Dünya’daki parasal genişleme süreci ile Türkiye’deki sıkılaştırma politikaları aynı dönemde gerçekleşiyor. Çarşamba günü Amerikan Merkez Bankası’nın (FED) tutanakları açıklandığında aksi yönde bir rüzgar esmeye, Dolar değer kazanmaya başladı. Bir yandan altın değer kaybediyor, petrol fiyatları da tekrar erozyona uğruyor. Haftadan haftaya birbirlerinden rol çalan bu sorunların dengeye değil dengesizliğe doğru geliştiği anlaşılıyor.
Para Politikası Kurulu’nun (PPK) Çarşamba günkü kararları, faiz koridorunu aşağıya çeken ve yine karşılık oranlarını artıran kararlar. Bankaların birbirleri arasında borçlanmalarını sağlayan Merkez Bankası’nın nihai borç düzenleyici mecra (lander of last resort) olarak kazancını artıran, mevduatın bir bölümünün daha Merkez’e devrini sağlayıp likiditeyi daraltmayı sağlayacak düzenlemeler.
Dünya ekonomileri büyüme dinamiğini yakalamaya çalışıyorlar. Türkiye ekonomisi ise yeni bir faiz indirimine giderek, kısa vadeli sermaye hareketlerine kalkan oluşturmanın yollarını arıyor. Türkiye’de para politikasının bu denli hassas bir denge üzerinde durduğu bir dönem herhalde yaşanmamıştır.
Negatif reel faiz günlerini hatırlayan var mı?
Türkiye’de 1980 öncesi dönemde negatif reel faiz dönemini yaşamıştı. Bankaların mevduata verdiği faiz oranının enflasyon oranının altına düştüğü durumu kastediyorum. Şimdilerde, mevduattan alınan faiz gelirinden stopaj da düşüldüğünde faiz getirisi iyiden iyiye azalıyor.
Kamu açıklarının ‘arş-ı ala’ya çıktığı günlerdeki faiz çılgınlığı nasılsa şimdiki faiz haddinin de normal olduğunu söylemek mümkün değil. Tasarrufların artmasını tavsiye ederken tasarruf edenin cezalandırılması mı amaçlanıyor? Tabii ki değil. Amaç, portföy yatırımının hızını kesmek olmalı. Daha yenilerde bu köşede yer alan açıklamaların tekrar edilmesinin sebebi, negatif faiz döneminin genel geçer bir politika haline gelmeye başlaması.
Yerel para biriminin değer kaybı açısından bakıldığında, yani enflasyonla faiz haddini karşılaştırdığınızda Türkiye’deki oranlar ilk bakışta cazip değil. Fakat bizde %1- %2 civarındaki negatif fark Dünya’daki oranlara göre makul.
Evet makul, çünkü tasarruf sahipleri için herkesin kaybettiği bir dönemde çoğu kez elindekini korumak önemli. Çoğaltmak değil. Şimdilerde finansal piyasalar merkezinde görülen sorunun çözüm yolunu ‘negatif faizler arasında hangisi daha az zararlı?’ sıralamasında görüyor piyasalar. Olaya böyle bakınca da Türkiye piyasaları her zaman cazibesini koruyor.
Ekonomi bilimi ile çelişen sorunlar açısından terazinin bir tarafında, Türkiye’nin kredilerdeki artışı sınırlamak istemesi, likiditeyi baskılaması, enflasyonda %5’lik bir oranı hedeflemesi var. Aynı anda cari açık da hem önlenmek hem de finanse edilmek isteniyor. Açığın ilacı, yabancı tasarrufların ülkeye girmesini sağlamaksa, bu tedavi –cari açığın finansmanında kısa vadeli girişlerin payı artıyor çünkü- hastalığı kronikleştiriyor. Hedefler karmaşasında giren dövizin kuru aşağıya çekmemesi isteği, işsizlikle mücadele için yeteri kadar büyüme oranı da terazinin diğer kefesine konulunca, para politikası arapsaçına dönüyor. Resmi açıklamalara göre reel kurun 120’yi geçmesi Merkez’i rahatsız ediyor. İşsizlikte %8, büyümede %4-%5 hedefleniyor.
Paranın Ankara’ya dönüşü…
Geriye maliye politikası araçları kaldığında, geçtiğimiz on yıllık dönemde vergi-harcama dengesinin iyi yönetildiği anlaşılıyor. Buna karşın vergi yükü artıyor. Vergi türleri arasındaki tercihlerin yanlış olduğu da rahatlıkla söylenebilir. 2013 Ocak ayı bütçesi uygulama sonuçları, bütçe fazlası verildiğine işaret ediyor. Vergi indirimi yerine altyapı harcamaları yoluyla piyasaya nakit zerkedilmeye çalışılıyor.
Sonuç olarak, neredeyse tüm ekonomi yazarlarının aynı konudan yani para politikasından bahsetmesinin sebebi, yukarıdaki hedeflerin bir arada yürütülür olup-olmadığından endişe etmeleri olsa gerek. Mevcut politika zor bir patikada, hatta patika açmaya çalışılan zorlu bir arazide yürümeye benziyor. Başarılı olması herkesin dileği elbette.
Bu şartlar altında, bütçe dengesi ve Merkez Bankası bilançosu son derece şık, fakat özel kesim kaynak-harcama dengesi sorunlu bir ekonomik yapı ortaya çıkıyor.