Hızlı gelişen tüm ekonomilerde olduğu gibi Türkiye’de de sermaye yoğun işletmelerin kazançları arttı. Emek yoğun sektörlerde rekabetten kaynaklanan kar kaybı devam ediyor. Geçtiğimiz hafta gündemde yer alan ‘bankalara rekabet soruşturması’ satır aralarında kaybolmadan bu konuda birkaç değerlendirme yapmak yerinde olabilir.
Soruşturma, bazı bankaların kendi aralarında faiz oranları konusunda anlaşma yaptıkları hakkında. Tüketicinin bir kartele, tröste kadar gitmese de örtülü bir oligopole mahkum edildiği söylentileri Rekabet Kurulu’nu harekete geçirmiş olabilir. Genellikle şikayet üzerine çalışan bu tür soruşturma mekanizmaları idari süreçler elbette. Bu noktaya gelmeden önce, Türkiye ekonomisinin köşe taşlarından biri haline gelen finans sektöründe yeterli rekabet koşulları var mı? tartışması daha doğru bir başlangıç noktası.
2001’den bugüne…
2001 krizinde ödenen bedellerden sonra, bankacılık sektörünün azami özenle yönetilmeye çalışıldığı anlaşılıyor. Bankacılık kesiminin disiplin altında gelişmesi özellikle küresel krizde Türkiye ekonomisi bakımından koruyucu bir işlev de gördü. 2001’de peşin ödenen fatura, küresel kriz atmosferinde Türkiye finans sektörünü daha büyük bir sorundan azat etmiş oldu. Türk bankalarının türev ürünlere teveccüh göstermemiş olması da finansal krizin etki derecesinde pay sahibi doğrusu. Sonuçta, 2001 sonrasında TMSF’nin tahsilatı ödenen zararı gidermeye yeterli gelmedi. Yük, vergi mükellefinin üzerinde kaldı.
BDDK’nın sermaye yeterliliği konusunda gösterdiği duyarlılığın da sürece katkısı tartışılmaz. Başa dönersek, asıl koruyucu hekimlik, yeni bankacılık lisanslarında gösterilen cimrilik olmalı. 2001 krizine giderken bol keseden dağıtılan bankacılık lisanslarının yarattığı etki, en az Türkiye ekonomisinin krize yol açan reel iktisadi dinamikleri kadar daramatikti çünkü.
Bankacılık sektörü yatırımcının ilgi odağı…
Türkiye’deki bankacılık sektörü, sağlamlığı, altyapısı, uygulamaları ile Dünya’nın dikkatini çeken alanlardan biri artık. Ama, bu denli sermaye gerektiren bir sektörde ‘yeterli koşulları sağlayan yatırımcıyı Türkiye’ye çekmekte yarar var’ diye düşünmek gerekir. Aksi halde rekabet koşulları zedelenerek, tüketici de, Hazine de ve nihayetinde bizatihi sektör dahi zarar görebilir.
Sektörün itibarı…
Toplum nezdinde bankacılık sektörü ile ilgili dillere pelesenk olmuş hikayeler de yok değil. Kredi kartları faizleri, kart ücretleri, hesap işletim ücreti, havale, EFT ücretlerinin yüksekliği gibi bilinen sorunlar… Kredi kartı azami faiz oranları, bilindiği gibi Merkez Bankası tarafından belirleniyor. Diğer gelirlerde bankaların maksadını aştıkları gerçeği, zaman zaman mahkemelere, tüketici derneklerine, sosyal medyaya yansıyor. Benzer olayların meydana gelmesinde, bankaların kamu borçlanma ihtiyacının azalması ve faiz haddinin seviye kaybetmesi ile perakende ürünlere yönelmesinin payı var. Geçtiğimiz on yıllık dönemde, ekonomideki büyümenin hanehalklarını borçlanmaya sevk etmesi de bu işin talep yönünü güçlendirdi. Hizmet kalitesi de arttı.
Son rekabet soruşturmasından sonra bankalar açısından benzer bir itibar erozyonu görülebilir. Teknik olarak bakıldığında gerçekten yüksek ücretlerle işlem yapan bankaların sistem giderlerini finanse etmenin yollarını aradıkları anlaşılıyor. Kamuoyunda dikkat çeken bir başka unsur da kriz döneminde mali sektörün büyüme eğilimini artırmış olması. Fon talebinin arttığı bir ortamda bankaların büyümesi gayet olağan aslında. Bankalardaki mevduat giderek daha yüksek oranlarda krediye dönüşüyor. Şubeleşme çalışmaları ve istihdamı artırma zorunluluğu bankaların maliyet yapısını değiştirmiş durumda. Kar oranları itibariyle, iddia edildiği gibi özsermayeye göre çok yüksek bir karlılık gözlemlenemiyor bankacılık kesiminde.
Yeni bankalara onay verilmeli…
Bugünkü rekabet soruşturmasında bankacılık işkoluna isnat edilen suçların gerçekten işlenip işlenmediğini bilemiyoruz henüz. Bankacılıkta rekabetin azamileşmesi için görevin önemli bölümü, Rekabet Kurulu’ndan başka BDDK’ya düşüyor. Bir yandan Merkez Bankası’nın, bir yandan tüketicinin talepleri arasında çalışan bankaların sayısında artış sağlanması gerekiyor. Bunun yolu da başvuru sahiplerinin en azından sermaye konsolidasyonu yoluyla piyasaya girişine izin verilmesi. Kamunun telkinlerine karşı son derece uysal bir görüntü sergileyen sektörün tavrının altında bir fanus içinde yaşamasına izin verilmesi de yatıyor olabilir. Mali aracıların kalitesindeki artış ancak rekabetle sağlanabilir. Fakat daha rekabetçi bir piyasa yapısı da regülasyona karşı bugünkü kadar boyun eğici olmayacaktır.