerinin bir an önce “normale dönüşü” için yapılan karşılaştırmalar ve programlar daha moda. 

Normale dönüşlerin Dünya ekonomisini harekete geçireceği kesin. Lakin iktisadi çevrimin hızlanması tıpkı bisikletin hızlanmasına benzer. Özellikle istihdam alanında, salgın/kriz başladığında işten çıkarılan çalışanların yeniden işe alınmaları, çıkarılmalarıyla aynı hızda olmaz. Ekonomi literatüründe “zaman boşluğu” adı verilen bu sürecin az hasarla atlatılması yeterince tartışılmıyor.

Kamu hizmetinin tanımı neydi?

Ekonomi ve özellikle kamu maliyesi öğretiminde “kamu hizmeti” tanımı önemli bir yer tutar.

“Kamu hizmeti neden vardır?”, “Kamusal mal ve hizmetler nasıl tespit edilir?” gibi sorularının yanıtı, vergi ve diğer yükümlülüklerin boyutu ve çeşitliliğini de etkilediği için hangi ekonomide, neyin kamu hizmeti kapsamına girdiği ile vergi yükü arasında doğrudan bir ilişki vardır.

Kamusal mal ve hizmetler tanımlanırken, bölünemeyen, pazarlanamayan, perakende olarak fiyatlandırılamayan yönleri olan hizmetlerin “kamusal” olduğu gerçeği öğretilir. Bunların başında da savunma hizmeti gelir.

Bir ülkenin savunması vatandaşlarının her birine yarar sağladığı için hangi bireye tek tek ne kadar faydası olduğunun tespit edilmesi, mümkün değildir. Bu nedenle savunma hizmeti devlet eliyle üretilir; finansmanı ise vatandaşların tamamı tarafından mali güçleri ölçüsünde sağlanır.

Adalet hizmeti de tek tek kişilere olduğu kadar toplumun tamamına yönelik sağladığı yararla kamusal mal ve hizmet kategorisindedir. Sağlık hizmetleri ise literatürdeki tartışmaları bir kenara bırakırsak çağdaş Batı medeniyetinin güncel uygulamalarında gördüğümüz üzere tam kamusal mal ve hizmet sınıfınlandırmasına uygun bulunmamıştır.

Yaşadığımız pandemi, bir çok ayrıntının yanında sağlık hizmetinin tam kamusal bir hizmet sayılıp-sayılmaması tartışmasını da gündeme getirdi.

Sağlığın bölünemeyen, pazarlanamayan, fiyatlandırılamayan unsurlarının -teorik olarak- bir araya geldiği pandeminin, kamu kesimi tarafından sağlanan bir tedavi kapsamı içine alınmasını beklemek, en azından bugünden sonra herkesin hakkıdır.

Pandemi neden evrensel bir kamu hizmetinin konusu sayılmalıdır?  

Pandeminin kapsamı, Dünya çapında yaygınlaşan ve yayılma potansiyeli bulunan sağlık sorunları olduğuna göre, bir kişinin tedavisi ile bile tüm Dünya’nın yarar sağlayacağı kesin. 

Tam kamusal mal ve hizmetlerin bir diğer özelliği de verilen hizmetin, bir kişinin yararlanmasıyla diğer bir kişi bakımından tükenmeyeceği bir yapıda olmasıdır.

Pek çok ülkedeki sağlık kuruluşunda hasta seçimi yapılmak zorunda kalındığına göre, mevcut kapasite, pandeminin küresel ölçekte önlenmesi için henüz yeterli değildir. Yani sorun, dar anlamda finansman değil “kaynak tahsisi” sorunudur.

Kaynak tahsisi söz konusu olduğunda, sadece kategorizasyon değil daha derinde iktisadi kavramlaştırma değişikliğine ihtiyaç olduğu düşünülmelidir.

Temel sağlık hizmetlerinin, halk sağlığı hizmetinin, “evrensel-kamusal hizmetler” kategorisine dahil edilmesiyle, gelişmiş ekonomiler başta olmak üzere tüm Dünya vatandaşlarınca finanse edilmesi için açılacak gündem, en çok bugünlerde kabul görebilecektir.

Bu tespit doğrultusunda, Birleşmiş Milletler güvencesiyle, Dünya Sağlık Örgütü gibi kurumlar aracılığıyla hükümetlerüstü kararların hayata geçirilmesi için yeni bir salgın hastalığa kadar beklemeye gerek yok sanırım.

Ne Güzel Şeysin Sen Covid-19

Belli ki insanlığın büyük kısmı yaşam tarzına karşı öfkeyle doluymuş. Covid-19’la ilgili tıbbi yorumların dışındaki pek çok söylemin yüzeyinde dikkat çeken ilk duygu, sizce de bu değil mi? Virüs, insanları alışılagelmiş tüketim kalıplarından uzaklaştıran, özellikle gösteriş tüketimini zorunlu olarak azaltan yanıyla ‘oh olsun’ diyen milyonların sesi olmuş gibi…

Böyle olmasının altında yatan düşünce iklimi nedir peki?

Ne Güzel Şeysin Sen Covid-19 yazısına devam et