Etiket arşivi: Türkiye

Türkiye ekonomisi ‘taburcu’ olabilecek mi ?

Türkçenin ilginç deyimlerinden biri de “taburcu” olmak. Hastaneden çıkabilecek kadar iyileşebilmiş, tedavisi kısmen veya tamamen tamamlanmış hastalar için kullanılageliyor. Türkiye’de hastaneler ilk defa askerî amaçla kurulduğundan, kelimenin çıkış noktası cihet-i askeriyeden… Hastamız iyileşti; artık revirden çıkıp tabura dönebilecek, görevlerini yerine getirebilecek durumdadır anlamında…

Memleketimizin ekonomisi söz konusu olduğunda “taburcu” olmak, istikrara kavuşmak anlamında düşünülebileceği gibi etrafımızdaki ateş halkasına bakılırsa aynı zamanda “savaşa hazır olmak” manasında da kullanılabilir.

Türkiye ekonomisi ‘taburcu’ olabilecek mi ? yazısına devam et

Güncel Gelişmeler Işığında Davranışsal İktisattan, Kavranışsal İktisada…

Son yıllarda çok satan kitaplar, dizi ve filmlerde kısacası popüler kültürde psikoloji ve psikiyatri ‘moda’ hâline geldi.

Bilim, gündelik hayata meze yapılan bir kültür endüstrisi ürününe dönüştürülüp kitleselleştikçe, neredeyse bir ‘mistifikasyon’ etkisi yaratıyor. Başka bir bakış açısına göre popülerleşen bilim, ‘mistifikasyon’ ihtiyacını karşılıyor ya da Kafkaesk bir yorumla gündelik hayattaki başa çıkılması güç unsurları açıklayarak ortalama bireye geçici bir bilgelik(!) deneyimi yaşatıyor.

Ekonomide son yirmi-otuz yılda Nobel Ödülü alan iktisatçıların davranışsal ekonomi konusunda çalışıyor olmaları da bu durumla ilişkili olsa gerek.

Davranışsal iktisadın revaç bulmasının bir nedeninin de iktisat teorisinin başlangıçtaki yanlış kabulleri olduğunu düşünüyorum.

‘İnsan rasyonel bir varlıktır’ ya da ‘İnsan ekonomik davranışlarını ihtiyaç ve kaynaklar arasında yaptığı tercihlerle çıkarını maksimize edecek şekilde yapılandırır’ gibi varsayımlar, klasik ekonominin mottosudur. Hâl böyle olunca, klasik iktisat, tümevarım yoluyla devletin ekonomiye müdahalesini, hatta bizzat devleti ‘zorunlu bir fenalık’ olarak gören anlayışları beslemiştir. Güncel Gelişmeler Işığında Davranışsal İktisattan, Kavranışsal İktisada… yazısına devam et

Lider kalitesi ve Likidite

Son yıllarda Batı demokrasisinin başat aktörlerinin siyasi yönetici seviyesinde bir erozyon yaşandığı ortada. ABD’de Trump, Birleşik Krallık’ta Johnson, Fransa’da Macron derken AB’deki yönetim krizleri de hesaba katılırsa siyasi iradesinde kalite sorunu yaşayan ekonomilerin Dünya gayri safi hasılasının %50’sini geçtiği söylenebilir.

II. Dünya Savaşı öncesinde de benzer bir sorun olduğunu hatırlayalım.

Musollini, Hitler, Stalin ve Franco’nun aynı anda önemli ekonomilerin siyasi temsilinde bulunduğu dönemin ardından yaşanan savaşı, bir kenara yazalım.

2008’deki Küresel Kriz’in çözüm şekli ile 1929’daki Büyük Buhranı çözüm şekli arasındaki benzerlikleri not edelim.

Covid-19 sonrasında ortaya çıkan ek sorunları mevcut denkleme ekleyelim.

Dönemlerin teknolojik imkanları ve rejim farklılıkları bir yana iki sorunlu dönemde de sorunların  tüketim artışının desteklenerek hatta 2. Dünya Savaşı’nda işin kolayına kaçıp “zorunlu toplu tüketim” sayesinde çözülmeye çalışıldığı anlaşılıyor.

Ekonomideki talep açığı ile Batı Demokrasilerinin popülist çözüm yöntemleri arasında bir korelasyon olduğu varsayılırsa aynı korelasyonun lider kalitesi ile de bulunduğu varsayımı yanlış olmayacaktır.

Popülist çözüme yatkın bir liderlik yönetim kalitesinde ek bir devalüasyona yol açtığında yönetimlerin diğer politik sorunlara yaklaşımı da değişip krize yol açıyor.

Yönetim kalitesinin düşmesi sadece para arzını, borçlanma araçlarındaki çeşitliliği değil ‘düşman’ sayısını da artırıyor gibi görünebilir.

Ağır ekonomik bunalımlara geçici likidite numaralarıyla cevap verip iktidarda kalmayı beceren liderler sorunlar ağırlaştıkça imkan bulurlarsa otoriteryanizmin kapısını da çalıyorlar. Sermaye kontrolleri, vergi artışları, ideolojik ayrımın eleştirilmesi ve cezalandırılması gibi…

Bir kısmı sanal bile olsa yönetimler, göçmenler, sağlık ve çevre sorunları gibi pek çok konuda ‘öteki’ni suçlayan yollara sapmayı tercih ediyorlar. Herkes aynı anda lider kalitesini devalüe ettiğinde tıpkı kur politikasındaki gibi değer yitimi artık rekabet avantajı sağlamaz olup daha düşük kaliteli lidere gereksinim duyulur hâle geliniyor.

Krizler Dünya Liderliğinin Coğrafi Merkezini Değiştiriyor

Başlangıçtaki varsayımımızı aynı örnekle devam ettirelim.

II. Dünya Savaşı öncesinde 1936’ya dek süren teşhis ve tedavi sorunu Keynezyen iktisadın çözüm önerisi ile billurlaşınca, dönemin teknik olanakları gereği tüketicilere bugünkü gibi tek tek ödeme gücü zerk etmek güç olduğundan, kamu harcama politikalarına ağırlık verme önerisi yanlış anlaşılıp(!) kriz bir Dünya Savaşı ile sonuçlandı demiştik.

Savaş sonrası ekonominin merkezi ABD’ye kaydığında, ABD ekonomisinin gücü savaş öncesi çeşitlendirdiği endüstrisi ile tüketim gücüne sahip geniş nüfusuydu. Bugünün krizinde ekonominin ve politikanın merkezi gücünü yine aynı benzerlikle Çin ve Rusya gibi geniş nüfus yapısı ile endüstriyel gücü bir araya getiren ‘reel’ ekonomik güçler temsil edebilecek seviyeye gelmiştir.

Hammadde üretimini de kapsayan bu üçlünün Asyatik vurgusunu birer  ‘demokratik’ devlet olarak Türkiye ve Almanya dengeleyebilir.

Kriz sonrası dönemin olası iktisadi-siyasi liderlik potansiyellerine bir başka yazıda değinebiliriz.

“Memleketin hali kötü ama gidişatı iyi”

Herkes işlerin kesatlığından, dünyanın daha kötüye gittiğinden vesaire yakınıyor. Sizce hayat nasıl gidiyor?
Valla bizim dışımızda ve bize rağmen gitmeye devam ettiği çok açık. Yalnızca benim hayatımı değil benim de parçası olduğum “insan hayatı”nı kastettiğinizi varsayarak bu soruyu sorduğunuzu biliyorum. Fakat kaçamak bir cevapla kendimle ilgili kısmı es geçmeme müsaade ediniz: Türkiye’de yaşayan herhangi bir insan kadar mutlu ve herhangi bir insan kadar umutsuzum.

Aslında, Türkler olarak dünyanın sosyal ve ekonomik olarak hızla değiştiği bir dönemi epey derinden ve sarsıcı biçimde yaşıyoruz. Diyeceğim o ki en azından bir konuda herkes hemfikir gibi görünüyor: Yaşanan ekonomik kriz, ekonomik sistem içerisindeki uygulama hatalarının bir sonucu olduğu kadar yeni bir milat da oldu. Hatırlayınız 2000 yılına başlarken tüm dünyada milenyum başlıyor anonslarına rastlanıyordu. Yani beklentiler çok yüksekti ve kökten değişimlerin arifesinde olduğumuz düşünülüyordu. Ama geçen dokuz yıldan sonra hep birlikte tanıklık ediyoruz ki milenyum asıl şimdi başlıyor. Ekonomik koşullar itibariyle de bu böyle, oluşan yeni dengeler itibariyle de. Örneğin, nüfusları kalabalıklaşan ve büyüyen Asya ülkelerinin enerji kullanımlarının artacağı; bu ülkelerin gelir artışı ile birlikte dünya siyasetinde daha etkili olacakları anlaşılıyor. “Memleketin hali kötü ama gidişatı iyi” yazısına devam et

Açılım aşınızı yaptırdınız mı?

Açılım mı...

Son zamanlarda ülkemizde hızla yayılan ve tedavisi tam olarak bilinmeyen bir hastalık var biliyorsunuz. Hastalığın asıl risk grubu “seçmenler”; hele işsizlik ve durgunluk sebebiyle işleri kesat olanlar arasında bu hastalık çok daha yaygın. Neyse ki siyasiler, bağışıklık sistemleri(!) güçlü olduğu için risk grubuna dahil değiller.

Tabii “Açılım Aşısı” yalnızca tek bir hastalığa karşı bağışık kılmıyor. Hani hepimiz olduk küçükken, bir BCG aşısı vardı, tıpkı onun gibi, çok yönlü, etkili ve kalıcı. Biz önce hastalığa bakalım. Açılım aşınızı yaptırdınız mı? yazısına devam et

Hatırlatması Bizden Çözümü Sizden!

turgut ozalEditör dostum İbrahim Şamil mesleği itibariyle arşiv konusuna meraklıdır. Kendisi medya okuryazarlığı üzerine de çalıştığından olsa gerek şimdilerde gazetelerimizin eski yıllarda manşetlerinde neler söylediklerine odaklanmış. Yüzünde muzip bir gülümsemeyle büroma gelip de bana Hürriyet Gazetesi’nin 26 yıl öncesine ait bir manşetini hatırlatması bundandır. Yazının sonuna kadar sıkılmadan okursanız bu manşetin bugünümüze ilişkin ne kadar da çok mesaj taşıdığını siz de anlayacaksınız.

Hürriyet Gazetesi 7 Aralık 1983 tarihinde sürmanşetten tam olarak şöyle seslenmiş:

Hürriyet’ten Mesaj: “Hatırlatması Bizden Çözümü Sizden… Özal’ı Bekleyen 7 Sorun”

1. Konut sıkıntısı, 2. Enflasyon, 3. Orta Direk, 4. Vergiler, 5. Enerji Darboğazı, 6. Bürokrasi, 7. İşsizlik Hatırlatması Bizden Çözümü Sizden! yazısına devam et

IMF İstanbul’da kendi evinde; Ankara, İstanbul Deplasmanında

imfTam da “bayram değil seyran değil…” durumu. Uluslararası derecelendirme kuruluşları Türkiye’ye teveccüh gösteriyor! Aynı kuruluşların krizden önce batan bankalara tam not vermiş olduğunu hatırlamazsak son derece olumlu bir gelişme.

II. Dünya Savaşı sonrası “yeni dünya düzeni” ve yeni ekonomik konseptin oluştuğu yıllarda, Türkiye de dışa açık bir ekonomi politikasına adım atıyordu. Şimdi de krizin etkilerinde azalmanın başlayacağı söylenen günlerde (post-crisis era) yeniden İstanbul’da toplanılıyor. Dünya Bankası Grubu ve IMF Yıllık Toplantısı 6–7 Ekim 2009 tarihinde İstanbul’daki yapılmış olacak. Ama bana göre asıl kritik konu 5 Ekim günü yapılacak seminerler. Seminerlerin ortak başlığı: “Krizden sonra”. Bu başlık altında düzenlenen seminerlerde kriz sonrasında uygulanacak yeni finansal sistem tartışılacak. IMF İstanbul’da kendi evinde; Ankara, İstanbul Deplasmanında yazısına devam et

Demokratik Açılımın “A”sı Ramazan’ın “W” si…

W modelKocabaşlar bir haftadır “açılım”“saçılım” mı karar veremezken ve gelişmeler de ekonomik gündemden rol çalarken durum “kaçınım” haline geldi. Ama piyasa ekonomisi hala krizden çıkış senaryolarını emanet ettiği kâhinlere ihtiyaç duyduğuna göre, önümüzde uzun bir yol var demektir.

Biliyorsunuz krizle ilgili “yaratıcı” ifadeler, kendisini alfabenin çeşitli harfleri ile göstermeye başlamıştı. “V” ile hızlı bir çıkış, “U” ile dipte uzun bir süre oyalanan ama daha dik bir çıkış öngörülüyordu. Sonra benim de dâhil olduğum bir başka zümre “W” açılımı yaptı. Yani halk arasında “testere ağzı” olarak adlandırılan çıkış sembolü. Demokratik Açılımın “A”sı Ramazan’ın “W” si… yazısına devam et

Krizin finansal göstergelerden başka anlamı yok mu?

rates, rates...

Tarih gösteriyor ki; ekonomik krizlerle siyasal yapılar arasında doğrudan bir ilişki var. Ekonomik krizin yol açtığı en kısa vadeli sonuç, kriz sırasında iktidarda olanların güç kaybettiği. Bugünlerde içinde bulunulan süreç, sadece tek bir ülke veya bölgede değil, tüm yerkürede hissediliyor. Öyleyse, önümüzdeki yıllarda bir çok ülkenin siyasi yapısında değişikler gözlemlenebilecek. Bu farklılaşmaların, ne yönde ve hangi şiddete olabileceğini ise ekonomik krizin etki gücü tayin edebilecek. Krizin finansal göstergelerden başka anlamı yok mu? yazısına devam et

2009’dan Sonra

Tünelin sonundaki ışık acaba ne?Ekonominin geleceği ile ilgili tahminler, istikrarlı dönemin bu yılın Ekim, Kasım aylarında başlayabileceğini gösteriyor. Ondan sonrası için oluşturulan modeller, özellikle Türkiye bakımından pozitif işaret taşıyor. Bugün, biraz olsun 2010 ve sonrasında geçerli olabilecek şartları tartışabiliriz diye düşündüm.

Dünyanın ekonomik ekseni, Batı’dan Doğu’ya doğru kayıyor. Talep açığı olan Dünya ekonomisi, büyük nüfus yoğunluğuna sahip Asya’nın, aynı zamanda üretici de olduğu bir yeni denge ile karşı karşıya. Güneydoğu Asya’dan Asya’nın Batı’sına doğru uzanan geniş coğrafya, sahip olduğu insan ve hammadde kaynağı ile iktisadi stratejinin yönünü değiştirdi. Daha da değiştirecek. Asya’ya komşu Ortadoğu ülkeleri, Kuzey Afrika, gelişmekte olan merkezler. Bu merkezleri haritada veya zihninizde bir araya getirip Batı’ya en yakın noktayı işaretlediğinizde, oranın Türkiye olduğunu görebiliyorsunuz. Asya kadar otoriteryen ve standart dışı değil ama, Batı demokrasilerinin işgücü piyasaları kadar da stabil olmayan bir ülke Türkiye. 2009’dan Sonra yazısına devam et