Güncel Gelişmeler Işığında Davranışsal İktisattan, Kavranışsal İktisada…

Son yıllarda çok satan kitaplar, dizi ve filmlerde kısacası popüler kültürde psikoloji ve psikiyatri ‘moda’ hâline geldi.

Bilim, gündelik hayata meze yapılan bir kültür endüstrisi ürününe dönüştürülüp kitleselleştikçe, neredeyse bir ‘mistifikasyon’ etkisi yaratıyor. Başka bir bakış açısına göre popülerleşen bilim, ‘mistifikasyon’ ihtiyacını karşılıyor ya da Kafkaesk bir yorumla gündelik hayattaki başa çıkılması güç unsurları açıklayarak ortalama bireye geçici bir bilgelik(!) deneyimi yaşatıyor.

Ekonomide son yirmi-otuz yılda Nobel Ödülü alan iktisatçıların davranışsal ekonomi konusunda çalışıyor olmaları da bu durumla ilişkili olsa gerek.

Davranışsal iktisadın revaç bulmasının bir nedeninin de iktisat teorisinin başlangıçtaki yanlış kabulleri olduğunu düşünüyorum.

‘İnsan rasyonel bir varlıktır’ ya da ‘İnsan ekonomik davranışlarını ihtiyaç ve kaynaklar arasında yaptığı tercihlerle çıkarını maksimize edecek şekilde yapılandırır’ gibi varsayımlar, klasik ekonominin mottosudur. Hâl böyle olunca, klasik iktisat, tümevarım yoluyla devletin ekonomiye müdahalesini, hatta bizzat devleti ‘zorunlu bir fenalık’ olarak gören anlayışları beslemiştir.

Teori ile Pratiğin Uyumsuzluğu

Gerçek şu ki insan, ekonomik tercihlerini rasyonel bir şekilde oluşturmuyor. Toplumlar da ekonomik ortama müdahale edilmediğinde bile en yüksek çıkarlara ulaşamıyorlar.

Ortada fizik gibi matematik gibi pozitif bir bilim dalı olmadığına göre ‘istisnaların kaideyi nasıl bozduğunu ya da kuvvetlendirdiğini’ anlamaya yarayan bir alt disipline ihtiyaç duyulması kaçınılmaz. Mikroekonomide davranışsal iktisat olarak kendisini gösteren bu alt disiplin, makroekonomide kamu müdahalesinin sınırlarının tartışıldığı birçok teoride karşılığını bulabilir.

Uluslararası ekonomi tecrübesi, beynelmilel kurumların ulusal ekonomilerle ilgili önerilerinin de sosyolojik ve psikolojik gerçeklikten koptuğunda başarı şansının olamadığını gösterdi. Arjantin’e, Türkiye’ye, Rusya’ya verilen istikrar programlarının bazı ülkelerde sosyal çalkantılara bazılarında gerçekten istikrara öncülük etmesi, yakın tarihin bilinen çelişkileri değil midir?

Ekonomi elbette pozitif bir bilim değil. Fakat ekonomik araştırmalar zamanla ekonominin neredeyse bir bilim de olmadığını ispatlamaya çalışır hâle gelince bizzat araştırmaların yönünün bir düzeltmeye ihtiyaç duyduğu, gözden geçirilmesi gerektiği anlaşılıyor.

Popüler kültürün bize eylediklerine geri dönersek…

Ekonominin ihtiyaçlardan ve kaynaklardan bağımsızlaştığı, yerçekimsiz hâle dönüştüğü bir literatür olarak kalmaya doğru evrildiği savunulmaya başlayacaksa, bu tavrın adı ekonomisizlik olacaktır. Şu halde referansını yine ekonomiden alan bir karşıt yaşam tarzı insanlığı hayal alıp-satan, sanal gerçeklik ile gerçeklik arasında bağı kopmuş bir yaşamın eşgüdümünde, yarı gerçek, kurgu-bilim iktisadına sürükleyebilir.

Dünyayı Daha Anlaşılır Kılmak

Davranışsal iktisadın giderek önem kazanıyor olmasının arkasında, istisnaları açıklamak vardı. Amaç, ekonomideki kabullerin gerçekliğini test etmek, istisnaları ortaya koymaktı. Bugünün gündelik yaşam algısıyla bakarsak artık istisnaların kural, kurallarınsa istisna hâline gelmeye başladığı bile ispatlanmaya yakın olabilir.

Paralel iki dünya olduğu; harcamasına kaynak arayan üretenler ile kaynağına harcayacak yer arayan tüketiciler arasında bölüşülen dünyada ilkinde “ekonomi biliminin”, öbüründeyse “ekonomi dışılığın” egemenliğinin hüküm süreceği anlaşılıyor.

Oysa davranışsal ekonomi yerini ‘kavranışsal’ ekonomiye bıraksa belki de dünya daha anlaşılır bir yer hâline gelebilir.

İnsanlar, toplumlar, olanları anlamak, olacakları tahmin etmek; kendilerine gösterileni, dayatılanı kavrayabilmek için, referansını karşıtından alan, özgün olmayan çeviri tecrübelerdense gerçek ve olgulara dayanan ekonomiyi, psikolojiyi, sosyolojiyi ilk elden edinmekten başka çözüm olmadığını anlamalı.