İki gün önce yayınlanan istihdam istatistikleri, Türkiye genelindeki işsizlik oranının, 2005 yılının Eylül ayı itibariyle % 9,7 olduğunu gösteriyor. Hesaplama tekniğindeki sınırlamalar bir yana, son 4 yıldaki % 25’lik büyümeye rağmen, işsizlik oranının düşmeye direnmesinin nedenleri üzerinde düşünmek, boş bir çaba sayılmaz sanıyorum.
İşsizlikle mücadeleyi sekteye uğratan faktörlerin başında, tabii ki toplam nüfus içerisinde genç nüfusun ağırlık taşıması var. Tarım sektöründeki sorunlar, işgücü maliyetlerinin yüksekliği ve yeni bir faktör olarak da verimlilik artışı, işsiz sayısının azalmasının önündeki engellerden akla gelen bir kaçı.
2002 | 2003 | 2004 | 2005 | |
BÜYÜME (%) | 7,9 | 5,9 | 9,9 | 5,5 (Dokuz aylık) |
İŞSİZLİK (%) | 10,3 | 10,5 | 10,3 | 9,7 (Ekim itibariyle) |
Toplam Sanayi Endeksi | 103,3 | 112,4 | 123,4 | 132,2 (Ekim itibariyle) |
İşsizlik oranının bugün için düşük görünmesine sebep olan nedenler de mevcut tabii ki. Örneğin, kadın nüfusun içerisinde işgücüne katılma oranı ya da çalışma isteği olarak adlandırabileceğimiz rakamların düşük olması, bu kişilerin işsiz olarak nitelendirilmelerini engelleyen nedenler. Uzun vadede, kadın nüfusunun iş hayatına girme isteğinin artmasıyla birlikte, kadın işsizlerin sayısının artması da kaçınılmaz olacak. Aynı şekilde, tarım kesiminin fakirleşmesi sonucunda oluşan ve kente yönelen nüfusun artması, işsizlik rakamlarını yine olumsuz etkileyecek nedenlerin başında geliyor.
Nüfusun genç olmasıyla ilgili bilgiye geri döndüğümüzde, Türkiye’de Ekim ayı itibariyle tahmin edilen işsizlik oranının % 9,7 olmasına karşın, 15 – 24 yaş arasındaki nüfusun işsizlik oranının % 18,2’ye tırmandığını görüyoruz. Bu yaş grubundaki 5 kişiden 1’inin işsiz kalması, ekonomik olduğu kadar sosyal sorunlara da gebe olan bir istihdam yapısını ortaya çıkarabilir.
Yine, tarım kesimi işsizlik oranının % 5,5 olarak gerçekleşmesine karşın, kentlerdeki işsizlik oranının, ortalama işsizliğin % 30 üzerinde olmasının iki anlamı olabilir. İlki; tarım kesimindeki gizli işsizliğin hesaba katılamadığı gerçeği. İkincisi; kentlerdeki işsizlik oranının verimlilik artışı nedeniyle hala yukarılarda seyretmesi. Düşünün ki, bir ekonomi, son dört yılda çeyreği kadar büyümüş, ama bu büyüme, işsizlik oranına yansımamış. Demek ki, mevcut çalışanlar daha verimli kullanılarak ciddi bir üretim artışı sağlanmış. Özellikle sanayide görülen üretim artışı % 30 seviyesinde.
İşsizlikle mücadele, ancak, uzun vadede sonuç alınabilen bir konu. İşgücü üzerindeki vergi ve benzeri maliyetler de, müteşebbislerin büyümeye karşın, yeni çalışan istihdam etme konusundaki kararlarını doğrudan etkiliyor. Kar marjlarının düşmesi, rekabetin artması, çalışanların ve dolayısıyla işletmelerin verimliliğini artırırken, öte taraftan kentlerdeki işsiz yığınlarının getirebileceği sosyal maliyetleri de artırıyor. İkisinin arasında bir denge kurulması da, yine ekonomik gelişme ile çözülebilecek bir problem.