Ekonomi alanında son aylarda meydana gelen gelişmelerin tüketiciyi etkilediği anlaşılıyor. Aynı şekilde reel kesimin üretim konusunda beklentilerini hızlı bir gözden geçirmeye tabi tuttuğu da bir başka gerçek. Fakat beklentilerle gerçekler arasındaki fark gereğinden fazla açıldığında, bazı uyarılara kulak asmanın zamanı gelmiş oluyor. Geçtiğimiz 18 aylık dönemde hızlı bir değişim yaşayan ekonomik göstergelerin yorumlanması konusundaki sorunları gidermeye katkı sağlamak için 2008 yılının Eylül ayı ile bugünü karşılaştırmakta yarar görüyorum.
Böyle bir karşılaştırma bize gösteriyor ki; maalesef krizden önceki ekonomik performansı henüz yakalayabilmiş değiliz. Özellikle işsizlik konusundaki direnç çok güçlü… Milli gelirdeki küçülmeye paralel olarak sanayi üretimi hala 2008 yılının gerisinde. Keza kapasitedeki boşluklar devam ediyor. Mevcut göstergelerin yorumlanmasında, tüketiciyi ve üreticiyi yanıltan konu, istatistiklerin kıyaslandığı dönemin doğru zaman dilimi olmadığı. Daha doğru değerlendirme için, baz dönemini sıfır noktası oluşturabilecek bir devreye çekince, gerçekler daha net görülebiliyor.
Tüketici güvenine göre daha hızlı bir çıkış gösteren iş dünyasının güven endeksi, özellikle sabit yatırımlarla ilgili yoğun bir ihtiyaç belirtiyor. İş âleminin, en azından bu kez, ekonomideki ısınmanın dinamiklerini abartmadan yorumlaması kritik önemde. Aynı şekilde istihdamdaki geri dönüşlerin gecikmesi, rahatlatıcı havanın yaygınlaşmasını ve genellik kazanmasını da geciktirmiş oluyor. Hükümetin istihdam konusunda, özellikle vergi ve benzeri yükümlülükleri tekrar gözden geçirmesi bu konuda umulandan daha fazla yarar sağlayabilir. Geçtiğimiz yıl uygulanan vergi indirimlerinin, indirimden yararlanan sektörleri nasıl harekete geçirdiğini gözden kaçırmayalım.
Beklentilerin iyileşmesi ile akla getirilmesi gereken bir başka uyarı da sermaye piyasasındaki gelişmelerle ilgili… Türkiye’de sermaye piyasasının derinliği yeterli olmadığı için, yabancı portföy yatırımlarının ilgisinden kaynaklanan artışların peşine takılan küçük tasarrufçunun, aynı hatayı bir kez daha tekrarlamaması, özellikle SPK’nın görevini tam ve doğru olarak yerinde getirmesine bağlı.
2009 yılında mali sektörün dışında ciddi bir kar artışı elde eden halka açık firma sayısı iki elin parmaklarını geçmez; İMKB’de yani halka arzların sayısı da belli iken, endeksin bu seviyelere taşınmasını riskli görmemek mümkün değil. Borsa endeksinin yükselmesi ile şirketlerimizin değeri artıyor olsa da, arada yapılacak küçük uyarılar piyasanın aşırı değerlenmesinden kaynaklanan stresini de alabilir. Tetikte bekleyen bir sermaye piyasası kimsenin işine yaramayacaktır.
Temel göstergelere dikkat etmeden yapılacak yeni yatırımların özel sektörün aşırı borçlanmasıyla finanse edildiğini unutmamak gerekiyor.
Özellikle dış ticaret açığının meydana getirdiği döviz ihtiyacının, döviz kurunun mevcut seviyesinden karşılanması bir fırsat olabilir. Buna karşın döviz cinsinden borçlanmaların geri dönüşü uzun süren yatırımların finansmanında kullanılması, kur riskinin belirsizliğini de üstlenmek demektir. Yabancı yatırımcı Türkiye pazarına ne denli pozitif gözle bakarsa baksın, büyümenin refaha dönüşmesi için, içeride istihdamın artırılarak tüketimin reel gelirlerle finanse edilmesini sağlamak gerekir.
Tarım sektöründe yıllardır aşınan çiftçi gelirlerinin, hem ürün hem de fiyat bakımından pozitif gelişmesini beklediğimiz bir yıldayız. Tarımsal alanlarda yapılacak yatırımları artık, sanayici firmalar da takip ediyor. Tarımda sağlanan nitelikli araç-gereç ve istihdam, iç piyasanın büyümesini kalıcı şekilde artırabilecek önlemlerin belki de en önemlisi olabilir.
Özellikle Ege Bölgesi ve Manisa’da tarım kesiminde arazi mülkiyetleri ve işletme büyüklüğüne dikkat çekmekte yarar var. İyi tarım, organik tarım ve katma değeri yüksek tarım ürünün üretiminde işletme büyüklüğü ölçüsünün her zaman geçerli olmadığı söylenebilir. Bu konu ve tarım ürünlerindeki fiyat artışları beklentisi önümüzdeki ayların ciddi bir tartışma konusu olabilir.
“Beklentiler ve Acı Gerçekler” mi deseydik acaba… Ayrıca konut kredilerindeki faiz oranlarının artış trendine girip girmediği konusunda öngörünüzü paylaşırsanız sevinirim.
Sibel Hanım;
Konut kredilerinde faiz haddinin aşağıya veya yukarıya doğru esnekliği konusunda, bankaların yurt dışı borçlanma imkanlarının devamına bağlı olarak iki farklı öngörüde bulunulabilir. Şahsi görüşüm faiz hadlerinin yükselme trendine gireceği yönünde. En azından daha fazla düşemeyecektir.
Uğur hocam merhabalar,
Son beş yazınıza yorum gönderemedim, fakat bir meslekdaş olarak dün’e kadar yoğunluğumuzu en iyi bilenlerdensiniz. Sibel hanımın şahsi sorusu haricinde yorum yapılmaması, hiç bir zaman ” yazılarım ilgi çekmiyor ” anlamında yorumlanmamalı. Bilginize ve ellerinize sağlık. İlgi çektiği okuyucu sayısından da belli. Sitenizi hergün izliyor yazılarınızı zevkle ve ilgi ile okuyorum, ancak değindiğim gibi “önce iş ” ilkesi… En kısa zamanda yorumlarımı yazacağım. Saygı – sevgi ve selamlar.
Ali Bey;
Teşekkür ederim. Sadık okur-yazarlarımızdan biri olduğunuzu biliyorum. Tabii ki işleriniz daha önemli. İyi çalışmalar.
Uğur Bey! Sorumu cevapladığınız için teşekkür ediyor, iyi çalışmalar diliyorum.
Sayın hocam, ekonomik kriz nedeniyle sanayi kesimindeki önce küçülme ardından durağanlaşma ve yavaş da olsa toparlanma, aslında temkinli piyasa gözlemciliğinden ileri geldiği kanısındayım. Tabii ki tüketici yönü çok önemli. Ancak; tasarrufçuların yabancı yatırımcılara göre hareketi ülkemiz ve bu yatırımcılar açısından tehlikeli. Yabancı yatırımcılar İMKB de yaptıkları yatırımlar, ülkemizin onlar için bir vergi cenneti olması ve siyasi edinimler nedeniyle olduğu kanaatindeyim. İMKB de yabancı yatırımcıların çok uzak değil yaşadığımız 2001 krizindeki gibi, % 61 den % 36 düşmesi ile çöken borsanın, aslında ülkemiz ekonomisi ile ülkemiz insanına kaybettirdiğini unutmamalılar. Ülkemizdeki finans ve mali sektör henüz çok sağlam ve dirençli bir yapıya sahip olmadığı kanısındayım. Dolayısıyla Tarım ve Hizmet sektörleri teşvik edilirse, işsizliğin de bir numaralı can simidi olacaktır. Özellikle tarım sektörünün tekrar canlandırılması, tarımsal ürün ihracatçılarının teşviki ve her konuda desteklenmesi gereği görüşündeyim. Bu destekler bugüne dek verilmedi. ( Bknz: TEPAV / 25.08.2009 – “İhracatın desteklenmesinde Rakiplerimizin gerisinde kaldık”) Diğer yanda siyasi irade sadece sanayileşmeye kolaylıklar / destekler ve yatırım indirimleri vermemeli, kademeli olarak Tarım ve Hizmet sektörlerine ağırlık vermelidir. Gelecek ile ilgili planlamalar yapılmalı ve stratejiler geliştirilmelidir. ( Bknz: TEPAV / 25.10.2009 – “OSB ler mucizevi ilaç değil, bir sanayi stratejisinin parçası olmalı” ve 22.12.2009 – “Türkiyenin büyümesi, yerel büyüme stratejilerinin bileşkesi olarak düşünülmelidir” [Manisa Platformu] )
Kısaca ülkemiz her konuyu yeni baştan düşünmek ve yaratmak durumundadır.