Türkiye Dizi Sektörü ile Nasıl Bir Hikâye İhraç Ediyor?

Yapay zekâya sorulduğunda, Türk dizilerinin ihracat geliri 2023 yılı için 600 Milyon Dolar olarak raporlanmış görünüyor. 2008 yılını başlangıç kabul edersek, bir sektörde ihracatın 15 yılda 60 katına çıkması büyük bir başarıdır.

 

 

 

 

 

 

 

 

Türkiye ekonomisine reklamdan dekorasyona, turizmden yerel kalkınmaya pek çok alanda destek veren sektörde toplam 200.000 kişi istihdam ediliyormuş. Bu yazıda sektörün herkesçe az çok bilinen etkilerini bir kez daha sıralamak yerine tıpkı savunma sanayinde olduğu gibi önemli bulduğum farklı sosyo-ekonomik etkileşimlerinden bahsetmek istiyorum.

Tarih bilincinin yeniden inşası, ihya edilen geçmişin gelecek rüyası

Kültür emperyalizmi, Batı’dan Doğu’ya doğru yayılan şekliyle yüzyıllardır genellikle dış ülkelere karşı oryantalist bir tavırla bilinir hâle gelmiştir. Günümüzde Doğu’dan Batı’ya yönelen kültür endüstrisinin kullandığı araç setinin kategorik farklılığı, bu açıdan dikkat çekicidir.

Türkiye’deki dizi sektörünün mevcut profili ile ortaya koyduğu içerik, Türk tarihinin emperyal dönemlerini yeniden, bazen de günümüze atıflar yapmaya çalışarak yorumluyor. Geniş kitlelere ve bu arada Türkçe konuşmayan insanlara da Türklerin milli, dini, tasavvufi kimliğini ve bu kimliğin geçmiş dönemlerdeki olağan ‘iş yapma’ şeklini anlatıyor.

Tıpkı savunma sanayi ürünlerindeki dağılım gibi dizi yayıncılığının küresel ihracat alanlarındaki yüzdesel dağılımına bakıldığında, devlet organizasyonları zayıf ve gelir dağılımı kötü olan; ekonomik çıkar gruplarının, dinlerin, mezheplerin ve bunlar arasındaki çatışmaların yaygın olduğu coğrafyaların, ihracatın neredeyse %80’ini oluşturduğu görülüyor. Elbette bu bir tesadüf değil.

Öne çıkan yerli dizilerin içerik malzemelerine baktığımızda; kaybedilen tarihsel kimliğin inşasında “dış güç” mağduriyeti, kutuplaşma, referansını karşıtından alma, militarist modernleşme, zengin-fakir, güzel-çirkin, haksızlıkları telafi etmeye yönelik intikam içgüdüsü ile hayatı tersyüz etme arzusunun makrodan-mikroya doğru yayılması dikkat çekiyor.

İç pazarda Türkiye’nin neden kabına sığamadığını gösteren argümanlar, dış pazarda, benzerlikler veya karşıtlıklar üzerinden az gelişmişlik hissiyatına tercüman oluyor. Bu da yeniden inşa arzusunun ‘katharsis’ine ve eski günlerin ihyasını en azından psiko-sosyal olarak mümkün kılıyor.

Yusuf Kıssası’nın Kuyudan Sonrası

Kamu diplomasisi salt seyirlik eğlence ürünleri ile yol alabilir ama ilanihaye sürdürülemez.

Belli ki ‘arz-ı mev‘ûd’un karşısına konumlanacak herhangi bir senaryo, yeryüzünün pek çok yerinde ilgi çekiyor. Bununla beraber, hikâyenin sonunda fakirin zengin, savruk olan devletin ihtiyatlı, mağdurun haklı, iffetlinin itibarlı, haklının güçlü hâle dönüştüğü ‘kıssaların en güzeli’ Yusuf Kıssası’nın toplumsal tarih metaforuyla okunduğu bir Dünya, elbette dizi film üretmekle ve başkalarına pazarlamakla kurulabilir hâle gelmeyecek.

Kuyudan çıktıktan sonra Yusuf Peygamber’in seyrindeki yükseliş süreci, kesintisiz değildi. O, uzunca bir vakit zindanda kaldıktan sonra güç biriktirmeyi, temkinli bir kamu ekonomisini telkin ederek kendisine eza edenleri de kınamadan hikâyenin sonunu getirmeyi bilmişti.

Türkiye’nin de bütün siyasal ve toplumsal realitesi ile bir hikâye ihraç ettiğinin; dolayısıyla bu hikâyenin niteliğinin her anlamda halkın refahı doğrultusunda ihya edilmesi gerektiğinin farkına varıldıkça, elbette önümüze yeni engellerin dışında yeni fırsatlar da çıkacaktır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir