Yanlış hatırlamıyorsam lisans eğitimi sırasında, nükleer silahlanmanın etkileri ile ilgili bir kompozisyon yazmamız istenmişti. Yaşımız itibariyle muhtemelen bir parça marjinal görüşler yazıp ukalalık yapmak gayretiyle, “nükleer silahlanma yarışı barışı korumaya yardımcı olur” diye yazmış “çünkü çift kutuplu bir dünyada hiçbir ülke bu boyutta yok edici silahları kullanmaya cesaret edemez” diye de devam etmiştim.
O vakitler son demlerini yaşayan Doğu Bloğu ile başını ABD’nin çektiği Batı, nükleer silahlanma yarışındaydı. Zaman zaman, iki bloğun sahip oldukları silahları kullanmaları halinde menzillerinin nerelere kadar ulaşacağı, hangi kentlerin bir anda yok olabileceği gazetelerde hem de renkli grafiklerle gösteriliyordu. Bering Boğazı ile Alaska sınırlarında gösterilen SSCB denizaltılarından atılacak bir füzenin Washington’a hangi hızla ulaşabileceği; radarda tespit edilen bir Rus füzesine karşılık ateşlenecek bir ABD füzesinin diyelim ki Moskova’daki insan yaşamını nasıl sona erdireceği konusu özellikle yaz aylarında haber sıkıntısına düşen gazetecilerin, olası bir Türk-Yunan savaşından sonraki ilk akla gelen konusuydu. Kahvehanelerde, emekli amcalar siyasi eğilimlerine göre kül tablasını Varşova Paktı, sigara paketini NATO kuvvetleri olarak resmeder; çakmak Rus denizaltısı olur, attığı balistik füze Manhattan’ın ortasına düşünce, sigara paketi masadan alınıp sehpanın üzerine konulurdu.
II. Dünya Savaşı sonrasında oluşan ABD liderliğindeki Batı Bloğu karşı blok ile savaşı bir şekilde kazanınca, kompozisyonumdaki öngörü maalesef haklı çıkmış oldu. Glasnost ve perestroyka rüzgârıyla dağılan Doğu Bloğu, ABD ile imzaladığı silahsızlanma anlaşmalarıyla nükleer silah yarışının dışında kaldı. Bu arada ABD de yıldız savaşları projesini askıya alarak büyük bir bütçe yükünden kurtulmuş oldu.
Ne ki tek kutuplu dünya yapısallık kazanır kazanmaz, ABD, Kuveyt ile çatışan Irak kuvvetlerine müdahale etmeyi kendine hak gördü. Sonrasında ABD askeri-endüstriyel gücü Güney Amerika’da, Afganistan’da, İsrail’de eşitsiz güç savaşları yapmaya devam etti. Ve 11 Eylül provokasyonu sonrasında ABD’nin “haklı gerekçelere” dayanan(!) Ortadoğu’daki misafirliğini ikamete dönüştürmesi amacıyla düzenlenen II. Irak Savaşı, bu kez, sadece Irak’ı değil, tüm bölgeyi şekillendirme çabasını tescil etmiş oldu.
Yarının savaşının nedenleri…
Dünyayı etkisi altına alan bugünkü derinlikte ekonomik bunalımların ölçek ve nitelik itibariyle en yakın örneği, birçok mecrada ifade edildiği üzere 1929 “Büyük” buhranıdır. Büyük Buhran’ın ertesinde oluşan yeni dengenin İngiltere’den çok ABD lehine gelişmesi; Almanya’nın yükselen gücünü tescil ettirme çabası; bunalımı aşmak için desteklenen askeri araç-gereç ve teknoloji üretiminin devlet bütçelerinden desteklenmesine yol açtı.
I. Dünya Savaşı öncesinde Avrupa merkezli yaşanan uluslararası hammadde paylaşımı o günün koşullarında petrolden başka ağırlıkla çelik ve kömür üzerinde cereyan etti. Sömürge yarışı ve sanayileşmenin getirdiği hammadde arayışı cabası… Yeni üretilen savaş müteşebbisliği araçları geniş ve derin coğrafyalarda test edildi. Bu araçlar daha sonra, savaşa dâhil edilen çevre ülkelere satıldı.
I. Dünya Savaşı Avrupa’yı mali bir krizle yüzleştirince yeni bir savaş riskinin realize olması için sadece yirmi yıl beklemek yetti de arttı. Tabii resmi tarihin bize öğrettiği şekilde Osmanlı’nın savaşa Enver Paşa’nın bir aldatmacası ile dâhil olması, “Almanya mağlup edildiği için, bizim de yenik sayıldığımız” bilgilerini ciddiye alırsak, Osmanlı coğrafyasındaki tarım ürünü ve petrol varlığının savaşa girmemiz ile hiçbir ilgisinin olmadığını(!) düşünmek gerekir.
Demek ki; Bir savaşın nedenleri ve sonuçları üzerine düşünürken, temel bir tarih ve ekonomi bilgisine sahip herkesin görebileceği ortak noktalar, Carl von Clausewitz’in tabiri ile “savaş, politikanın uzantısıdır” sözünü doğrulamış olacak. Politika da ekonominin uzantısı olduğuna göre, ekonomik ve siyasal dengelerin dağılıp yeniden kurulduğu şu günlerde yeni bir savaşın ayak seslerini duyanlara “gaipten ses duyuyor” muamelesi yapmanın gereği yok.
Özet bir genellemeyle yakın tarih savaşlarının neden ve sonuçlarını toparlarsak şu hususların dikkat çektiğini görüyoruz:
- Gelişen nüfus ve pazarlara ulaşmak,
- Savaş nedeniyle yeniden yapılanması gereken pazarları inşa ederek iç piyasaya ticari girdi sağlamak,
- Bugünün ve yakın geleceğin enerji kaynaklarını ele geçirmek,
- Kaynaklara yakın olmak,
- Kaynaklara sahip olan ülkeleri savaş yoluyla fakirleştirerek ucuz girdi temini sağlamak,
- Biriken mal ve emtia stoklarını nakde tahvil etmek,
- Ekonomik krizi hafifletmek için piyasaya likidite sunmak,
- Ekonomik krizden etkilenen iktidarların düşen politik desteğini artırmak için, seçmene yüce menfaatler ve değerler sağlamak.
- Seçmeni farklı ideolojik motiflerle harekete geçirerek, kalıcı yandaşlar sağlamak.
- Savaş nedeniyle oluşan politik atmosferi uzun süren liderlikle pekiştirmek.
Bugün ABD ve Avrupa’nın zorlanan ekonomik koşullarına karşın, Çin, Hindistan, Türkiye, İran, Rusya gibi büyüyen ve/veya büyüme potansiyeli taşıyan ülkelerin sahip olduğu iktisadi potansiyel ve pazar kaynakları, bu ülkeler için önemli birer tehdit unsuru oluşturmaktadır. Hızlı gelişen Asya kıt hammaddelerin tüketimini artırdığı için, orta ve uzun vadede hammadde fiyatlarının artışını zorlamakta, gelişmiş ekonomilerin kaynak maliyetlerini ve büyüme hızlarını sınırlandırmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerin hızlı kaynak tüketimi, gelişmiş ülkelerle birlikte dünyanın bir gezegen olarak varlığının devamını tehdit etmektedir.
Bütün dünyada gıda fiyatları orta ve uzun vadede artma eğilimi göstermeye devam edebilecektir. Mevcut ekonomik sistem fizik olarak sürdürülebilir değildir.
Üretim teknolojisinin değişimi ile ürün ve hammaddelerin pazarlama koşulları paralel hızda gelişmemektedir. Uluslararası ticaret ve ödeme araçlarının gelişmesi istikrar göstermediği gibi uluslararası finansal mimarinin şekillenmesi için gerekli güç merkezileşmesi de mevcut dünya düzeninde oluşmamıştır. Farklı din ve mezheplerin hâkim olduğu ülkelerin kendi içinde ve ülkelerin birbirleriyle karşılaştırılmasında makul olmayan gelir farklılıkları bulunmaktadır. Kentlerin çevresinde oluşan nüfus, artan gelir farklılıkları ile birlikte marjinal görüşler ve terörün insan kaynaklarına yataklık etmektedir.
Bütün bu karamsar tabloya karşın geniş nüfus gruplarına sahip coğrafyalarda, tek kutuplu dünya görüşüne karşı anlamlı bir siyasi muhalefetin oluşmuş bulunmasını önemli bir faktör olarak zikretmek gerekir. Fakat şartları alt alta sıraladığımızda dünyanın kapsamlı bir savaşa doğru adım adım yürümekte olduğu da görülmektedir. Bu konuya daha sonra yine döneceğiz.
Kusura bakmayın ama ben de bu düşüncelerin çoğunun altına imzamı atıyorum. II. Dünya Savaşının çıkma nedenlerine baktığımızda sizin de değindiğiniz gibi üretilen malın pazarlanamaması nedeniyle Almanya’nın soğuk yani ekonomik savaşta başarılı olamayıp sıcak savaşa yöneldiğini görüyoruz. Bugünkü konjonktürü irdelediğimiz zaman soğuk savaşın yerini sıcak savaşa bıraktığı bölümleri rahatlıkla görebiliriz. Bunların sonuncu örneği Irak’taki ABD işgalidir. Azgın kapitalist ülkelerin pazarlama ve enerji temini için türlü bahanelerle ülkeleri hegemonyalarına almak için gösterdikleri çabayı hep birlikte görebiliyoruz.
Belki benim düşüncem marjinal kalacak ama emperyalist ülkelerin ileride enerji açıklarını kapatmak amacıyla sıcak savaşa doğru yöneleceğini düşünüyorum. Çünkü Soğuk Savaşta (ekonomik savaşta) başarılı olamayan metropol ülkeler, sıcak savaşa doğru yavaş yavaş zemin hazırlamaktadır. İnşallah böyle bir şey olmaz ama göstergeler bu yönde olup yeraltı enerji kaynakları bakımından oldukça zengin olan ülkemizin ne olacağı ise merak konusudur.
evet doğru savaş zaten sürekli var .
Uzun süredir özellikle ABD ve Avrupa’nın sürdürdüğü ekonomik savaşta umduğunu bulamaması, yerini sıcak savaşa bırakacağı aşikar bellidir. Bence ülke olarak hepimiz ABD, Avrupa için sahip olduğumuz kaynak zenginliği bakımından büyük bir tehdit oluşturduğumuzun farkındayız farkındayız da malesef çok acıki hala kukla konumundayız. Birileri oynatacak ve bizde oynayacağız.
Son paragrafınızda değindiğiniz gibi yavaş yavaş bu savaşa doğru gidiliyor.En acı tarafı (savaşı kesinlikle tasvip etmiyorum)bizim bu savaşta maalesef kukla tarafında olmamız.
Parapsikolog Hunter MACKINTOSH’a göre gelecek şimdi’de mevcut! İçinde bulunduğumuz zamanı geçmişimiz tarafından belirlenmiş olarak düşünürüz, çünkü zamanımıza kadar gelen olayların akışını izleyebiliriz. Fakat sebep-sonuç bağıntısını o andan itibaren geleceğe kadar sürdüremeyiz. Yine de geleceğe ait olayların önceden kesin olarak bilinmesine dair elimizde örnekler bulunmaktadır. Çağlar boyu savaş’ın biçimselliği değişmiş, stratejileri ve politik kusursuzluklarıyla yarınlara taşınmıştır. Üçüncü Dünya ülkeleri, Avrupa Birliği, Nato Derken en kutuplar kalın çizgilerle saflanmıştır.İçinde bulunduğumuz ve global yapının vazgeçilmez tesirleriyle dolu Para Piyasaları ekonomistleri Nostradamus olmaya zorlamıyor. Bilinenin aksine Bu kriz , kaynakların kullanımı ve tüketiminin ekonomik değil, ekolojik-ideolojik nedenselliklerden kaynaklandığının bir göstergesi.Saygılaımla. Nuray TUNÇ