Büyüme işaretlerini doğru değerlendirelim

Yeşil EkonomiAvrupa ekonomileri, özellikle Yunanistan’la ilgili riskler gerçi tüm dünyayı yakından ilgilendiriyor. Ama Türkiye ihracatının yarısını Euro bölgesine yönlendirdiğine göre, Avrupa’daki risk primlerinin artmasının ekonomimiz üzerindeki etkisi çok daha dolaysız. Diğer yandan Yunanistan’ın Türkiye ile ilişkilerinin coğrafi ve siyasi anlamda kendine özgü bir tarzı var. Yani Yunanistan’ın durumu Türk ekonomisi için çok daha özel.

Artık herkes ezbere biliyor: Euro alanındaki sorunun ortaya çıkış biçimi kamu maliyesindeki dengesizlikler ya da borçluluk durumu oldu. Fakat tartışmaları izleyenler görecektir ki, ekonomilerin birbirlerine son derece entegre olduğu bir bölgede herhangi bir borç ödeyemezlik sorununun telaffuz edilmesi dahi çok korkunç. Çünkü ortada bir ödeme-tahsilât probleminin ötesinde, tüm bir Euro sisteminin çökme riski var.

Şimdi bu tabloya biraz daha yakından bakalım.

Geniş alanda İspanya, Portekiz hatta Fransa, Türkiye’ye daha yakın bölgede ise komşudaki sorundan etkilenen küçük Balkan ülkeleri var. Farklı ülkelerde bulunup birbirlerini kredilendiren mali aracıların domino etkisi ile Euro’yu zayıflatmaları söz konusu. Sadeleştirmek gerekirse, AB dâhilinde diğer ülkelerin açıklarını finanse etmeye rıza gösterebilecek nitelik ve boyutta fazla veren ülke yok. Nitelik derken kaynak sahibi olsa dahi seçmen baskısı ve içinde bulunulan ekonomik tablo nedeniyle kaynakların kullanımı üzerindeki politik engellerden söz ediyorum.

Türk Lirası İkame Para Birimi Olabilir

Konuya böyle yaklaşınca Almanya’yı Avrupa alanında bir istisna kabul edersek, Euro bölgesinin sorunlarının çözülmesi uzun zaman alabilir. Ama özellikle not edilmesi gereken gerçek, bu kez finansal sistemin genel mimarisinin dışında, Avrupa’nın kamu borçlarını yeniden şekillendirecek bir düzenleme gerekiyor. Benzer regülasyonlar Avrupa’da kamunun sosyal harcamaları üzerinde etkide bulunacaktır. Bir adım sonra Avrupa Birliği’nin temel fikri olan serbest dolaşım, ortak karar mekanizması ve Maastrich kriterleri de tartışılmaya başlayacaktır.

Türkiye’de özellikle dış ticaret ve finans sektörü Euro’nun değer kaybı durumunda neler yapabileceğini tartışmaya başlarsa iyi olur. TL’nin bir de Euro’nun değer kaybı nedeniyle değerlenmesi, içeride faiz haddinden, enflasyon oranından, büyüme ve işsizlik oranından oluşan makro hedeflerin revize edilmesini gerektirebilir. Fırsattan istifade, Euro’nun rezerv para niteliği tartışmaya açılınca, yakın Balkan ülkelerinde, Kuzey Afrika, Kuzey Irak, İran, Türkî Cumhuriyetler çevresinde TL’nin bir ikame para olarak kullanımı yaygınlaştırılabilir.

Öyleyse ciddi bir kaynak girişi sağlayabilecek stratejik uygulamaların zamanlamasını şimdiden planlamak gerekir.

Avrupa’nın Tahriklerine Dikkat

Hükümetin dış politika açılımlarını TL’nin konvertibilitesini artırarak taçlandırması için uygun zaman Euro Bölgesi’nin en zayıf olduğu zaman dilimi olan 2010 yılı gibi görünüyor. Aynı şekilde Yunanistan’la ve Kıbrıs’la ilgili var ise atılabilecek önemli adımlar, önümüzdeki altı ay içerisinde planlanmalıdır.

Bu arada, önümüzdeki aylarda grevler ve gösterilerle birlikte göçmenlere karşı hareketler de başlayacağı tahmin edilen yaşlı kıta Avrupa, müzakereler konusunda Türkiye’nin hamle üstünlüğü elde etmemesini sağlamak bakımından çeşitli kışkırtıcı açıklamalar yaparak, Türk hükümetini tahrik ederse şaşırmamak gerekir. Unutmayalım ki, Avrupa’da seçmeni kendine çekmenin en kolay yolu, göçmen politikalarını sıkılaştırmak ve İslamofobi’yi yeniden ısıtmaktır.

İçeride durum?

Türkiye ekonomisi tüm bu gürültü patırtının içerisinde özellikle sanayi üretiminde hızlı bir büyüme performansı gösteriyor gibi görünüyor. “Görünüyor” derken sanayi kesimi gerçekten sevindirici biçimde büyümeye başladı. Bekleniyor olsa dahi, sektördeki büyümenin hem 2009 yılının son çeyreğini, hem de istihdamı ciddi şekilde destekleyecek nitelikte olduğu anlaşılıyor.

Yine de büyüme işaretlerini değerlendirirken abartıya kaçmamak için bazı ayrıntıları hatırlamakta yarar var.

Önceki yazılarımızda “mevsim ve takvim etkilerine dikkat” ibaresini kullanırken kastettiğim gibi…  Eğilim çizgisi yukarı yönlü olsa da, birkaç ay daha baz etkisi nedeniyle çift haneli görünebilecek büyüme hızlarını doğru okumak için, karşılaştırmalı hesaplamalara ihtiyaç duyacağız. Öngörülerde bulunurken oranı değil eğilimi izlemek gerekecektir.

Tekel İşçilerinin Eylemi

Tekel işçileri ile ilgili tartışmaları hep birlikte izliyoruz. Tekel işçilerinin direnişini bugünkü görünümleri ile algılamak doğru değil. Hatırlayınız… TEKEL’in önce içki ve sigara faaliyetleri özel sektöre devredilirken yapılan çalışmalarda bugün eylem yapılan alanda çalışan tütün depoları özelleştirmeye dâhil olamadı. Özel sektör için cazip bulunmadığı için dışarıda kalan kesimde çalışan işçilerin özlük haklarının planlanmasında “sosyal devlet” ölçüsünün gözetilmediği konusunda geniş bir fikir birliği var.

Öte yandan, TEKEL işçileri olarak tabir edilen bugünkü eylemciler özel sektörde olsaydı tazminatlarını aldıktan sonra büyük olasılıkla işsiz kalacaklar ama bir eylem yapamayacaklardı. “Öyleyse, yapacak bir şey yok, tazminatlarını alıp, hayatlarına devam etsinler” denebilir.

İki görüşün de kendi içinde tutarlı olduğu anlaşılsa da, bu işçilerin yönetim hatasından dolayı zarar eden kuruluşlarda zorla çalıştırılmadığı biliniyor. Devletin hele Anayasasında en azından teorik olarak “sosyal devlet” olduğu yazan bir devletin işçilerini büyük hak kayıplarıyla bir kenara atma lüksü olmamalı. Anlaşılan, özelleştirmenin planlanması sırasında fazla istihdamdan kaynaklanan maliyetin özel sektör ve devlet arasında paylaştırılması da düşünülmemiş. Tozlar halının altına süpürülmüş.

Bir de konunun hukuksal boyutu niçin bu kadar belirsiz? Mesela eylemcilerin içerisine illegal örgüt mensuplarının karıştığı söyleniyor ama şu ana kadar eylemcilerin arasından belirtilen nedenle gözaltına alınan bir kişi bile yok.

İşin bir de davranışsal boyutu var. İşçilere tazyikli su sıkılması, biber gazı kullanılması, uzun süre randevu verilmemesi işçilerin örgütlenme şekli ve talepleriyle orantılı değil. Sonuçta kolluk güçlerinin karşısında şiddet uygulayan bir topluluk yok. Bunu anlamak için özel bir istihbarat çalışmasına ihtiyaç var mı bilemiyorum Gösteri ve eylemlere katılanların profili az çok protestoların şeklini de belirliyor zaten. Hükümet talepleri haklı da görse haksız da karşılasa güvenliği sağlamak üzere görevlendirilen emniyet teşkilatına verdiği talimatlarda ölçülü olmalı.

Bu işçiler belli ki haklarını almanın ötesinde uzun süre yok sayılmanın oluşturduğu psikolojik durumun da etkisi altındalar. Hükümet, TEKEL işçilerinin sarıp-sarmalayacak, dertlerini dinleyecek, inatlaşmadan uzak durarak devletin ekonomik imkânlarıyla işçilerin talepleri arasında en uygun uzlaşı formülünü uygulayacak bir algı geliştirmeli. Örgütlenme özgürlüğünün bu şekilde kullanılması, bence hükümeti öfkelendirmekten öte sevindirmeli. İşçiler ne darbe planlıyorlar, ne illegal faaliyetler yürütüyorlar, yaygın olarak seslerini duyurabilecekleri yazarları, çizerleri, gazeteleri yok. Hükümetle de uzun süre görüşemediklerine göre haklarını bu şekilde aramaları normal.

Hükümetin TEKEL işçilerinin eylemine Türkiye’de arzulanan imkânların demokratik şekillerde de aranabileceği konusunda bir davranış değişikliğini yaygınlaştıran pozitif bir hareket olarak bakması daha doğru. Bu ve benzer eylemlere sert tepki göstermek, demokratik alışkanlıkların yerleşmesini önleyip, kapalı kapılar ardında plan yapanların ekmeğine yağ sürmez mi?

Bir de işin sendikal boyutuna bakalım

Anlı şanlı sendikacılarımıza da birkaç sorum olacak: Üyeniz olan Tekel işçilerinin pozisyonun bu noktaya geleceği neredeyse 3 yıl öncesinden belliyken şimdiye kadar sesinizi neden çıkartmadınız? Yumurtanın folluğa gelmesi daha mı iyi oldu? Yoksa statüleri değiştiğinde binlerce üyenizi birden kaybedeceğinizi şimdi mi fark ettiniz?

Bunlar da diğer sorularım: Tekel işçilerinin üyesi oldukları TEKGIDA-İŞ ve o sendikanın bağlı olduğu TÜRK-İŞ şimdiye kadar ülkemizde işsizlikle ilgili hangi çalışmalara imza atmışlardır? Devasa mal varlıklarına ve nakde sahip olan sendikalarımız, işsiz kalan üyeleri için meslek kursları açarlar mı mesela? Ya da onlar için iş geliştirme programları uygulamışlıkları var mıdır? Onlara belli bir süre, sembolik de olsa maaş ödediler mi ya da öderler mi? On yıllardır greve çıkmayan ve olağanüstü parasal kaynaklara sahip olan sendikalar için tüm bunlar fanteziden mi ibarettir yoksa?

Sanırım bütün mesele Check-Off tabir edilen üyelerinin maaşlardan veya ücretlerden kesintiyle üye olduğu sendikal yapının -ki Avrupa’da neredeyse uygulanmamaktadır- ülkemizde halen geçerli olmasıdır. Oysa sendikacılık gönüllülük esasına dayanmalıdır. Ve gerçek sendikacılık iş işten geçmeden önce tedbir almayı gerektirir.

Yukarıdaki soruların cevapları TEKEL işçilerinin eylemi ile paralel düşünüldüğünde 30 sene öncesine göre neden daha az sendika üyesi işçimizin olduğunu anlamamız hiç de zor değil.

 CHECK-OFF SİSTEMİNİN DÜNYADAKİ UYGULAMASI

Check-off’un uygulanmadığı ülkeler: Danimarka, Belçika, İsveç, Fransa (*), Almanya, Hollanda, İsviçre

Check-off’un toplu sözleşmelerle veya işçinin rızasıyla uygulanabildiği ülkeler: İngiltere, İrlanda, Portekiz, Lüksemburg, Avusturya, Malta, İran

Check-off’un işçinin işverene yetki vermesiyle uygulanabildiği ülkeler: İtalya, Finlandiya

(*) 27 Nisan 1956 tarihli kanunla yasaklanmıştır.

Kaynak: TİSK

Büyüme işaretlerini doğru değerlendirelim” hakkında 3 yorum

  1. Uğur hocam merhabalar.
    Hepimizin zihnini karıştıran, herkesin “iyimi – kötümü, bizi ortaklığa alırlar / almazlar, bir ortak olursak kişi başı milli gelirimiz bak nasıl yükselecek / yok canım daha da kötü olacağız” gibi, bilenlerin / bilmeyenlerin, ilgililerin / ilgisizlerin de konuştuğu şu AB ( Avrupa Birliği ) hakkında takip edebildiğim ve bilebildiğim kadarıyla kişisel görüşlerimi aktarayım. 1950 li yılların sonlarına doğru 6 avrupa ülkesinin bir ortak Pazar kurulması amacıyla Roma Antlaşması ile temelleri atılan ve 1960 lı yılların ilk yarısında “yanılmıyorsam 1963” Ankara antlaşması ile Türkiye’nin de ilk kez o günkü adı ile AET (Avrupa Ekonomik Topluluğu) bugünkü adı ile AB (Avrupa Birliği) ilişkileri başlamıştır. Ülkemiz 1987 yılında tam üyelik başvurusu yapmış, Türkiye’nin müracaat tarihinden sonra çeşitli Avrupa Devletleri birliğe müracaat etmiş ve ortaklığa kabul edilmelerine rağmen, Türkiye halen AB nin tam üyelik sıfatını alamamıştır. Oysa, ülkemiz 1995 veya 1996 yılında; tam üyeliğimiz kabul edilmeden ve bu konuda AB nin somut görüşü belirmeden, Ankara antlaşmasına dayanarak ülkemizin Avrupa Gümrük Birliğine girmesi, ülkemiz ekonomisi için çok büyük bir kayıp, diğer yanda AB için ise bulunmaz bir fırsat olmuştur. Yine yazınızda değindiğiniz gibi bir İslami-fobi sonucu ve nasılsa elde edilmiş bir gümrük birliği avantajı ile AB bizi daha yıllarca oyalayacaktır kanaatindeyim. Şimdi de AB ekonomisine veya AB üyelerine baktığımızda ise ben şunu görüyorum. 1- AB kurucu üyeleri, AB nin genişleme sürecinde bazı ülkelerin ülke değerlendirmelerini hissi / yandaşlık ve din olgusuna bağlamışlar, üye olacak ülkenin temel ekonomisini / GSMH sını göz ardı etmişlerdir.
    Oysa, hatırladığım kadarıyla ülkemizin borç stoğu GSMH oranı % 40 – 50 arası iken,
    Bir çok AB üyesi ülkelerinde bu oran % 100’e yakın veya % 100 ün de üzerindedir.
    Doğaldır ki, burada ekonomisi ve bütçesi iflasa doğru giden bazı AB ülkelerine, diğer durumu iyi olan AB ülkelerinin çok daha fazla destek olacağı “ben kazandım ama al sen ye” demeyeceği kanaatindeyim. Peki bu durum uzun süreçte ne getirir ? İşte burada Ülkemizin değindiğiniz gibi iyi politikalar izleyerek ve iyi hesap yapması gerektiği kanısındayım. AB nin ortak para birimi muhtemel bir düşüş yaşayacaktır. Bu ise ülkemizi direkt ilgilendirmektedir. Hem ihracat ve hem de ithalat yönüyle sıkı bir ilişki oluşacaktır. Diğer yanda özellikle komşumuz Yunanistan’ın durumu bizi ekonomik ve siyasi yönden fazlasıyla ilgilendirmektedir, ve özellikle bu konuda ve AB nin geldiği son pozisyonda ülkemize bazı sataşmaların olması kaçınılmaz görünmektedir. Ki; bu AB nin öteden beri uyguladığı bir politikadır.
    Tam da bu açıdan bakıldığında, değer yitirecek Avro’nun yerine, özellikle Türki Cumhuriyetlerde ve yakın balkan ülkeleri ile Kuzey Afrika da TL ikame para birimi olur mu olamaz mı ? Evet bence ülkemiz ekonomisi sağlam bir büyüme içinde olur ve siyasi istikrar sağlandığında, neden olmasın… Ancak, ben ülke ekonomimizin sağlıklı bir büyüme sürecine girdiğine emin değilim. Aynen yazınızın başlangıç bölümünün solunda görülen dişliler arasında PAPATYA bir dişli ile döngüyü sağlamaya çalışıyoruz gibime geliyor. Ve özellikle bu aralar Vergi İdaresinin borçlu mükelleflerin tüm banka hesaplarına haciz uygulaması, önümüzdeki dönemde büyük / küçük ve orta ölçekli bir çok işletmede finansal sıkıntılara neden olacağı, bu durumunda hem üretim ve hem de ticaret sektörünü ters yönde etkileyeceği kanısındayım. Bugün bir çok işletme POS cihazlarını devre dışı bırakmış veya bırakma yoluna gitmektedir. Çünkü buradan geçen tüm hesaplarına bloke konulmaktadır. Peki sonuç ? Finansman sıkıntısı, üretim ve ticarette gerileme, daha sonraları işsizliğin tekrar büyümesi. Yavaş da olsa toparlanmaya başlayan ekonominin tekrar durağanlaşması veya gerilemesi. İşte PAPATYA dişli ( Finans ) bu yönüyle çok tehlikeli olacağı kanaatindeyim.
    TEKEL işçilerine gelince…
    Bu konunun öncelikle, ülkemizde uygulanan Özelleştirmelerin ve özelleştirme politikalarının yanlışlığı olduğu, Sağlıklı bir özelleştirme politikamız olmadığı düşüncesindeyim. Ve hele ki, bütçeye büyük miktarda nakit akışı sağlayan birkaç daha özelleştirilecek kurum da özelleştirilirse, devletin nakit akışını sağlayacak ne kalacak bilmiyorum. İşte o zaman yandık, dolaylı vergiler herhalde tavan yapacaktır.
    Özelleştirme yapılırken her şey enine boyuna mutlaka düşünülmeli idi. Bir kısım TEKEL işçileri ( TEKEL, Rakı – Sigara bölümleri ayrı ayrı, depolar ise ayrı özelleştirildiğinden ) hesap ve özelleştirme hatasına takıldı. Olmaması veya en azından sosyal devlet anlayışının yapmaması gereken bir hata. Ben TEKEL işçilerine hak veriyorum. Diğer yanda Sendikalar. Bence ülkemizdeki sendikalar tabirimi mazur görün bence naylon sendika. Ne üretime ve nede işçiye bir faydaları yok. Sadece yiyelim / içelim – eğlenelim, arada bir meydanlara çıkıp çalışan kesimin hoşuna gidecek bağırış / çağırış konuşmalar yapalım. İcraat !? Yok. Eğitim !? Yok.
    Üretime Katkı !? Yok. Halbuki hatırladığım kadarıyla yanılmıyorsam MERCEDES firması Almanya’ da bir tarihlerde ( yanılmıyorsam 1970 yıllar) 27.000 işçi çıkaracaktı. İşte o tarihlerde sendika devreye girmiş, firmanın mali yapısını inceleyince gerçekten zorda olduğunu görünce,
    Alman hükümeti ile sendika ve firma arasında yapılan bir anlaşma neticesi, hiç işçi çıkarılmaması koşulu ile bir süre işçi ücretleri sendika tarafından ödenmiş diğer yanda Alman hükümeti ise alması gereken vergileri ötelemiş, firma finansal ve ekonomik yönden rahatladıktan sonra tekrar yasal işlevler başlatılmış. İşte bu örnek
    Ülkemiz sendikacılığının tam tersi bir örnek. Şuradan da bakabiliriz… Bilindiği üzere
    Ülkemizde siyasiler koltuklarını pek sever ve bırakmak istemezler, Ya Sendikacılar ?
    Eee onlarda aynı sevdaya tutkun. Bir sendika liderinin değiştiğini ne zaman duyduk ?
    Fakat bir gerçek var. Ülkemizde görüş açısı değişmedikçe de bir çok olayın aynen devam edeceğidir maalesef. İşte tam da burada DEMOKRASİ – BÜTÇE HAKKI = SIFIR. yanız aklıma geldi. Saygılarımla.

  2. Özelleştirme görüşüme EK görüş.
    Anlamadığım bir şey daha var. Özelleştirme Özelleştirme diye çırpınıp dururken ve özelleştirmeye karşı çıkanlara denmedik laflar söylenirken, İNŞAAT sekteründeki D E V L E T L E Ş T İ R M E nedir ? Bilen varsa lütfen atlatsın. Yoksa bu devletleştirme benim anladığın gibi RANT için mi ? Eh artık o rantiyeden kimler pay kapacaksa…

  3. gerçektende çok güzel bir yazı özelleştirme bana göre kötü bir uygulama devlet ben kurumları yönetemiyorum diyor ve özel sektöre(sermaye babalarına) al kullan diyor.devlet sürekli bir degişim içinde olmalı keni kurumları sürekli revizyon yapmalı sabit fikir ve sabit düşüncelere takılıp kalmamalı.
    sonuç olarak en kötü şekildede yönetilse bile yine kurumlar özelleştirilmemeli.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir