Ülkemizin son yıllarda dünya ile olan alışverişi arttıkça, Türkiye’deki kurumsallaşma çalışmaları da ivme kazandı. Kurumsallaşma özellikle kaynak planlaması için biçilmiş kaftan. Bir işletme içindeki her operasyonun yazılı hale geldiği, sınırların, denetim alanının, prosedürlerin belirli olduğu bir yönetim biçimi. Elbette ilk bakışta arzulanan bir üslup. Ama kurumsallaşmanın da bir literatürü, estetiği, terminolojisi, finansman yapısı oluşmaya başladıkça, bu işin ithalinin de can sıkıcı bir hal aldığını görmemek mümkün değil.
Öncelikle, şirketlerin “kar etmek” amacından hareket ettiğini bir kenara yazalım. Firmaların referans kabul ettiği temel kavramların arasında “kişilik” ve “süreklilik” de var. Kurumsallaşma, bu kavram ve amaçları kurallara dönüştürerek, şirketi kişilere bağımlı olmaktan çıkarmayı amaçlıyor. İşgören devir hızının zaman zaman arttığı dönemlerde, kurumsal yapılar daha düşük insan kaynakları riski taşıyor. Daha iyi eğitimli çalışanları cezbedebiliyor. İşin diğer yönü, gelişme potansiyelinden şüphe duyulmayacak bir çok çalışan, kendilerini bu kurumsal yapıya teslim ettiğinde, kuruma olan aidiyet duygusu, iş geliştirme perspektifine galip geliyor. İyi bir şirkette çalışmanın verdiği “kurumsal rehavet”, istihdam yapısını renksizleştiriyor.
BENCHMARKING iyi bir öğrenme biçimi mi?
Türkiye’deki kurumsallaşma dinamiği, firmaların kendi ihtiyaçlarından başka, literatürdeki adıyla “benchmarking”, Türkçe’ye belki kıyaslama olarak çevrilebilen yöntem üzerinden değerlendiriliyor. Bir yandan, firmaların daha çok katma değer üretmesi gerekliliği vurgulanırken, diğer taraftan, işletme büyüklüğü ve sektörüne göre, daha kapı girişinden başlayıp, çalışanların masasındaki aksesuara kadar tümüyle aynı terzinin, mimarın elinden çıkmış bir hijyen, bilgi akışı ve yorumlama prosedürü; hatta üretim hattına varana dek bir “matrix” hali gözlemleniyor. En yenilikçi şirketler bile marjinal görüşleri, bilinen “iş süreçleri”ne dönüştürmenin peşinde. Ekonomi, bant üretimi, ölçek ekonomisi döneminden kalma neo Fordist-Taylorist yönetim şeklinin, kendisi bile değil reprodüksiyonu haline geldi.
LAFI FAZLA UZATMADAN “NEYİ YANLIŞ GÖRÜYORUM?”
Ölçek ekonomisinin bir çok can alıcı noktası var ama belki de en dikkat çekici yanı, homojen, türdeş, birörnek, adına ne derseniz deyin söz konusu yapılarda, bir işlem ne kadar çok sayıda tekrar edilirse firmanın satışının ve karının o kadar arttığı bilgisi idi. Kitle üretimi, refah toplumu, işbölümü, kentleşme, gelir artışı, siyasal bloklaşmalar gibi pek çok neden-sonuç ilişkisinden bahsedilirken, aslında sistemin altında yatan temel varsayım kenarda bırakılmamalı: Ürün başına düşen sabit maliyetleri düşürmek, ancak yüksek miktarda üretimle mümkündür. Hata, bugün “bilgi” gibi kullanıldıkça tükenmeyen bir girdi ile oluşan ürünü ortaya çıkaran işletmenin, o günlerdeki işletme olmaya özenmesi.
Bilginin Farklı Ülkelerde Kg Başına Fiyatı*
BETON |
1 SENT |
ÇİMENTO |
5 SENT |
DEMİR-ÇELİK |
50 SENT |
ALUMİNYUM |
1,5 DOLAR |
OTOMOBİL |
10-100 DOLAR |
YOLCU UÇAĞI |
100-1.000 DOLAR |
FİBEROPTİK KABLO |
3.000 DOLAR |
SAVAŞ UÇAĞI |
10.000 DOLAR |
UYDU |
100.000 DOLAR |
SİLİKON ÇİP |
4.000.000 DOLAR |
*TÜBİTAK
Bugün, birbirine ”benzeyerek farklı olmak” gibi ucube bir kurumsallaşma dekoru oluşurken, “daha çok üretiyoruz, daha çok ihraç ediyoruz ama bir şey eksik, acaba ne?” soruları henüz “kafa sesi” seviyesinde. Kimsenin çıkıp da “yahu biz her hastaya aynı reçeteyi yazdık” diyecek cesareti de olmadığından, kurumsallaştırma “sektörü”nün muğlaklaşmaya, iddiasızlaşmaya başlayan terminolojisini anlamamaktan mahcup yerli iş dünyası, “hiç olmazsa tırabzanlarımız kromajlı, camlarımız renkli olsun deyip” kurumsallaşma hamlesini başlatmış oluyorlar.
Hiç mahcup olmayın. Kendiniz gibi üretip tüketerek yanlış bir şey yapmıyorsunuz. Zaten satın alınabilecek bir kurumsallaşma, sizin istediğiniz değil. Yapılması gereken, düşünceyi en aza indiren mekanik bir sistem kurmak yerine, işletmeye, özgün bir kişilik ve kimlik kazandırmak.
Amerika’yı yeniden keşfetmek, Amerika’nın sizi keşfetmesinden daha kolay.
Bilindiği üzere adı üzerinde “bağımsız” denetçi denmemekte ama bizim ülkemizde Bağımsız Denetçi gerçekten yaptığı işlerde siyasi baskılar altında kalmadan denetim yapabilir mi veya denetleme yaptıran firmalar böyle bir işlem icerisine girmekte mi?
Türkiye’de bağımsız denetçiye başvuran firmaların bir çoğu kurumsallaşma çalışmalarını tamamlamış veya tamamlamakta olan şirketlerden oluşuyor. Eğer bu çalışmaları yapmamışsa genellikle tek bir ymm ile çalışmak istemeleri daha doğal karşılanmalı. Siyasi baskı belki bağımsız denetçiler veya merkezi denetim elelmanları için olmasa da yerel denetim elemanları üzerinde daha çok hissediiyor.