Geriye dönüp krizlerin nedenlerini ve sonuçlarını düşünürken, Tolstoy’un ünlü romanındaki unutulmaz başlangıç cümlesi aklıma geldi: “Bütün mutlu aileler birbirine benzer; mutsuz ailelerin mutsuzluğu ise kendine özgüdür (farklı biçimlerde mutsuzdur)”. “Sadece bu cümle bile, bir yazarı, büyük yazar yapmaya yeter” diye düşündüm. Hatta , bu cümleyi bir fizyolog, hayvanların evcilleştirilmesi sürecine uyarlayıp, adına da “Anna Karenina İlkesi” demiş. (Jared Diamond, Tüfek, Mikrop ve Çelik, TÜBİTAK,1997)
Şimdi lafı, krizin kendine özgülüğüne getireceğim.
1- Bizim krizlerimiz bugüne dek talep baskısı ile oluşan, kamu açıklarının yüksek faizlere, enflasyona, sonradan da devalüasyona yol açtığı; likiditenin reel yatırımlardan kaçıp para piyasalarına koştuğu krizler olmuştu. Saydığım şartlar sabit kalmak kaydıyla, diğer koşullarda farklılaşmalar olabiliyordu. Bu kez kriz, arz yönlü oluştu. Enerji ve gıda başta olmak üzere, girdi fiyatlarında olağanüstü bir artış var.
2- Bir çok krizde, zaten yetersiz düzeydeki yabancı fonlar, yüksek faize bakmaksızın fonlarını dövize çevirip ülkeyi terk ediyorlardı. “Currency Attack” ile reel kriz birbirine giriyor, kamu borçları çevrilemez hale geliyordu. Bugün, özel kesimin döviz cinsinden borçları ciddi rakamlara ulaşmışken, bu yazı kaleme alındığında yurt içi yerleşiklerin döviz mevduatı yaklaşık 100 Milyar Dolar. Merkez Bankası ve özel kesimin borcuna karşılık elindeki döviz tutarı tatminkar düzeyde.
3- Dış piyasalardaki karışıklık Türkiye ekonomisine rahmet okutacak seviyede olduğundan, paranın kaynağına geri dönmesi durumunda gidebileceği adresler sınırlı. Güvenli liman bulmak, sadece bizim için değil, tüm uluslararası fonlar bakımından kolay değil.
4- Firmalar, enflasyonist dönemlerdeki kriz atmosferinde, fiyat ayarlamalarıyla piyasaya hızla intibak edebiliyorlardı. Bugünün koşullarında, uluslararası ticarete konu olan mal ve hizmet fiyatlarındaki rekabet, fiyat düzenlemelerini zorlaştırıyor.
5- Global piyasalarda rezerv para birimi ABD Doları iken, bugün Dolar değer kaybediyor. Değer kaybettikçe, petrol ve emtia , göreli olarak ucuzlamamak için Dolar cinsinden fiyat artışı ile tepki veriyor.
6- Ekonominin ara malı ithalatı bağımlılığı geçmişte de yüksekti. Ama, kriz ve/veya küçülme durumunda cari açık da seviye kaybediyor, hatta dış denge bazen fazla veriyordu. Bugün cari açık giderek artıyor. (Bu kitabın düzenlendiği tarihlerde öngörümün ikinci bölümünün gerçekleşmediği anlaşıldı).
7- Yabancıların doğrudan yatırımları arttığı için, yerli firmaların zora düşmesi, uluslararası mülkiyet düzenlemeleriyle , satın almaları, devir ve birleşmeleri kolaylıkla kalıcılaştırabilir. Daha önce, yabancıların “risk iştahı” da, reel kesimin doğrudan devredilme imkanları da sınırlıydı.
Denklemin bilinmeyen öğelerinin, bağımsız değişkenlerinin sayısı arttıkça, krizi anlamak, anlatmak ve dolayısıyla yönetmek zorlaşıyor. Siyasal koşullardaki gelişmeler, zaten başlı başına sorun yumağı.
İyimser olabilmek için firma davranışını gözden geçireceğiz…
Sermaye yeterliliğine sahip, işletme sermayesi güçlü kuruluşlar için, kısa vadede iyimser olma imkanı var. Krizden önce, risk yönetimini önemseyen firmaları da listeye eklemek gerekiyor. Bundan sonrası için, ana sanayinin, çevresindeki öbekleşme (clustering) üzerindeki kontrolünü, teknik düzeyden finansal düzeye çıkarması beklenebilir. Kümeleşme, genişleme evresinde bir olanak iken, hızlı çözülebilecek KOBİ’lerin varlığı, büyük sanayicinin geçiş evresini zorlaştıracaktır.
Manisa özelinde, firmalar arasında akdedilecek önleyici kontratların, ana sanayiciden tedarikçiye, tedarikçiden taşerona yayılması gerekiyor. Hem ekonomik şartlar, hem de kurumsal sosyal sorumluluk ilkelerinin bu bakımdan uyumlaştırılabileceği bir döneme giriyoruz.
Yerel seçimler öncesinde, firmaların kamusal yükümlülükleri konusunda getirilen ve devam edeceği anlaşılan, teşvik, indirim, af, taksitlendirme imkanları, sorunların en azından bir bölümünün yönetilebileceğini gösteriyor. Tabi, seçimi müteakip ortaya çıkması muhtemel kamu açığından kaynaklanan enflasyonla, aldığımız teşviki, indirimi geri vereceğimizi hesaba katmazsak.
Anna Karenina’ya döndüğümüzde…
Bu kriz, diğerlerinden farklı olarak, sadece finansal operasyonlardaki değişikliklerle atlatılabilecek özellikler göstermiyor. Vadeleri uzatmak, bazı alacaklardan vazgeçmek zorunda kalıp, ödeme ve üretim taahhütlerimizin bir kısmını yerine getirmekten kaçınmakla da çözülecek cinsten bir sorunla karşı karşıya değiliz.
Firmaların bu defa, kendi içlerindeki yenilik iktisadını, hiyerarşik yapılarını, yerel ve global iletişimlerini, çalışanları, müşterileri ve ürün sağlayıcılarıyla ilişkilerini yeniden tanımlayıp tanzim eden bir firma ve ağ teorisi oluşturmalarını gerektiriyor.
Öyleyse; “Ekonomik istikrar dönemleri birbirine benzer ama krizler kendine özgüdür” hipotezimiz yanlış sayılmamalı.
(Manisa Organize Sanayi Bölgesi Sanayicileri Derneği Dergisi, Haziran-Temmuz 2008)