Bölünmek “duygusal” değil…

Bu işler çocuk oyuncağı değil!Her nedense açılım tartışması başladığından bu yana, bilhassa sıra işin ekonomik boyutuna geldiğinde, kimin nasıl hesapladığı belli olmayan bir 300 milyar dolardan bahsediliyor. Böyle bir hesabın yapılmasında, bizim sıklıkla karşı karşıya kaldığımız, “kayıt dışı ekonominin tespit tekniği” kullanılıyor olsa gerek! Biliyorsunuz, Türkiye’de kayıt dışı ekonomi ile ilgili veri sunanlar, “tahmin” kavramı yerine “hesap” kelimesini kullanıyorlar ki ister istemez “mademki hesaplayabilecek kadar hâkimsiniz, öyleyse niye kayıt altına alamıyorsunuz?” sorusu akla geliveriyor!

Terörün Türkiye’ye maliyeti denince de işte aynı usulle “hesaplanan” bir 300 milyar dolarlık fatura ortaya konuveriyor. Oysa bizim bütçe tekniğimizde, hele 1984 yılından bugüne düşünüldüğünde, bölücü teröre ayrılan kaynakların hesaplanabileceği bir yapı var mı diye soran yok. 

Naçizane ifade edeyim, maalesef böyle bir imkân yok.

Mali yapının maliyeti ortaya çıkarmaya izin vermemesi bir yana, konuya ekonomik yönden bakarsak işler tümden Arap saçına dönüyor. Varsayalım ki, bütçeye bölücü terörden dolayı eklenen kaynaklar belirlendi, peki bu kaynakların alternatif maliyeti hesaplanabiliyor mu? Ama öyle üç tane daha GAP, iki bin tane daha hastane gibi değil… Mesela, bölgeye yatırımcı olarak gelebilecek olası firmaların yatırımdan vazgeçmelerinin maliyeti. Bölgede ikametten vazgeçip göç eden ailelerin batı kentlerindeki sorunlar üzerindeki maliyeti. Her bir şehidin kendisi ve ailesinin o yaşa gelene kadar katlandığı eğitim maliyeti. Başka bir yerde istihdam olunsaydı ortaya koyacağı katma değerden vazgeçmenin yükü.

Sonu gelmeyen maliyetler listesi alt alta yazıldığında, Türkiye’nin “toptan gazi” sayılmasına yetecek miktarda kaynağın bölücü terör örgütü faaliyetlerinin önlenmesine ayrıldığı görülebiliyor.

Bu konuda ortaya bir rakam koymak bence teknik olarak mümkün olmadığı gibi, zaman zaman konuya tümüyle parasal bakmak, terörle mücadeleyi hepten bir kaynak-harcama döngüsüne indirgeme tehlikesi de taşımıyor mu sizce?

Ben aslında konunun bambaşka bir yönüne dikkatinizi çekmek istiyorum.

Eğer hadiseye fayda-maliyet açısından bakarsak, terör örgütünün son zamanlarda bölünme ile ilgili taleplerini niçin daha az seslendirdiğini biraz daha iyi anlayabiliriz. Çünkü yıllardır yayınlanan envai çeşit haritalardan anlaşıldığı üzere, Türkiye’nin belirli bir bölgesinde yürütülen kamu hizmetleri ile bu bölgelerden elde edilen gelirler arasında karşılaştırma yapmayı sağlayacak veriler, bölünmenin bölgede yerleşik kişiler için de arzu edilmiyor olabileceğini gösteriyor.

2009 Yılı Ekim Ayı İller Bazında Merkezi Yönetim Bütçe Gelir ve Giderlerinin Karşılaştırması (Kümülâtif)

2009 Ekim Ayı Kümülatif Yerel Yönetim Bütçe Karşılaştırması

Kaynak: Muhasebat Genel Müdürlüğü

Bölgedeki seçilmiş 11 ilin bütçe gelirlerinin tahsilât toplamı Türkiye genelindeki tahsilâtın %1’inden daha az. Buna paralel olarak, 11 ilin ortalaması itibariyle elde edilen gelirlerin aynı illerdeki kamu harcamalarını karşılama oranı ise %16,5 civarında. Bu rakamlara yeni teşvik yasası ile sağlanan destekleri dâhil etmek istediğimizde, teşvikler nedeniyle vazgeçilen gelirleri giderlere eklememiz, gider artırıcı unsurları da harcama kalemi olarak değerlendirmemiz gerekecek.

Bir de merkezi gelir ve giderleri bir yana bırakıp, bölünme talebinin altında yatan özgüvenin(!) yerel yönetim gelirlerine dayandığını düşününüz. Türkiye’deki belediye bütçelerinin son düzenlemelerden sonra bile hala merkezi vergi gelirlerinden ayrılan paylarla yürütüldüğünü görmezlikten gelemeyiz.

2009 YILI TÜM BELEDİYELER BÜTÇE GERÇEKLEŞMELERİ 

     
 

(Bin TL)

 
 

OCAK-HAZİRAN

 
Harcamalar 13.343.087  
    Personel Giderleri 2.988.695  
    Sosyal Güv. Kur. Devlet Primi 454.085  
    Mal ve Hizmet Alımları 4.224.174  
    Faiz Harcamaları 552.371  
    Cari Transferler 701.382  
    Sermaye Giderleri 3.724.626  
    Sermaye Transferleri 268.370  
    Borç Verme 429.384  
 Gelirler 12.763.024  
 Vergi Gelirleri 1.923.392  
 Teşebbüs ve Mülkiyet Gelirleri 1.921.400  
 Alınan Bağış ve Yardımlar ile Özel Gelirler 136.918  
 Faizler, Paylar ve Cezalar 7.924.651  
 Sermaye Gelirleri 460.819  
 Alacaklardan Tahsilatlar 395.844  
Bütçe Dengesi -580.063  

Yukarıdaki tabloda Türkiye’deki tüm belediyeler için özet bir sınıflandırma var. Buradaki yerimizi aşmamak için, tabloyu özet olarak aktardık, ilgilenenler bütçe gerçekleşmelerine göz attıklarında belediye gelirlerinin %60’ından fazlasının, “faizler, paylar ve cezalar” kaleminden oluştuğunu görecekler. Gelirler kaleminin en üstündeki “vergi gelirleri” dediğimiz sınıflandırma ise, belediyenin öz vergi gelirleri olarak adlandırabileceğimiz, sahibinin gerçekten yerel yönetimler olduğu gelirlerden oluşuyor.

Anlayacağınız belediyelerin gelir elde etmedeki gücü,  maalesef personel giderlerini karşılamaya bile yetemiyor.

Ancak, gelirlerin %60’ından fazlasını oluşturduğu görülen “Faizler, Paylar ve Cezalar” satırının açılımı incelendiğinde buradaki ana kalemin; Merkezi idare Vergi Gelirlerinden Alınan Paylar başlığı altında yer aldığı görülüyor.

Bırakınız vergi gelirlerinden alınan payları, illerdeki vergi gelirleri tümüyle mahalli idareler tarafından tahsil edilip, kamu hizmetleri, tahsis edilen yerel vergi kaynaklarından karşılanmaya çalışılsa bile, yine ilk tabloda görülen, harcamaların ancak %16,5’ine karşılık gelebilen bir bütçeden söz edilebilecektir.

Özetle, bölünme taleplerinin arkası kesildiyse, bu görüş, “bir hesap” sonucu ortaya çıkmış da olabilir. Bölgenin sosyal ve coğrafi yapısında az çok bir devlet varlığı göstermek, otorite tesis etmek, üstelik devlet yönetme tecrübesini haiz olmadan üstesinden gelinebilecek işler değil.

Dahası ihtiyaç duyulan kamu hizmetlerinin boyutu yerel yönetimlerin güçlenmesine paralellik gösterecektir. Vatandaşlar, atanmışların sunduğu kamu hizmetlerini seçilmişler aracılığı ile talep ettiklerinde, hizmetlerin miktar ve niteliği konusunda daha hassas olacak, zafiyetler merkezi bir devlete oranla çok daha fazla göze batacaktır.

Yarın birileri çıkıp “İtalya modeli”nden bahsederse…

Özetle; Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki problemlerin çözümü için, merkezi bir devlet otoritesinin varlığı, bir idari örgütlenme biçimi tercihi olmanın ötesinde, teknik bir zorunluluktur. Bu nedenle, önümüzdeki günlerde, muhtemelen açılım paketinin içinde tartışılmaya başlanacak “mali federalizm” literatürü, kaynak-harcama dengesi bakımından bize göre son derece ütopiktir.

Belçika modeli, İspanya modeli derken yarın bu konular doğru-dürüst ve birbirine hakaret etmeden tartışılmaya başlandığında, ortaya rakamlar saçılınca, “takke düşüp kel görünür”. İnşallah ortaya çıkan yeni model, zengin Kuzey İtalya’nın “artık biz Güney İtalya’nın yükünü çekmek istemiyoruz” diyen modeli olmaz.

Açılım ile ilgili tartışmalar daha çok bilgi içerikli yapıldığında, görülecektir ki;  bölgedeki toprak mülkiyetinin dağılımı, özellikle tarım ve hayvancılık üretimindeki sorunlar, komşu bölgelerle kurulabilecek olası ticari ilişkiler ile bölgenin sosyo-ekonomik yapısının “rasyonel” bir ekonomik platforma taşınması gibi önlemler gözden geçirilmeden atılacak salt “kimlik merkezli” adımlar maalesef atıl kalabilecektir.

Sorunları bir “büyük devlet”  gibi düşünerek çözmenin yolu, etnik pencereden bakmamaktan geçiyor. Aksi halde, etnik ayrılıkçılığın ezberini bozmak mümkün olmayabilir.  Hani o meşhur söz var ya; “elinde çekiç olanın gözüne tüm sorunlar çivi olarak görünür”. Kamu yönetiminin izlemesi gereken rota, soruna çivi olarak bakanların önerdiği yöntemler olmamalı. Ayrılıkçılık düşüncesi şiddet eylemlerini terk ederse, bölgenin refahı için atılması düşünülen adımların daha kalıcı olabileceği gerçeği kamuoyuna doğru aktarılmalı.

Bölünmek “duygusal” değil…” hakkında 10 yorum

  1. Hocam, çok yerinde tespitlerinizle bana da , olaya farklı yönden bakabilme şansını verdiğiniz için teşekkür ederim. Keşke bu yazınızı sözde açılımın mimarları okusa da , yapmaya çalıştıklarının ne olduğunun farkına varsalar. Saygılarımla…

  2. Derya Hanım;
    Teşekkür ederim. Sizden gelen yorumların da tarafsız ve sağduyulu olması bizi sevindiriyor. Çünkü bu konuda yorum yapan kimseler bazen aynı gemide olduğumuzu unutup, tahrik edici yorumlarda bulunabiliyorlar.

  3. Olayı bilimsel yaklaşmak farklı oluyor, medyada öne çıkanlar biraz bu konulara yoğunlaşsalar herhalde problem daha iyi anlaşılacak.

  4. çok güzel bir degerlendirme yazdıgınız herşeyin altına imzamı atarım .

  5. Bugün ortadoğuda yıllardır süre gelen mücadelesi sonucunda devlet olmak isteyen Filistin’i göz önüne getirerek bir devlet olmanın sadece adı devlet olması değildir.Devlet olunabilmesi için gerekli alt yapının hazırlanması yazınıza ilaveten bende. bahsettiğiniz miktarlardan daha çok giderin olması gerektiği düşüncesindeyim.Bu sebeple bölünüp bir başka devlet oluşturmak o kadar kolay bir iş değildir.Bu günkü durumu irdelediğimiz zaman bunun devlet olma değilde güzel ülkemizde daha önce yazılarımda belirttiğim gibi kaos ortamı oluşturmak ve ülkemizin toparlanma sürecini ,güçlü bir devlet olmasını, uluslararası areneda söz sahibi olacak bir TÜRKİYE’yi engellemektir…Biz ayrı bir devlet olalım sorusunu kürt halkına sorulsa ve bu konuda geniş tabanlı bir anket yapılsa bunun istenmeyeceği gün gibi aşikardır.Buradan yola çıkacak olursak en kötü devlet devletsizlikten iyidir sözünü anımsatarak bu gün sahip oldukları haklardan ve devlet yapısından vazgeçeceklerini düşünmemekteyim.Yukarıda belirttiğim gibi FİLİSTİN bu güntam anlamıyla bir devlet olabilmişmidir? Bunlar göz önününe alınarak düşünüldüğü ve işin ekonomik boyutuda düşünüldüğünde bölünme işinin olmayacağı gün gibi bellidir.Sadece kimlik devlet olmamaktadır.selamlar.

  6. Türkiyede yaşayan aklıselim bir tane kürdün bile ayrı devlet kurma çabasında olacağına ihtimal vermiyorum.Devlet kurmak kolay bir iş değil. Bu konuda ahkam kesenlere yazınızın birer fotokopisini göndermenizi rica ediyorum. İlknur Baytok

  7. Hocam gerçekten hepimiz için önemli olan ve hepimizi ilgilendiren bu bilgileri bizim ile paylaştığınız için şahsım adına teşekkür ederim. Keşke hepimiz olaylara aynı gözlükten bakabilsek. Yazınız 300 milyar dolardan bahsedenlere de çok güzel bir cevap olmuş.

  8. Evet [ Bölünmek “duygusal” değil ] sözüne, etnik kökeni her ne olursa olsun, ancak bu güzel ülkemizde yaşayan aklıselim hiç bir vatandaşımızın katılmaması mümkün değil. Bölgenin gelir rakamlarını incelediğinizde ayrıca şunu da ilave etmek gerekir ki; bölgede bulunan bir çok kamu yatırımından ( rafineri, hidroelektrik santralleri, sınır kapıları v.b.) elde edilen vergiler bu gelir kalemlerinin yüksek bir payına sahiptir. Olayı bir başka açıdan değerlendirdiğimizde ise; tarihsel – kültürel – ekonomik değerlerin elde edilmesi veya tutulması gözlenmektedir. ABD nin BOP projesi bunların en başta gelenleridir. Çünkü Türkiye’nin LOZAN antlaşması ile elde ettiği ve kabul ettirdiği misakı milli sınırlarını tanımayan tek ülke ABD dir.
    Dicle ve Fırat havzasının Türkiye’de kalan kısmı ile Irak ve Suriye bölümlerine de baktığınızda, eski tarihsel ama çok zengin medeniyetlerin yaşadığı bir havzayı görürüz. MEZAPOTAMYA…
    Özellikle Türkiye sınırlarında bulunan başta SU ve diğer ekonomik ( petrol – doğal gaz – madenler ) kaynaklar, bölgenin tarih boyunca dış devletlerin ilgi odağı olmasına neden olmuştur. Bölgenin bir başka gerçeği ise bölgenin feodal yapısıdır. Bu yapı içerisinde, ayrılarak veya bölünerek bir devlet kurmanın kolay olmayacağı kanaatindeyim. Bugün Kuzey Irak’ta Barzani ve Talabani Aşiretleri etkin konumdadır. Talabaniye sus payı olarak IRAK Cumhurbaşkanlığı verilmiş ancak; hiçkimse sonsuza dek yaşamıyacağına göre, Talabani ve Barzani nin vefatından sonra bölgede çıkacak çıkar çatışmalarını hayal bile edemeyiz. Çatışma daha erken de çıkabilir. Çünkü ABD 2011 de IRAK taki Askeri gücünü çekeceği açıklamıştır. Türkiye’deki kürt kökenli vatandaşlarımız ve özellikle Aşiretler bunun çok iyi farkındadır. Herhalde T.C. Vatandaşı olmanın ve bu ülkede huzur içinde yaşamanın, olası bir bölünme sonucu kendilerinin ve önemlisi bölge halkının ne gibi bir maceraya sürükleneceklerinin farkındadırlar. Çünkü bölge insanının ekonomik yönden bir kazancı olmayacaktır. İşte tam da burada Sayın Hocamın önerisi fevkalade önemlidir. Topluma, özellikle doğuda yaşayan halkımıza bu gerçeği anlatmalıyız. Türkiye’nin ve doğunun refah’ı bölücülükten değil aklıselim davranarak elbirliği ile çalışıp, kaynaklarımızı toplumumuz için kullanmaktır. Bir başkalarının kaynaklarımızı ve de özellikle insanlarımızı kullanmasına izin vermemeliyiz. 1. nci Dünya savaşında bu gerçekleri yaşadık… Bir daha yaşamayalım. Tarih tekerrür etmesin.

  9. Bu günkü durumun daha önce yazdığım yorumlarda ne kadar haklı olduğumun bir göstergesidir.

  10. Sn.Dündar; açıklamalarınıza, özellikle mali, teknik tahlillerinize katılmamak mümkün değil. Hiçbir zaman, Türkiye’den ayrılıp bağımsız bir devlet kurmak isteyen bir etnik unsurun olduğunu zannetmiyorum. Terörden beslenenler, terörü besleyenler ve teröristler bazen bilerek, bazen kime hizmet ettiğini bile farketmeyerek, çoğunlukla farklı amaçlarla da olsa; sonuçta Türkiye’yi güçsüz ve etkisiz konumda tutmayı hedefleyen tezgahtarların oyuncağı oluyorlar.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir