Şu gıda krizi başladığından bu yana IMF ile ilgili değerlendirmeleri gözden geçiriyordum. 2001 yılının şubat ayından bu yana yazdığım yaklaşık üç yüz yazıda, aralarında IMF’yi hayırla andığım birini bulamadım. Acaba, ben bu IMF’ye “takmış” mıydım? Haksızlık mı ediyordum? Çünkü, ekonomiyle yakından ilgilenenlerin camiasında, IMF’yi eleştirmek, geri kalmışlığın, faşistliğin, komünistliğin, ulusalcılığın, kimin aklına ne geliyorsa onun işaretiydi. Derken IMF’nin kasasındaki altınları satmaya başladığını, harcamalarını karşılamakta zorlandığını, bazı yurtdışı büro faaliyetlerini sona erdirdiğini öğrendik.
Efendim, bırakınız Türkiye’yi şimdilik bir kenara, 1980’lerden bugüne IMF 70 civarında ülkede, yaklaşık 600 “Yapısal Uyum Programı” uygulamış. Yaklaşık diyorum, elimde aslında güvenilir rakamlar var (Ergin Yıldızoğlu, Globalleşme ve Kriz, Alan Yay.,1996) ama ikinci bir kaynakta göremedim Ama, fazlası var ondan eminim.
IMF programları konusunda, Türkiye engin bir tecrübeye sahip. Benim hesabıma göre, 1961’den bugüne 19 IMF programı uygulamış. Bunlardan en vurucusu, tabii ki Kemal Derviş’in hazırladığı. Yine o günlerde yazdıklarımızı, okuduklarımızı hatırlıyorum da… Aman efendim, sabah altıda çalışmaya başlıyormuş da, taksicilerle sohbet ediyormuş, bankaların görev zararlarına kafayı takmış, …mış, …mış diye, “evliya menkıbesi” gibi anlatılıyordu Kemal Derviş hikayeleri. Programı hazırladı, erken seçimi yaptırdı, bıraktı gitti.
Neyse… Biz IMF’nin icraatlarına dönelim.
Ben kendimden hiçbir şey yazmıyorum. IMF’nin kendi içinde hazırladığı bir rapordan aktarıyorum: “Yapısal Uyum Programları’nın bugüne kadar bir işe yarayıp-yaramadığını söylemek zor… Gerçekten de, programın uygulandığı ülkelerde enflasyonda artış, büyümede düşüş görüldü” (Aktaran İktisat Dergisi, Ekim 1993). Dünya Bankası’ndan bir uzmanın raporundan devam edelim: “Bu programların insani maliyetlerinin bu kadar yüksek, ekonomik kazancının bu kadar düşük olacağını düşünmüyorduk” (Aktaran, Moris Miller, Debt and Environment, 1991). Buyurun, kendi programları hakkındaki yorumları böyle.
Şimdilerde IMF eleştirilmiyor bile.
IMF ne yaptı da bu sonuçlara yol açtı. Kamu harcamalarını, sosyal harcamaları azalttı, içeride tarım ve sanayi desteklerini engelledi, ücret hadlerini düşürdü. Kısacası, ülkelerin kendi ürettiği malı, kendilerinin değil ihraç ettiği ülkelerin tüketmesini sağlayarak, döviz girdilerini artırdı. Türkçesi, Batı’nın döviz cinsinden alacaklarını tahsil bakımından garantiye aldı. Peki bu sonuç bilinmeyen bir sonuç muydu? Aksine, IMF’nin bilinen resmi amacıydı. Yani, iktisat diliyle “ödemeler dengesi sıkıntısı çeken üye ülkelere gerekli geri dönüş önlemlerini almak kaydıyla yeteri derecede maddi destekte bulunmak.” (Ekonomi Politikası: Teori ve Türkiye Uygulaması, Mahfi Eğilmez-Ercan Kumcu, Remzi)
Bütün bunlardan benim çıkardığım özet ise aşağıda:
Borç veririm, içeride talebini kısıp, paranı devalüe edersen, ihracatın artar, döviz gelirin artar, borcunu geri ödersin. Bu arada, tarım gibi “geri kalmış” sektörlere destek vermeyi bırak da, bütçen denk olsun veya fazla versin. Tarımda oluşacak işsizliğin, kentlere göçün, gecekondulaşmanın ve sosyal sorunların çözümü sana ait. İçişlerine karışmayız. Ama, sosyal harcamalar, kamu açıkları yoluyla enflasyona sebep olup, içeride ücret artışları, istikrarsızlık falan gündeme gelmesin. Bunlar için de güçlü hükümetler gerek…
Bütün Dünya, IMF’nin politikalarının başarısızlığından ders aldı. Brezilya’dan, Rusya’ya, Arjantin’e… Büyüklü küçüklü pek çok ülke IMF ile ilişkilerini kesti. Hatta bazısı, borcunu erken ödedi.
Şimdi, tarım ürünlerinde irili ufaklı 100 ülkeden ithalat yapıyoruz. Petrolde, doğalgazda dışa bağımlı bir ekonomi olduk. “Pirinç yemeyip, bulgur tüketin” diyeceğinize, IMF’nin diktiği “deli gömleği”ni tekrar tekrar niye giyiyorsunuz, giydiriyorsunuz sorarım size?