Dövize Neler Oluyor?

Dövizle ilgili değerlendirmelerin yoğunlaştığı son dönemde, olanları daha kalıcı şekilde anlayabilmek için bazı değişkenleri geriye dönük hatırlamak gerekiyor.

Her şeyden önce sadece kriz döneminde değil, krizden önce de para değerleri toplu halde değer kaybediyordu. Kurların tümüyle değer kaybetmesi karşısında, birbirlerine göre değer kaybetmemesi özellikle küçük tasarrufçu bakımından yorumlanması güç bir süreç. Yani, Amerikan Doları diğer paralar ve TL karşısında değer kaybettiğinde tasarruf sahibi biliyor ki; ABD Doları değer kaybediyor. Ancak, uluslararası ticari rekabet, özellikle reel sektör, döviz kurlarının birbirlerine oranından yani pariteden etkilendiği için, bütün ulusal para birimlerinin aynı anda değer kaybetmesi teorik olarak -en azından ilk bakışta- mümkün görünmüyor.

Sorun şu ki; toplu değer kayıplarının anlamı, paraların birbirlerine göre değer kaybetmesi değil, her bir ulusal para biriminin kendi iç pazarında alım gücünün düşmesi. Uzun lafın kısası, enflasyon yaratmak yoluyla parasını devalüasyona zorlamak. İç pazarda enflasyonun yol açtığı değer kaybı sayesinde, dış pazarlarda dolaylı devalüasyon sağlamak.

Bu konuda Alman fizikçi Leibniz’in (1646–1716) teorisinden yardım aldığımı daha önce yazmıştım. Leibniz diyordu ki; “Bir gece uyurken bütün cisimlerin boyutları iki kat büyüseydi, sabah uyandığınızda bunun farkına varır mıydınız?” Cevabı da kendi veriyordu: “Elbette fark edemezdiniz, çünkü sizin boyutlarınız da iki kat büyümüş olurdu”.

Bu noktadan hareketle, bir veya birkaç paranın diğer milli paralara göre değer kaybetmesi ile tüm paraların değer kaybetmesi arasında çok önemli bir fark var. Toplu devalüasyonlar birbirlerini nötralize ediyor, yani hiçbir işe yaramıyor. İşte bu nedenle benzer dönemlerde emtia fiyatlarında artış görülmesi kaçınılmaz oluyor. Çünkü sadece elinizdeki para değil diğer paralar da değer ölçüsü olma işlevlerini yerine getiremiyor.

Petrol, Altın, Bakır Fiyatları ve USD-Euro Paritesi 2000–2008

Yıllar Altın/Ons Petrol/Varil Bakır/Ton EURO-USD
2000 272,7 27,4 1.814 0,92
2001 276,5 23 1.578 0,90
2002 342,8 22,8 1.557 0,95
2003 417,3 27,7 1.780 1,13
2004 435,6 37,7 2.868 1,25
2005 513 50 3.684 1,25
2006 635,7 58,3 6.727 1,26
2007 826,5 64,2 7.126 1,37
2008 879,3 38,1 2.811 1,41

Kaynak: Mahfi Eğilmez, Makro Ekonomi, Remzi Kitabevi, 2009

Türk Lirasını Ele Alalım

Türkiye’nin ihracat ve ithalatında önemli rol oynayan iki para birimi Amerikan Doları ve Euro karşısındaki değer seviyesini ölçmek için öteden beri kullanılan Tartılı Efektif Reel Kur Endeksi’ne (TERK) göre TL aşırı değerli görünüyor. Yani Dolar ve Euro değerleri olması gerekenin iyice altında bir seviyede.

Peki, bu Tartılı Efektif Reel Kur hesaplanırken neler dikkate alınıyor?

Kabaca, Euro Bölgesi ve ABD’deki enflasyon oranı ile Türkiye’deki enflasyon oranları karşılaştırılıyor. Bu karşılaştırma sonrasında Euro ve Dolar’ın alım gücü kaybı ile TL’nin alım gücü kaybı arasındaki fark, Dolar ve Euro’dan oluşan bir sepete yansıtılıyor. Yani, TL’nin reel ekonomiye göre olması gereken değeri bulunuyor.

TERK değerlerinin 100’ün üstünde olması TL’nin olması gereken değerinin üstünde olduğunu yani döviz değerlerinin artması gerektiğini; 100’ün altında kalması ise TL’nin olması gereken değerinin altında bulunduğunu yani döviz değerlerinin düşmesi gerektiğini gösteriyor.

Kaynak: Merkez Bankası

Leibniz’den devam edersek; sabah kalktığınızda diğer cisimler 2 kat büyüyor, siz 1,5 kat büyüyor ama değişikliği görmezden geliyorsunuz.

Uluslararası sermaye hareketlerine açık bir ekonomide, döviz cinsinden sermaye girişi arttıkça, elinizdeki reel ölçü kayboluyor. Türkiye’yi cazip bir gelişmekte olan pazar olarak gören yabancı yatırımcılar, getirdikleri dövizleri içeride bozdurdukça, dövizin değeri olması gerekenin altına düşüyor. Tabii ki, ani çıkışlarda da dövize yönelik bir atak, dövizi sıçratarak, piyasayı allak bullak ediyor.

Şimdi, dövizin reel değerinden uzaklaşmasını, şirketler, devlet ve küçük yatırımcı bakımından egzersiz haline getirelim.

Dövizin değer artışı, şirketler âleminde ihracatçıyı sevindiriyor, ithalatçıyı zor durumda bırakıyor. Çünkü bir birim Dolar karşılığında satılan malın TL karşılığı artıyor, aldığınız malın değeri de arttığı için ithalat zorlanmış oluyor. İç piyasada yerli ürünlerin tüketimi artarken, enerji girdileri gibi zorunlu girdiler üzerindeki döviz baskısı artıyor. İthal edilen hammadde fiyatları, üretici fiyatlarını yukarıya çekiyor.

Şirketler döviz cinsinden borçlanmışsa-uzun süren düşük kur dönemlerinde çok sık rastlanan bir risktir- döviz tırmanırken kur riski şirketleri zor durumda bırakıyor. Devlet borçları bakımından da aynı durum geçerli.

Döviz değerinin olması gereken seviyenin altında olduğu dönemlerde, milli gelirin Dolar cinsinden değeri arttığı için ülke uluslararası karşılaştırmalarda zenginleşmiş, tersi olduğunda fakirleşmiş görünüyor.

Bizim gibi, özel ve kamu kesimi önemli ölçüde döviz borcu altında ise, dövizdeki oynaklık, uzun vadeli riskleri artırmış ve karar verme olanaklarını azaltmış oluyor.

Dövizde dalgalı kura geçildiğinden beri, eski alışkanlıkla tasarruflarını Dolar cinsinden değerlendiren kişi ve kuruluşlar açısından alışılmadık ölçüde uzun bir bekleme süresi oluşuyor. Bu konuda yerli tasarrufçu, kuru istediği seviyede bulduğu anda kar realizasyonuna giderek, TL mevduata dönüyor. “Tersine para ikamesi” dediğimiz süreç yaşanıyor.

Bugün için dengeler, Euro pazarındaki sallantı karşısında, krizden çıkışta daha iyi tutunan Dolar lehinde. Ama orta ve uzun vadede, TL döviz değerleri karşısında önemli bir değer kaybı yaşayabilir. Teknik olarak görünen bu.

Türkiye için sorun, Euro’daki değer kaybının, ihracat işlemlerimizin neredeyse %50’sini etkileyecek olması. Zorunlu girdilerimizin ithalatında Dolar, sınai ürünlerimizin ihracatında ağırlıkla Euro kullandığımıza göre;

*İhracat pazarlarında fiyat rekabeti bakımından zorlanacağımız, bu pazarlardan yapacağımız ithalatın teşvik edildiği,

*Zorunlu girdilerdeki Dolar cinsinden fiyat artışlarının enflasyona yansıyacağı bir sürece girildiği anlaşılıyor.

Sonuç, Dalgalı kur politikasının özellikle içinde bulunduğumuz dönemde döviz kurlarını belirleme işlevini rasyonel bir şekilde yerine getirip-getirmediğini tartışmamız gerekir. Özellikle Dolar’ın değer kazanması, ihracatımız üzerinde Euro kadar etkili olmaz ama kamu borçları ve girdi fiyatları bakımından olumsuz etkilerde bulunacaktır.

Tüm bunları üst üste koyunca, “2010 yılı enflasyonu ve cari dengesi beklenen değerin üzerinde tamamlanır” demek sanıyorum yanlış olmaz.

Dövize Neler Oluyor?” hakkında 2 yorum

  1. Merhaba Hocam;
    Eskiden satışlarımızın %70’i ihracat olan bir firma için dövizdeki düşüş bizi üzüyordu.
    Fakat borçlarımızıda dövize çevirince kurdaki dalgalanma çok az etkilemeye başladı.Eskiden ihracatımızı mutlaka döviz alım belgesine bağlamak zorundaydık.Fakat bu zorunluluk kalktığından beri kur dalgalanmalarından çok daha az etkilenmeye başladık.Alacağız Euro borcunuzda Euro olunca sorun kalkmaya başladı. Aslında tabiki tam anlamıyla çözülmedi ama riskleri en aza indirmiş olduk.

    Saygılarımla.
    Ferah TENDİK

  2. Uğur Hocam Merhabalar,
    Size “merhabalar” demek, aslında tüm okurlarınıza da “merhabalar” anlamında yorumlanması dileği ile.
    Hocam bilindiği üzere, 1980 li yıllara dek ülkemizde uygulanan Döviz Politikaları ile 1980 ve 1990 sonrası politikalar arasında oldukça farklar mevcuttur.
    Ancak; belirli bir dönemde, oynak kur politikaları nedeniyle, halkımız adeta döviz kuru ile yatmış, rüyasında kur değişikliklerini görmüş ve sabah uyandığında da rüyasının doğruluğunu teyit için, kahvaltısını dahi yapmadan TV-Radyo-İnternet başına koşarak dövizin güne nasıl başladığını anlamaya çalışmıştır. Ve bu olay maalesef ne acıdır ki, cebinde beş kuruş türk parası olmayan yoksul halk içinde geçerli bir düşünce idi. Sebebi ise “daha ne kadar fakirleştiğini öğrenip hesaplayabilmek” için. [ Küçük bir anı: 1994 yılı başında bir tanıdığımdan sıfır KM sayılabilecek bir araba aldım ve o günkü şartlarda o an üzerimde bulunan sadece cüz’i bir bedeli kaparo olarak verdim, kalan miktarı ise o zaman için 4 ay sonra vadesi dolacak olan hesabımı bankadan çektiğimde ödeyecektim. Ancak, arkadaşım kalan borcumu zamanın alman markına çevirmiş ve borcum TL değil de DM idi. Arabayı aldıktan 2-3 gün sonra bir gece rüyamda döviz kurlarının 4-5 kat arttığını ve kendimi arabamın borcunu nasıl ödeyeceğimi perişan ve sıkıntılı bir halde düşünür iken, uyandım. Ve “Allaha Şükür rüya imiş” dedim. Fakat ben bu rüyanın etkisinde kalarak o gün vadeli hesabımı bozdum ve borcumu ödedim. İyiki de ödemişim çünkü, vade tarihi 4 NİSAN kararlarından sonra idi ve rüya beklide gerçek olacaktı. ]
    Tabii ki bu olaylar geçmişte kalmıştır.
    Ülkemiz 2001 krizinden sonra uyguladığı ekonomik politikalar ile daha gerçekçi bir döviz politikası izleyerek geçmişteki hataları yinelememiştir. Ancak, bugünkü döviz kurlarının çok gerçekçi olmadığı kanısındayım. TL olduğundan değerli görüntü vermektedir. Bu ise, ihracatımız açısından olumsuzluklar yaratmaktadır. Bir diğer yanda ise, Döviz kurları ile sanayi hammadde girdilerindeki oranları irdelemek gerekirse, hammadde fiyatları yükseliyor ve döviz aynı kalıyorsa, kısa vadede enflasyon ve döviz kurları yükselecektir. Dolayısıyla MB nın Beklenti Anketlerinde de bunu görebilmekteyiz. Diğer yanda döviz kurlarının gerçekçi olmaması ihracatçılarımız ve uzun vadede ülkemiz için de zor durumlar yaratmaktadır. Çünkü genelde ülkemiz ithalatını PEŞİN ihracatını ise vadeli olarak gerçekleştirmektedir. ( Bakınız TEPAV / 05.08.2009 “Bu nasıl Ticaret ? Alırken Para Peşin, Satarken değil” Diğer yanda ise siyasi hükümetlerin bütçe üzeri harcama yapmaları da ileride olası para politikalarına zorunlu müdahale ve dövizi tetikleyici bir etkendir görüşündeyim. ( Bakınız TEPAV / 25.02.2010 – “Hükümet Meclisin Verdiği Yetkiyi aşıyor” ) Tüm bu olumsuzluklar ve özellikle hammadde girdilerinde yüksek artışlar ülke bazında dövizi tetikleyici, şayet dünya bazında ise ekonomik kriz habercisidir. Örnek: yazınızdaki “2000-2008 Petrol, Altın, Bakır Fiyatları” tablosunu incelediğimizde, özellikle sanayide kullanılan petrol ve bakır’ ın 2004 – 2007 döneminde olağanüstü bir fiyat yükselmesi gösterdiği, 2008 de ise ani bir düşüş, işte kriz başlangıcı. Aynı tabloda Dolar / Avro paritesinde ise, yıllara göre uygun bir yükseliş eğrisi gözlemlenmektedir. Şimdi bu noktada, Dünya ticaretine yön veren ve şirketlerin alacak / borç kambiyo işlemlerini gerçekleştiren bankaların her üç ayda bir takas işlemlerinde uyguladıkları döviz kurlarının da önemli olduğunu belirtmekte yarar var sanıyorum. Tabiî ki ülkemizin de bu takas işlemleri sonucu ortaya çıkan paritelerden etkilendiğini düşünmemiz ve döviz kurlarına bu açıdan da yön vermesi gerektiği kanısındayım.
    Hükümetlerin Döviz kurları ile sıkça oynamaları hem ekonomik ve hem de fiyat istikrarını bozucu niteliktedir. Ekonomik ve fiyat istikrarı, ancak dengeli bir döviz kuru ile korunabileceği kanaatindeyim. Ülkemizde Para Piyasalarına ve Dövize yön veren MB nın hiçbir dönemde siyasi etki altında kalmaması dileği ile.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir