Küresel ekonomik krizin, uluslararası denetim örgütlerinin yeterli uyarıda bulunmaması ile su yüzüne çıktığını biliyoruz. Banka ve benzeri kredi yaratan kurumların kredi risklerini doğru değerlendirip, kamuoyunu aydınlatma işlevlerini yeterince yerine getirmeyen birçok kuruluş, krizden sorumlu tutuluyor. Bağımsız denetim kuruluşlarının daha önce de -münferit olsa da- yatırımcıları zarara uğratmaktan sorumlu tutuldukları olaylar hatırımızda olmalı.
“Bugün yolsuzluk olaylarının boyutları veya yolsuzluktan anlaşılan nedir?” sorusunun cevabı konusunda geniş bir mutabakat var. Bir kere, özellikle Türkiye gibi kamu kesiminin ekonomik ölçek olarak yaygın olduğu ülkelerde, yolsuzluğun -alışılageldiği şekilde- devlet üzerinden tanımlanması alışkanlığı değişmeli.
Aslında değişti de.
Uluslararası tarafsız örgütlerin yaptığı araştırmalar ve yayınladıkları raporlar, yolsuzluğun özel sektörde de yoğun şeklide gündemde olduğunu gösteriyor. Nitekim bilhassa kriz döneminde iç denetim ve maliyet kontrolü faaliyetleri arttıkça daha çok olay gün yüzüne çıkmaya başladı.
Firmalar Arası Mutabakat Yolsuzluğu Azaltıyor
Mali sonuç doğuran kirliliklerin bir başka boyutu da, usulsüzlük incelemelerinden ibaret bir denetim işlevinin yetersiz bulunuyor olması. Epey önce, “usulüne uygun yolsuzluk dönemi” adını verdiğim bir sürecin yetersizliklerinden uzun uzadıya bahsetmiştim. Gerçek şu ki, hem kamuda hem de özel sektörde alınan bariz yanlış kararların yüklediği maliyetlerin, bir çeşit yolsuzluk olarak nitelendirildiği anlaşılıyor. İşin bir ucu da kayıt dışılıkla ilgili olduğu için, vergi incelemelerinin de dâhil olduğu kamu ihalelerinden, taşeron şirketlere kadar geniş bir bütünsel bir bakış açısı gelişiyor. Mesela, yasalara uygun olsa bile, hem şirket hem de devlet kontrolündeki idarelerin insan kaynaklarında akraba, eş-dost kayırmacılığının, özel sektörün alım-satımlarındaki yerindeliklerin değerlendirilmesi Türkiye’nin alışık olduğu yöntemler değil.
Batı’da yolsuzluk araştırmalarının geliştiği boyut, firmaların karbon gazı salınımını ölçmeye kadar gidiyor. Kısacası ekonomik kaynakların, hele bunlar halka açılmışsa, tümüyle bir kamu malı gibi yönetilmesini öneren bir araştırma altyapısı oluşuyor. Bu raporların düzenlenmesine yardımcı olmayan ülke ve şirketlerse derhal afişe ediliyor.
BASEL-II ve Uluslararası Finansal Raporlama Standartları (UFRS), Türk Muhasebe Standartları (TMS), 15 yıl öncesinde Tek Düzen Muhasebe Sistemi ile gecikmiş ama önemli bir adım atan muhasebe sistemi için olduğu kadar, yolsuzluklar bakımından da önem taşıyor. Uluslararası yatırımcılar, şirketlerin mali durumunu (bilânço) ve faaliyet sonuçlarını (gelir tablosu) anlıyor, yorumluyor, eksiklikleri görüyor. Şahsen içinde bulunduğum çalışmalarda, özel sektörün firmalar arası mutabakat zorunluluğu arttıkça, yolsuzluk ihtimalinin azaldığını gözlemliyorum. Öte yandan şirketler arası ilişkiler bilânçolardaki sorunların birbirlerine aktarılmasını kolaylaştırıyor.
İç Denetimin Önemi
Türkiye’de yolsuzluk araştırmalarının alışılmış boyutu, seçim öncesinde üretilen sloganların ötesine geçmiyor. İster tümden kamu yönetimi için söz konusu olsun, isterseniz belediye, dernek, vakıf, kooperatif vb. mal veya kişi topluluklarının bulunduğu yerlerde, iddialar havada uçuşuyor. İşin içine girip inceleme yapıldığında iddiaların söylendiği boyutta olmadığı anlaşılıyor veya tam tersi iddia konusu olayların dışında çok daha önemli kirliliklerin üstünün örtüldüğü görülüyor.
Türkiye’nin bu konuda atabileceği en önemli adım “iç denetim” olgusunun geliştirilmesi olmalı. Çünkü işin başındakilerin, işleri yürütürken yapacağı denetimden daha doğru sonuç verecek bir denetim tarzı yok. Teorik olarak doğru olan bu görüşün yöneticilerin yolsuzlukların ortaya çıkmasını isteyip-istememesine göre farklı sonuçlara yol açtığı ortada. Sorun, denetim yapan kişi ve kurumların objektif ve bağımsız olabilmesi ise, bu konuda uluslararası sertifikasyona ihtiyaç var demektir.
Mesela “Uluslararası Yolsuzluk/Hile/İnceleme/Soruşturma Denetçisi” adı altında bir meslek grubunun bulunduğunu biliyor muydunuz? Bu ve benzeri türden mesleklerin ortaya çıkmasını sağlayan ekonomik ortam, yolsuzlukları yapanların kullandığı teknik yöntemlerin gelişmesi ile oluştu. Giderek de yaygınlaşacağa benziyor.
Havaların ısınmasıyla paralel sıcaklığının artması muhtemel görünen gündem konularından biri olarak “yolsuzluk”, önümüzdeki dönemde Türk kamuoyunu daha fazla meşgul edebilir. Krizle birlikte bünyesi sarsılan özel sektörün “risk yönetimi” tedbirlerini ağırlaştırması gerekebilir. Kamu sektöründe yeni bütçe uygulaması paralelinde uygulanan “iç denetçi” kadroları gözden geçirilip, reorganize edilebilir. “Adli muhasebecilik” uygulaması ve “mali bilirkişilik” konularındaki kadro eksiklikleri giderilebilir.
Bu konuda önemli olan, Türkiye’de ve dünyada yolsuzluk algısının ekonomik işlemlerin artan sayı ve niteliğine paralel olarak gerekli değişimi gösterebilmektir. Unutulmamalıdır ki bu konuda dünyadaki eğilim, kriz öncesinde yapılan yanlışların tekerrür etmemesi adına, yapısal sorunların ehil kişiler eliyle gözden geçirilmesi biçiminde tezahür etmiştir.
Hocam izin verirseniz ben konuya girmeden, boyutu bir başka yöne çekmek istiyorum. Tüm yolsuzlukların, denetimsizliklerin v.s. sonucu dünya 2 kez büyük ekonomik kriz yaşadı. Birincisi 1929 ve hafiflemiş olsa da halen devam eden 2008 krizi.
Peki her iki kriz nereden kaynaklandı ? Cevap : ABD Krizlerin Çıkış Nedeni ? Cevap 1 Kriz: Amerikan Borsasının çöküşü. Cevap 2 Kriz: ABD Mali sektörünün çöküşü.
Evet 1929 krizinin çıkışına direkt olarak denetçiler sebep olmamışlardır ama, 2008 krizinin en büyük suçluları denetçilerdir. Tabiî ki yazınızda da değindiğiniz yolsuzluk ve rüşvetler sonucumu diyelim bilemem ama, benim aklıma hiç araştırılmayan bir yön daha geliyor. ABD politikası. İşte araştırılması gereken yön, önce kendi piyasasında (1928-1929) borsanın % 200 lere varan bir oranda artış sağlamasına, ki burada o günün koşullarında 850 milyon dolar kadar bir rakamla kredi vererek borsa senedi alımına imkan sağlayan, günde 3-5 banka kurulmasına izin veren ancak yine günde 2-3 bankanın batmasına ilgi göstermeyen, tarım ve sanayi ürünlerinin gereğinden fazla üretimine göz yuman bir ABD yönetimi, 1929 yılı ekim ayında Hollandalı ve Alman yatırımcıların bir anda ellerinde bulunan hisse senetlerini elden çıkarmaları sonucu başlayan borsadaki çöküş sonucu, 1929 ekonomik buhranının da başlangıcı olmuştur. Her iki krizi karşılaştıran bir çok makale ve araştırma var. ( Bkn: 01.08.2009 / Mehmet Bilge ÖZAKÇAOĞLU – 1929 EKONOMİK KRİZ İLE 2008 EKONOMİK KRİZİN KARŞILAŞTIRILMASI )
Ancak benim ilgimi çeken, her iki krizde de Amerikan Yönetiminin ilk anlardaki duyarsızlığı veya müdahale etmeyişidir. Bana öyle geliyor ki, adeta alt yapısı hazırlanmış biri,leri tarafından bilinen ve ülkenin gelecekte daha da güçlü olması ve hakimiyeti açısından adeta olması gereken ve bir krizmiş gibi algılıyorum. Çünkü ABD nin 1929 buhranından sonra çıkan 2. dünya savaşında sonuçta başrol oynadığı ve her şeye hakim olduğu bilindiğine göre, 2008 krizinden sonra doğabilecek olaylar sonucu ( siyasal – ekonomik v.b.) yine ABD başrolde olacaktır kanaatindeyim. Yani kriz sonucu kaybettikleri ile krizden sonraki edinimleri / kazançları araştırıldı mı? Bence araştırmaya değer bir konu.
Sayın hocam, her iki kriz denetimsizlik / yolsuzluk sonucu ortaya çıktığına göre, yazınızda bahsettiklerinize katılmamak mümkün değil. Özellikle Ülkemiz açısından yasal ve mevzuat açısından en büyük kazanımlar, mesleğimiz ile ilgili gelişmelerdir. Son olarak da TMSK nın KOBİLER ile ilgili çalışmasının tamamlanması durumunda daha net bir çalışma alanı oluşturulacağı inancındayım. Sayın Prof. Dr. Necdet ŞENSOY ve Dr. Ali Atilla PEREK tarafından hazırlanan “KOBİLER İÇİN ULUSLARARASI FİNANSAL RAPORLAMA STANDARDI VE VERGİ USUL KANUNUNDAKİ DEĞERLEME ESASLARINA TOPLU BAKIŞ” konulu değerli çalışmalarını okuyucuların da okumasını isterim.