Krizle ilgili dillendirilen türlü yorumlar arasında, Nasreddin Hoca’nın ünlü fıkrası, türev ürünlerle, karşılıksız kredilerle şişen piyasanın bugünü için yapılan en uygun benzetmelerden biri olsa gerek. Gerçekten de, ekonomi bir büyürken kredilerin beş kat büyümesi karşısında sessiz kalan yani “kazan doğurdu” deyince memnun olan komşunun hali, bugün “kazan öldü” deyince “olur mu hiç öyle şey?” cevabını veren piyasaların gidişine ne kadar da benziyor.
ABD, mali piyasalarında olanları ekonomik mantıkla çözemeyince, sorunu ulusal tehdit sayarak soruşturmaları FBI bünyesine kaydırmaya başladı. Sorunun temelinde salt dönemsel değil, sisteme olan güvenin sarsılması endişesinin yattığı anlaşılıyor.
Türkiye’de ne tartışılıyor?
Ekonominin keskin bir virajın girişinde olduğu şu günlerde, Türkiye’de iki farklı konu tartışılıyor. Biri türban diğeri de Ergenekon operasyonu. Çarşamba günkü ekonomi zirvesinden ise planlardan, programlardan çok temennilerden oluşan açıklamalar geldi.
Oysa, yüksek bir oyla desteğini artırarak çoğunluk sağlayan iktidarın, geçtiğimiz altı ayda ekonomi konusunda somut adımlar atması beklenmeliydi. Özellikle ikinci hükümet döneminde, “mikro reformlar” olarak adlandırılan pek çok alanda yapılabilecek çok iş vardı. Bu süre ziyan edildi. Üstelik, ortada gerçek bir yol haritası da yok. Yapılması gereken vergi ve sosyal güvenlik reformlarını, küçük işletmelere ve esnafa yönelik teşvik tedbirlerini, dış girdi bağımlılığını azaltabilecek tedbirleri almanın zamanı geldi de geçiyor.
Keza Türkiye ekonomisinin önünde yaklaşık bir yıl sonra yapılacak olan yerel seçimler gibi önemli bir gündem maddesi daha var. Hangi hükümet olursa olsun, yerel seçimler öncesinde artan belediye harcamaları mali disiplini bozucu etkide bulunuyor. Enflasyonla mücadelede arzulanan noktaya gelinemeden, büyümedeki bozulma da ortaya çıkınca, Türkiye ekonomisinin önündeki seçenek “stagflasyon” (kabaca; durgunluk ve enflasyonun bir arada bulunması olarak tanımlanabilir) olabilecektir.
Ekonomi ve siyaset alanlarının kesişim kümesinde yer alan sorunların bir diğeri de enerji güvenliği. Petrol yasası ve doğalgaz anlaşmaları, Türkiye’nin enerji ihtiyacını riske eden faktörler olarak dikkat çekiyor. Türban tartışmaları da “çene altı mı, boyun dahil mi?”, “Anayasa Mahkemesi’ne giderse ne olur?”, “Asker ne dedi?”, “TÜSİAD ne istedi?”, “referandum olur mu?” derken tıpkı Cumhurbaşkanlığı seçimindeki gibi ekonominin rolünü çalacak gibi görünüyor.
Bütün bu hengamenin ortasında bireylerin ve firma sahiplerinin açıklarını nasıl kapatacaklarını tartışmak da sadece altın günlerinin ve kahve sohbetlerinin müdavimlerine kalacak gibi görünüyor.
Umarım öyle olmaz…