Sanayi üretimi, dış ticaret rakamları ve ciro-siparişlerden yapılan niyet okumaları ekonominin dönüşümü ile ilgili ihtiyaçları da bünyesinde taşıyor. Finansal göstergelerle birleştiğinde, Türkiye ekonomisinin sıçrama yapması için ihtiyaç duyduğu dinamiğin ancak kendi içinde bir değişim ile gerçekleşebileceği anlaşılıyor.
Ekonomide bir sorun kronikleşmeye yüz tuttuğunda sorunun çözümü için başvurulan kavramlar da sık kullanılır hale gelir. Şöyle geriye dönüp son yirmi yılda nelerin vurgulandığını hatırlarsanız ne demek istediğim daha iyi anlaşılacak. Mesela; 1990’lar tümüyle bir ‘kamu açıkları’ literatürünün taraması ile geçti. Kamu Açığı Borçlanma Gereği (PSBR), enflasyon, bütçe reformu, vergi reformu bu sorun tartışılırken gündeme gelen temalar oldu. 2000’lerin gündemi de ‘yapısal değişim’di. Özellikle Türkiye’de yapısal değişim deyince ekonominin kamu yönetiminden kaynaklanan sorunlarının çözümüne işaret edilirdi. 2010’dan itibaren artık özel sektörün yapısal değişimi konuşuluyor.
Özel sektörde değişim…
Yukarıdaki kronolojik sıralamayı özel sektörün sorunları için yapmaya çalışırsak; 1990’ların, mali ve reel kesimin 1980’lerin sonunda başlayan dışa açılmasının sürdürülmesi, ihracat hamlesi ihtiyacı, tüketim-yatırım dengesinin kurulması ve yüksek faizden kaynaklanan finansal becerilerin geliştirilmesi ile geçtiğini söyleyebiliriz. 2001 krizini milat kabul edersek, bugüne kadarki evre, özel kesimde sırasıyla KOBİ’lerin, dış finansman olanaklarının, risk yönetimi, kurumsallaşma alanlarının konuşulduğu dönemler oldu.
Makro açıdan, 2010 ve sonrasında hızlı büyüme, dış açık ve ardından kontrollü yavaşlama makroekonominin baş gündemini oluşturmaya devam ediyor. Küresel krizin etkisinden bağımsız olarak düşünüldüğünde, 10 yıla yakın süre devam eden büyüme sürecinin kesintiye uğraması, yeniden bir ‘yapısal reform’, ‘yapısal sorun’ tablosu ortaya çıkardı. Makroekonomik sorunların bir kısmı giderilirken, devletin iş yapış biçimi yeni regülasyonları, yeni yükler de küçük sermayeden büyük sermayeye doğru bir akımı yarattı.
İşletmecilikte başarının sınırları…
Geçtiğimiz on yıllık süreçte; Firma nezdinde KOBİ’ler açısından ayakta kalabilenler, ikinci ve üçüncü nesilde aile şirketlerini kurumsallaştıranlar ve AR-GE çalışmaları ile ürün/süreç yeniliklerini başararak dengeli büyüyenler arasından çıktı. Aynı şekilde, büyük ölçeklilerde aynı başarıyı uluslararası tedarik zincirine eklemlenebilen yönetimler sağlayabildi.
Faiz haddinin ve enflasyonun seviye kaybetmesi, büyük firmaların fiyat, kar ve finansal verimliliklerini sınırlandırdı. Gelinen sınırın bir ucu ekonomi yönetiminin sıkı para ve maliye politikasıysa bir ucu da rekabet kaynaklı kar erozyonu ile finansal verimliliğin azalmasına dayanıyor.
Küçük işletmeler kan değişimi sağlar…
Yapısal değişim ihtiyacının bugünkü görünümünde ‘yeni ve küçük girişimci’nin sahalara dönüşü önem kazanabilir. Türkiye’deki eğitimli işgücünde işsizlik oranı çok yüksek. İkinci olarak eğitimli işgücü, nüfusun genç bir kesimi. Genç ve eğitimli işgücünün iş olanaklarını yakalamakta zorlanması ekonomiyi önemli bir innovatif üretim gücünden mahrum ediyor. Bazı görüşler tekrar niteliğinde de olsa, Türkiye’de küçük işletmelerin en azından bizatihi işletmeciyi istihdam etme kabiliyeti de unutulmamalı. Sektörel ayrım konusuna gelindiğinde, hizmet sektörü ve ileri teknoloji içeren, ilk yatırım değeri kolaylıkla karşılanabilecek iş kollarının şansı yüksek görünüyor.