Geçtiğimiz dört yıl, dünya ve Türkiye ekonomisindeki hızlı büyümenin sarhoşluğuyla geçti. Sarhoşluğun ardından gelen baş ağrısı, mide bulantısı, halsizlik, ‘bir daha mı?’ dedirtirken, yeni dönemin finansal modelini tartışmak gerekiyor. Tüketicinin, hane halkının, firmaların ve kamu kesiminin, iş yönetimi konusundaki gelişmelere ayak uydurması zaman alacak.
Fırtınanın en cezbeli olduğu anda gemisini karaya çıkarmaya çalışan kaptan, çalışıp-çabalarken kendine bir sürü söz verir. ‘Karaya sağ-salim çıkar da, eşimle, çoluk-çocuğumla kucaklaşıp, bir daha açık denizlere yelken açarsam, boyum devrilsin’. Güvertedeki personel; ‘kaptan, geminin batmaması için yükün bir kısmını denize atmamız lazım, nereden başlayalım?’ diye sorduğunda, sefere çıkarken çok değerli görünen yüklere şöyle bir göz ucuyla bakıp ‘bana niye soruyorsunuz, tabii ki, ağır olanlardan başlayın!’ diyecektir.
Konumuz, yönetemediğimiz risklerden kaynaklanan zararları nasıl yönetiriz? gibi absürd bir konu.
Bugün artık “dolar ne olur, geri gelir mi?” diye sorarken, bu sorunun cevabını gerçekten kimsenin bilemeyeceğini bilmemiz gerekir. Öyleyse bildiklerimizi paylaşmak en doğrusu. Gerek milli para, gerekse uluslararası rezerv olma niteliğine sahip para birimleri ‘değer ölçüsü’ olma niteliğini yitirmeye başladı. ‘Para bir değer ölçüsüdür’ varsayımı ortadan kalkmaya başladığına göre, yeni dönemde finansal farkındalığı artırmanın yolu emtia değerini takip etmekten geçecek gibi görünüyor. Sistem kendi ortak değer ölçüsünü ortaya koyana dek, arz edilmesi, hükümetlerin, merkez bankalarının kararına bağlı olmayan, piyasaya sürülmesi sabun köpüğü üretme standartlarından daha zor olan ve kullanımı zorunlu emtiaların, mal ve hizmetlerin değerleri ekonomik konjonktürün işaret fişekleri olarak kullanılmalı. Gıda fiyatları, petrol, doğalgaz ve diğer enerji fiyatlarını çok iyi izlemek gerekiyor.
Değer ölçüsü ve mübadele aracı olarak sınırlı bir anlam taşıyan para birimlerinin spekülasyon motifi bakımından değer taşıyacağı düşünülebilir. Gündelik kur farklarıyla, borsa endeksinin saatlik seyriyle ilgilenmek zorunda kalan bir toplumun iktisadi kararlarının, reel ekonomik yönelimlerinde tutuk davranması hem doğal hem de doğru bir yaklaşım.
Literatürdeki ‘finansal farkındalık’ tarifi bugüne dek firmaların iç işleyişlerinde, faaliyetleri, kar üretme, maliyet veya masraf üretmelerine göre sınıflandıran, yönetimlerini de bu sınıflandırmaya uyarlayan bir tanımdı.
Bundan sonra, finansal farkındalık tanımının, tüm bir ekonomi için, büyükten küçüğe ekonomik aktörlerin tamamı bakımından dikkate alınması ve bu tanıma göre uyarlanması gerekiyor. Tüketici bakımından önümüzdeki dönem, maliyet artışlarının fiyatlara hızla yansıtılamayacağı kısa bir zaman dilimini içeriyor olabilir. Tüketim ve tasarruf kararlarında, özellikle hane halkları düzeyinde bir ‘finansal farkındalık’ geliştirmek, orta ve uzun vadede kalıcı yararlar sağlayabilir.
Firmaların, ekonomik kararlarını askıya almakla en doğru davranışı göstereceklerini düşünüyoruz. Aksi durumda, karlı görünen pek çok üretim ve satış öngörüsü, ekonomik yapıyı zaafa uğratabilir.