Dışarıdaydım. Bir virüs kapmışım. Soğuk algınlığı zannettim. Önce ateş. Sonra vücutta döküntüler. Bildiğiniz “suçiçeği” çıktı.
Anneme sordum. Hatırlamıyor çocukken suçiçeği çıkarıp-çıkarmadığımı. Ateşim ara ara yükseliyor. Şu anki gibi. Yani, “Uğur Hoca’m, sen ekonomi yazıyordun n’apmışsın böyle?” diyen olursa, baştan söyleyeyim “raporluyum”. Ha, raporu da kabul etmeyen olursa, “efendim bu hafta serbest bilinç akışı yöntemiyle yazıyoruz” der çıkarız işin içinden.
Araştırdım. Bu virüs, hastalık belirtileri başlamadan on beş gün önce metabolizmaya giriyormuş. Hesapladım, Kayseri’deymişim. O günün akşamında AK Parti’ye kapatma davası açılmış. Ama, şimdi kapatma davası mevzusunu açmak için, “demokrasi-suçiçeği-çocukluk hastalığı” metafor zincirinden türeteceğiniz “demokrasi suçiçeği çıkardı” denklemine atıf yaptığım sanılmasın lütfen. Onla uğraşacak halim yok.
Neyse… Ertesi gün, affedersiniz, hediyelik pastırma alırken, AK Parti’ye sempati duyduğu yönlendirici anket tekniğinden belli olan satıcı, “Ağabey, ne iş yapıyorsunuz?” diye sorup, biz de danışmanlık falan deyince, bir şey zannedip, bir de sonuna “nereden geldik, nereye gidiyoruz?” ekleyince, tabii ki “hepimiz O’ndan geldik, O’na gidiyoruz” diyebilirdim. “Deli mi yahu bu adam” demesin diye; “daha iyi olacak gör bak” dedim. “Ağabey, bir de şu çeşidin tadına bak!” deyince, belki de ilk siyasal rüşvetimi almış oldum.
Şimdi bu hastalık, o rüşvetin kefareti mi bilmem, ama, ben ona bir müşteri daha götürerek (Süreyya Hocam kusura bakma) gösterilen farklı ilginin bir nevi karşılığını verdim zannediyordum.
Efendim, işte o günden sonra, bir de Karadeniz Bölgesi’ne ziyarette bulunduk ki, denize dik dağlar ve yağmurlu hava ambiyansında, bir köşede, Ordu’nun bütün yerel gazetelerini okuyan, çokça çay, kahve ve tütün mamulü tükettiği anlaşılan bu fakire, bir kez daha “çarıklı Erkan-ı Harp” ya da daha sevdiğim tabirle “Bitli Churchill” muamelesi yapıldı. Zira, işin içine bir de “tazelenmiş Ergenekon destanı” girmişti. Memleketin, ekonominin geleceğinden sual olundu. Diyemedim ki; “Yahu, Allah aşkına, bana dolarlı, pariteli, endeksli cümleler kurdurmayın.”
Tabii, “ben de olanları sizin gibi medyadan takip ediyorum” da diyemedim. Zaten, “Ergene” Trakya’da bir ırmağın adıdır. Sonuna “kon” eklenince, ne bileyim ulaşılmaz, sarp vadi gibi bir şey olur” hiç söylenecek laf değildi. Berberde sakal traşı olurken, ustura tam da adem elmasının hemen üzerindeyken hele, benzer sorulara “kötüye gidiyor” cevabını vermek, en azından bu kez cesur bir tutum olarak algılandı sanırım. Bir de üstüne dayanamayıp “Dolar 1,30’u geçer ama 1,25’e geri gelir”i ekleyince, bu kez kısa süren bir yüz maskesinin ve buhar desteğinin ardından, yüz için kullanılan bir bitkisel sabunu, hem de hediye olarak alabildim. Demek ki, o da haksız iktisap oldu, yüzüm şimdi kırmızı lekelerle kaplı.
Yerimizi aştık. Neyse, ateşim de düştü galiba. Efendim, çocuğunuz suçiçeği çıkardığında üzülmemeye çalışın. İleriki yaşlarda zor oluyor. Hadi eyvallah.
İçerik olarak çok emek verilmiş bir site. Emeği geçenlere teşekkürler. Yazarımıza ayrıca teşekkür ediyor ve geçmiş olsun diyorum. Uğur Beyin yeni yazılarını merakla bekliyorum.
sağolun sibel hanım. yorumlarınızın sürekliliğini bekliyorum.