Türkiye ekonomisi ‘taburcu’ olabilecek mi ?

Türkçenin ilginç deyimlerinden biri de “taburcu” olmak. Hastaneden çıkabilecek kadar iyileşebilmiş, tedavisi kısmen veya tamamen tamamlanmış hastalar için kullanılageliyor. Türkiye’de hastaneler ilk defa askerî amaçla kurulduğundan, kelimenin çıkış noktası cihet-i askeriyeden… Hastamız iyileşti; artık revirden çıkıp tabura dönebilecek, görevlerini yerine getirebilecek durumdadır anlamında…

Memleketimizin ekonomisi söz konusu olduğunda “taburcu” olmak, istikrara kavuşmak anlamında düşünülebileceği gibi etrafımızdaki ateş halkasına bakılırsa aynı zamanda “savaşa hazır olmak” manasında da kullanılabilir.

Dünya’nın dört bir köşesindeki küçük ateş çemberlerinin birbirlerini besleyerek büyük bir yangına dönüşmeye yakın olduğu anlaşılıyor. Bu şartlar altında, Türkiye ekonomisinin savaşa hazırlık seviyesini “hesaba katmak” her zamankinden daha zaruridir diyebiliriz.

Türkiye’nin içinde bulunduğu coğrafyada muhatap olabileceği sıcak çatışma riski, bilinen “topyekûn savaş” (total war) algısını karşılamıyor. Bu anlamda bölgesel sorunların Türkiye’ye yansımasını engellemek için girişilmesi zorunlu harekâtların karşılık görmesi, “öncelikli risk” olabilir. Nitekim bir süredir sınır ötesi harekâtlara ağırlık veren Türkiye, sınırları içine yansımadıkça böyle bir çatışmayı rahatlıkla göğüsleyebilecek bir ekonomik yapıya sahip.

Makroekonomik anlamda ise “taburcu” olmanın koşullarını, unsurlarına ayırarak analiz etmemiz doğru olur.

Büyümedeki Avantajımızı Kullanabilmek İçin

Türkiye ekonomisi “büyüme” yönüyle Dünya ekonomisi içerisinde pozitif ayrışıyor. Büyümenin kalitesine gelince; kamu mali dengesini, fiyat istikrarını, ödemeler dengesini hatta son dönemlerde gelir dağılımını da bozan bir büyümeden söz edebiliyoruz.

Sadece para politikalarıyla ekonomiyi “iyi ekonomi” hâline getirmek mümkün değil. Demem o ki maliye politikasının da desteğini almayan bir istikrar algısı “taburcu edilmiş” bir ekonominin tarifine uyamıyor.

Ekonomi politikasının mimarları, vergi ve harcama reformlarını araç setine eklemeyi ihmal etmemeli. Özellikle ve öncelikle kamu kesiminin, tüketim ve yatırım harcamalarında özel kesime eşdeğer bir tasarruf iradesini göstermesi gerekiyor.

Dezenflasyonun bütün yükünü nihai tüketiciye yüklemek doğru değil. Aksi hâlde, gelir dağılımındaki bozulma devam edecektir. Enflasyon hedeflemesi rejimi söz konusu olduğunda, teorik olarak faiz ve kurun aynı anda kontrol edilmesi isteğinin bir kenara bırakılması gerekiyor.

Maliye Politikası Para Politikasına Göre Daha Avantajlı Olabilir

Hızla düşüşe geçen “kredi risk primlerinin” (CDS) bu eğilimi koruması yabancı yatırımcıyı cezbetmeyi sürdürecektir. İç piyasada bozulan gelir dağılımı, bir kesimin elinde adres arayan tasarrufları artırırken kredi faizlerinin yükselişi sadece tüketimi değil yatırım harcamalarını da kısıtladı. Kur Korumalı Mevduat çözülürken bu tasarrufların yatırıma dönüşmesi için yeni bir yöntem arayışına ihtiyaç duyuluyor.

Ekonomide istikrar için yukarıda sayılan sorunların da çözümlerin de kesişim kümesinde kamu açıkları yani maliye politikası var. Hem dış ticaret açığı hem tasarruf açığı varken bir de kamu açığı ekonomideki dezenflasyon politikalarını değersizleştirmese de kısıtlayıcı hâle getiriyor.

Üçüz açık, jeopolitik sorunların arttığı dönemlerde sürdürülebilir, yönetilebilir değil. Servet üzerindeki vergilendirme enstrümanları şirketlerin sermaye yapılarını da güçlendirecek çözümlerden biri olabilir.

Kamu sektörünün tüketim harcamalarının ciddi bir kısıtlamaya tâbi tutulması zorunlu görünüyor. Devlet bütçesinin tüketici üzerindeki baskıyı toplumun geneline yayması için vergi politikasının etkinliğini artırması da elzem… Bu türden önlemler üçüz açığı ikiz açığa indirgeyerek faiz haddi üzerinden gerçek bir dalgalı döviz kuru sistemini mümkün kılabilir.

Türkiye ekonomisi ‘taburcu’ olabilecek mi ?” hakkında bir yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir