Ağayla marabası, ağanın en güzel atının koşulduğu en süslü arabayla kasabaya inmektedirler. Ağa arabadadır, maraba ise arabanın yanında yürümektedir. Yerde taze bir tezek kümesi görürler. Üzerinde sineklerle etrafa koku salmaktadır. Ağa, marabasıyla alay etmek ister. ‘‘Maraba’’ der, ‘‘şu tezeği ye, atla araba senin, sen bineceksin, ben yürüyeceğim.’’ Maraba ata bakar, arabaya bakar. Ağaya da zaten gıcıktır. Oturur, midesi bulana bulana tezeği yer. Ağa iner, maraba sahip olduğu arabaya biner. Ağa çok bozuktur. Durduk yerde en güzel atını, en güzel arabasını marabaya kaptırmıştır. Maraba da bozuktur. Durduk yerde tezeği yemiştir. Ağanın daha güzel atlar alacak parası, daha güzel arabalar alacak imkanı vardır. Kendisinin ise ne ata, ne de arabaya bakacak parası vardır. Dönüş yolunda gördükleri tezek, her ikisinin de beklediği anda karşılarına çıkmıştır aslında. Maraba, ağadan intikam almak için ‘‘ağa, ağa’’ der, ‘‘sen şu tezeği ye, at ve arabayı geri al’’. Ağanın beklediği de böyle bir fırsattır. O da oturur tezeği yer, arabaya kurulur, atı kamçılar.
Köye girerlerken maraba, ağaya seslenir, ‘‘köyden çıkarken araba senin, at senindi. Yürüyen de bendim. Köye giriyoruz. At senin, araba senin. Yürüyen yine ben. Ağam iyi de, biz bu .oku niye yedik?’’
* * *
İhtiyaçlar hiyerarşisinin ilk basamağındaki beslenme sorunu ile 2000’li yılların ilk çeyreğinde bir kez daha yüzleşmek bize yukarıdaki fıkrayı hatırlattı. Çeşitli versiyonları var bu fıkranın. Bizim en beğendiğimiz bu şekli.
İnsanlık binlerce yıldır, üretti, savaştı, çalıştı, devrimler yaptı, uygarlıklar kurdu, sanayileşti, haberleşmeyi kolaylaştırdı, teknolojiyi geliştirdi, Rönesans yaptı, reform yaptı, demokratikleşti, globalleşti. Ama sonunda geldiği yer, beslenme ihtiyacını zorlukla karşılayabilmek oldu.
Uzaya gitti, Bangladeş’teki çocuk aç. Aya ayak bastı, Haiti’deki aile babası kilden gıda üretiyor. İnternetten Amerika’daki çocuğuyla görüntülü sohbet ediyor, yiyecek ekmeğin fiyatı üç kat artıyor. Cep telefonu ile konferans görüşme yapıyor, mağazalar yağma edilip, eve et götürülüyor.
İnsanlık biraz daha “ilerlerse(!)”, maazallah her lokmayı Adem ile Havva’nın elması gibi, büyük vicdan azabıyla, yutkunarak, gizli gizli yiyecek hale gelecek.
Ekonomi hakkında düşünenler, borsa ile faizle, kurla, pariteyle uğraşırken “şu okullar olmasa Milli Eğitim’i ne güzel idare ederdim” diyen milli eğitim bakanı misali, birincil sorunla ilgili kalıcı çözümler vazedemiyorlar. “Yahu bu işte bir yanlışlık yok mu?” diyen o kadar az ki.
İş döndü dolaştı fıkraya geldi “biz bu .oku niye yedik?”
Durumumuzu gayet güzel bir şekilde anlatmışsınız hocam. “Düşün, uzay çağında bir ayağımız. Ham çarık, kıl çorapta olsa da biri” sözlerini aklıma getirtti.
aynen yazdığınız gibi Seden Hanım. yorumunuz için teşekkürler.
Selamlar Hocam; Öncelikle hazırlamış oldugunuz bu güzel site için sizi tebrik eder,başarılı olmasını içtenlikle dilerim… Yayınlamış oldugunuz görüşünüze sonuna kadar katılıyorum.
”Merkezi Paris’te bulunan Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) tarafından yayınlanan bir raporda üye ülkelerde zengin ve fakir arasındaki uçurumun giderek arttığı, belirtildi.Üye ülkeler arasında yapılan sıralamanın sonunda Meksika yer alırken, bu ülkeyi Türkiye’nin izlediği bildirildi. OECD’nin 30 üyesinden 24 ülkedeki rakamlara dayanılarak hazırlanan 309 sayfalık raporda, “gelir dağılımı adaletsizliğinin giderek arttığı, ancak toplumda bir çok kişinin düşündüğünün tersine, bir toplumsal patlamadan bahsetmenin doğru olmadığı” yorumu yapıldı.”
Bu durumda ”ağa” sahip oldugu araba ve at sayısını katlarken,”maraba” bir at hayalinden bile cok uzaklaştı…