Yerel kalkınma çalışmalarıyla ilgili çeşitli coğrafi bölgelerdeki ve birbirinden farklı kurumlardaki toplantıları izleme ve katılma şansım oldu. Söz konusu toplantılarda her coğrafyanın bilinen kalkınma parametreleri masaya yatırılırken bir de, bölgenin kendine özgü dinamikleri dokümante edilir. Bu, lokal faktörler bazen istatistik düzeyinde değil, gözlemlerden oluşur ve aslında can alıcı problem ya da çözüm de buradan geçebilir.
Manisa’yla ilgili yerel sosyo-ekonomik sorunlar görünüşte belli. Bırakınız bilimsel araştırmayı, örneklem seçimini, sokağa çıkıp tesadüfi olarak görüşeceğiniz 5-10 kişi bile size, bütünü temsil eden hatırı sayılır bilgiler verebilir. Hatta, laf aramızda, böyle yaparsanız bir ihtimal, daha doğru bilgi alabilirsiniz. Zira, sokaktaki adamın en azından dezenformasyondan etkilenme ihtimali zayıftır.
Sanayinin gelişimine koşut bir sosyal gelişimin sağlanamaması, İzmir’le kurulan ticari sızıntı ilişkisi, çevre ve kentleşme değerlerindeki sorunlar, yerel kayırmacılık, rant kollama faaliyetlerinin yoğunlaşması, küçük girişimci gelirlerindeki kayıplar, kadın girişimciliğinin sorunları (az önce Önder Savcı’yla görüştüm. Esnaf Sanatkarlar Odaları Birliği bu konuda bir çalışma başlatmış), çalışanların çağdaş yaşam koşullarına kavuşturulması ile ilgili çalışmaların yetersizliği, bölgesel veya yerel inovasyon politikalarının inşa edilememesi, sosyal sorumluluk politikalarının yetersizliği, sivil toplum örgütlerinde proje üretecek demokratikleşmenin ve dinamizmin sağlanamaması, bir de KOBİ’lerin kurumsal yönetim sorunları ile büyük oyunculara bağımlılığı. Benim ilk aklıma geliveren ekonomik sorunlar bunlar. Mutlaka fazlası vardır eksiği yoktur.
“Zurnanın zırt dediği…”
Peki, yukarıda belirttiğim çerçevede, Manisa için “zurnanın zırt dediği yer” neresi acaba?
Benim ilk aklıma gelen, kentin sosyo-ekonomik görünümünde, servet merkezli davranış modelinin, sınai katma değerin ortaya çıkardığı sorunların çözümünde uygulanmaya çalışılması. “Tirbuşonla gazoz kapağı açmak” gibi bir eylem girişimi.
Biraz daha açalım…
Rantı bir faktör geliri olarak algılarsak, toplam kazanç içerisinde rant ve faiz gelirlerinin payı, iktisadi ve sosyal tercihleri nasıl etkilemiştir?
Özellikle, tarım arazilerinin değer artışından, yirmi yıl süren yüksek enflasyonun ortaya çıkardığı yüksek faiz gelirinden, sıkışmış kent merkezindeki değer artışlarından elde edilen toplam hasılatın ortaya çıkardığı üretim ve tüketim kültürü, siyasi tercih yapısı, sivil toplum yapısı ortaya ne çıkarırsa Manisa’da olan o aslında. Şikayetlere konu olan kanaat önderliği mekanizmasındaki sorunlar, yerel basınından, kamu bürokrasisi ile ilişkilere değin kamu vicdanını rahatsız eden çoğu faktör, hızlı değer artışının uzunca bir süre mümkün hale gelebildiği bir lokal kültürde, risk, verimlilik, getiri, emek, eğitim, araştırma, kamusal sosyal sorumluluk ifadeleri yerine, bağımlılık, servet transferi, memur tayinleri, özel hayat dahil kişisel bilgi ticaretinin rağbet görmesi, ikame edilmesinden oluşuyor.
Kendi içinde tutarlı olan, bu üretim, tüketim, birikim ve neredeyse tüm bir yaşam modelinin ortaya koyduğu teşebbüs kültürünün karlılık ve birikim hesapları, bugünkü sanayi, tarım ve ticaret sektörü yapılarında elde edilecek oranlarla karşılanabilir değil.
Umutsuz olamayalım ama, Manisa’da yerel kalkınma projelendirilirken, kent merkezindeki teşebbüs kültürünü yabana atmamak gerekiyor. Yerel kalkınma stratejisinin hedef göstereceği, örneğin “bölgesel inovasyon merkezi oluşturulması” fikri, Manisa’daki müteşebbisi, “acaba yeri neresi olacak, arsa-arazi toplayalım”, “şu müdüre soralım bakalım bize oradan yer ayarlayabilir mi, sonra devrederiz” ya da “Vay namussuz! Sayın Başkanım gönderelim bu adamı, Manisa’daki sanayileşmenin önünü kesiyor” düzeyinde ilgilendirecekse (bunları kusur olarak değil ilgi düzeyi olarak yazdım, sonuncusu hariç), bırakalım işler kendi mecrasında aksın. Planlamaya, stratejiye gerek yok.
Sosyo-ekonomik planlamaların doğru tanımlanabilmesi, özellikle icrası, bazen bir hastanenin, bir okulun, bir resmi kurum binasının daha inşa edilmesi ile başarılı olamıyor işte. “Her şey para değil” diyecektim ama, ekonomi yazısında olmaz. “Her şey paranın nasıl kazanıldığına bağlı” desem daha doğru olacak galiba. İnsanoğlu nasıl üretirse (eğer üretiyorsa) öyle tüketiyor, biriktiriyor ve planlıyor.