Bir yıldır kriz yazısı okuyup-yazmaktan hepimize fenalık gelmişti. Gerek iktisatçılarımız gerekse halkımızın “kriz” hakkındaki görüş ve beyanları, krizlerle ilgili engin Türk deneyiminden yararlanamayan Amerika’daki yatırım kuruluşları, sigorta şirketleri, bankalar batmaya başlayınca tekrar arttı. Kriz edebiyatı yeniden “çok satanlar” arasına girdi.
Batı’daki mali piyasaların durumu iç piyasada soru işaretleri ile karşılanıyor. Mesela; sokaktaki adamın endişesi “Bizde de banka iflasları olur mu?” şeklinde. Yabancı sermayeli olduğu için depremin merkezinden etkilenen bankaları bilemem ama Türkiye’deki bankalar için iflas tehlikesi beklemiyorum.
Dövizdeki yükselişin gecikmeli olduğunu belirtmeye bile gerek yok. Hangi teknik ölçü ile bakarsanız bakın, döviz değerinin uzun süredir olması gereken seviyenin altında bulunduğu gün gibi aşikardı. Bakmayın kamuoyuna verilen beyanlara, bütün bankalar döviz pozisyonları konusunda gerekli tedbirleri almıştı.
Reel ekonomik konulara gelince…
İç piyasada dış şartlardan etkilenen bir olumsuz değerlendirme olduğu doğru. Ama biz aksine, tüketici davranışında olumlu algının başladığını ve yavaş da olsa piyasanın hareketleneceğini düşünüyoruz.
Özel kesimde, kendi imkanlarıyla yabancı piyasalardan dövizle borçlanan bazı şirketlerin döviz pozisyonları bu şirketleri zora sokabilir. Bu da, son bir yıldır sıkça vurgulandığı gibi bu riski yönetemeyen şirketler için büyük sorun var anlamına gelir.
Paranın yönünün belirlenemediği süreçlerde Türkiye’de gayrimenkul piyasasının hareketlendiği vakidir. Böyle bir ara dönemin başlangıcında olabiliriz diye düşünüyorum.
Manisa’da güç odakları değişiyor…
Ekonomik değişiklikler dünya üzerinde pek çok ülkede, pek çok şehirde tekrar tekrar yaşandığı gibi toplumsal yapıyı değiştirmeye devam ediyor.
Değer üretenler ile üretmeyenler arasındaki çizginin hatları kalınlaşıyor. Manisa büyüyor, gelişiyor. Bugüne kadar geçirdiği büyüme süreci daha çok ergenlik dönemine benziyordu. Arada bir sesi kalınlaşıyor, yüzünde sivilceler çıkıyor. Genç mi yoksa çocuk mu olduğu belli olmayan, her yaptığı izne tabi bir yeniyetme gibi, büyüdüğü için neredeyse utangaç bir Manisa vardı. Şehir, mahalle esnafı-komşu teyze-bıçkın ağabey tarafından denetlenen Manisa’dan, kendi ürettiği değerlerle ayakta durduğu için artık izne/icazete ihtiyaç duymayan kente doğru rüştünü ispat ederken, gücün yer değiştirdiği her yer gibi bir gürültü kopacak, sular bulanacak belki. Ama sonuçta su yine mecrasını bulacak.
“Ben bu filmi daha önce gördüm” desek de, filmin kahramanı düşmanına galip geldiğinde izlerken yeniden seviniriz. Başına bir şey gelmeyeceğini bilsek de, “esas kız” şehrin karanlık sokaklarında dolaşırken, onun adına tekrar endişe duyarız. Sonu belli olan bu filmi film yapan, değişime kimin ve nasıl tepki göstereceği, nasıl pozisyon alacağıdır.
Manisa’yı insan özellikleriyle anlatmanız güzel… Gerçekten Manisa’nın önce bir yeniyetme halinden sonra da bir ergenlik döneminden çıkış buhranı yaşadığı doğru… Yaptığınız bu güzel benzetme hoş olmuş… Tebrik ediyorum…