Hükümetlerden şikâyetçi olduk. Merkez Bankalarını topa tuttuk. Bankaları suçladık. Makro düzeyde sanıkları saptayıp, yargıladık. Bu eleştirilerin önemli bir bölümü doğruydu da. Ama bu arada bakıyorum da, şirketlerden, tüketicinin alışkanlıklarından pek de bahseden olmadı.
Öyle ya konu emlak fiyatlarının artarak şişmesi ise, emlak satın alanların talebi bunda hiç mi etkili olmadı? Atıl kapasitelerden şikâyet ederken alınan yanlış yatırım kararlarını da gözden geçirmek gerekmiyor mu? Çevre kirliliğinden, tarım ürünlerinin fiyat artışından söz ederken, aşırı tüketimin bu sorunlardaki payını sorgulamak zorunlu değil mi?
Özeleştirinin hoşa gitmeyen penceresinden bakıldığında, insanlığın “iktisadi davranış bozuklularını” görmeye çalışmak mümkün. Yıllarca piyasa ekonomisinin, bireysel faydanın azamileştirilmesi; piyasaları düzenleyen “gizli el” fiyat mekanizmasının yararları genel kabul gördü. Bunlarla ilgili kabullerin karşısında olan sınırlı bir kitle giderek marjinalleşti.
Aslında fiyat mekanizmasının kişisel, ulusal ve uluslararası yararları maksimize edeceği yolundaki görüş 18. yy. sonlarında ortaya çıktığında ortada ne bugünkü haliyle bir iletişim teknolojisi ne de sermaye piyasaları vardı. Hizmet sektörü yerine endüstriyel yapı hâkim kılınmaya çalışılıyordu. Fiyat yapısına müdahale edilmediği takdirde, piyasa güçleri, tüketicinin hâkimiyeti sayesinde, en uygun mal ve hizmetin, ne kadara, kimin için ve hangi teknolojiyle üreteceğine de karar verecekti. Küresel iktisadi yapının bugünkü haliyle etkinlik kazanmasında, tüketicinin yanlış kararlarının da payı var demek ki…
Gerçek şu ki liberal iktisadi anlayış, reel sektörün kaynakları tahsis etme şeklini talep ekseninde değerlendirdiğine göre, krizin piyasanın “arzuladığı” bir sonuç olması gerekiyor.
İnsanların tüketim motiflerinin sadece ihtiyaçlarını karşılama üzerine kurulduğu bir dönem için fiyat mekanizması doğru sonuçların ortaya çıkması için yeterli. Merkez Bankalarının, Hazinenin karşılıksız para basmadığı/bastırtmadığı bir ekonomik sistemde tabii ki fiyat istikrarını oluşturmak da mümkün…
Arz ve talebin dengelenmesi sorununun sadece talep eksenli bir anlayışla çözüleceğini iddia eden ekonomi anlayışının, insanlığın “iktisadi olarak rasyonel” bireylerden oluştuğu varsayımına dayandığını belirtmiştik.
Şimdi, şu son üç yılı hatırlayınız sadece, daha ötesini değil. Emlak fiyatlarında beş-altı katlık şişmeyi normal karşılayıp talebi sürdüren bir hane halkı rasyonel bireylerden mi oluşuyordu. Tüketiciyi fonlamaya devam eden bankaların yöneticileri yeterince akılcı kararlar mı aldı? Ekonomi %5 büyürken %50 artış gösteren menkul kıymetlere talebini sürdüren yatırımcı doğru karar alma kapasitesine haiz miydi?
Bugünkü iletişim ve ulaşım teknolojisine sahip bir dünyada sürekli artan petrol fiyatları ve fosil yakıt kullanımına rağmen otomobil talebinin da artması ne denli “toplam fayda maksimizasyonu” sağlıyor olabilir ki.
Küresel ekonomik sistem kendi tüketici modelini, iki asır önceki tutarlı kabullere göre yapmayı sürdürüyor. Ekonomist yanılgının ilk akla gelen sebebi, referans aldığı insan davranışının bugün için sürdürülebilir olmadığını görmemesi. Mallara, hizmetlere, her türlü bilgi ve ürüne kolaylıkla ulaşabilen insanlık, talebini ihtiyaçlarına göre değil, ihtiyaçlarını taleplerine göre belirler hale geldi.
Yine de bir umut vardı ki; “alım gücüyle desteklenmeyen istekler talep değildir” kabulü ile tüketicinin istek derecesi ile alım gücü arasında bir paralellik bulunuyordu. Para ve sermaye piyasasının, reel ekonomiyle irtibatı nerdeyse kesilme noktasına gelince, alım gücü zerk edilen tüketici, isteklerini ihtiyaç, ihtiyaçlarını talep haline getirmekte tereddüt etmedi.
Uzun vadeli kredi borç ve alacak ilişkisine giren tüketici, bankalar ve ülkeler, sistemin aksayan yönlerini işaret etmeye cesaret edemediler. Gelecekleri kontratlarla belirlenen tüketiciler aynı zamanda birer seçmen de oldukları için, siyasi otoriteyi belirlerken “iktisadi devamlılık” göstergelerini önde tuttular. Ekonomi, politikadan özerk, başlı başına bir kumdan kaleler dengesinde tutunmaya çalışan; düşmemek için gittikçe hızlı pedal çevirmek zorunda olan tüketicilerin iktisadi kararları üzerine inşa edilir oldu.
Talebin kredi sistemince fonlanması gibi arz yönlü iktisadi politika, uluslararası yatırımlar aracılığıyla, reel faizin düşük olduğu yerden yüksek olduğu yere doğru akmaya devam etti. Ta ki, ülkeler arasında reel faiz farkı yok olana kadar süregelecek bu sistemde, reel sektör özellikle genişleme evrelerinde, talebin cezbedici motivasyonu ile kapasite yaratmaya devam etti. Sistemdeki tasarruf fazlası, oradan oraya dolaşırken, arbitraj gelirleri arttı. Kamu bütçelerinin borçlanma imkânlarının aksine, risk değerlendirmeleri azaldı.
Bugün küresel ekonomik sistem, insanı dönüştürdükten sonra, insanların sistemi terbiye etmesine sıra gelip daha az tükettiklerinde bunun adına kriz deniyor. Yeni bir tüketici, yeni bir üretici, tasarruf sahibi ve yatırımcı tarifi için, 21. yy.’a yakışır yalın bir insan tanımının piyasa tarafından değil bizzat insan ırkı tarafından yapılması gerekiyor. Ekonomi, doğru insan tarifinden yola çıkmaz ise, yaşam giderek krizlere açık, şaşkın borsacı bakışını, tüm insanlığın ortak bakışı haline getirecek.
hocam tebrikler, bu yönleriyle de düşünürsek herhalde tam oturacak tesbitler.
bence de çok haklısınız…insanlar isteklerini ihtiyaçmış gibi göstermeyi artık huy edindikleri için kendilerine ve uzun vadeli borçlarla bunu ödemeye çalıştıkları için belki de söz konusu bu iktisadi davranış bozuklukları var…bu davranışlara rağmen hayat zorlaşsa da ekonominin ya da piyasaların hiç durdurulamayan bir hızla hayatrımıza etki etmesi de kaçınılmaz hale geliyor…
Uğur hocam selamlar. Yazınızdaki tanıya bir değişik açıdan bakmak istiyorum. Hemen hemen hepimizin karşılaştığı bir olay. Bir tatil / seminer / toplantı v.b. nedenlerle bir yerlere gideriz. Sabah kahvaltısı – öğle / akşam yemeği açık büfe…
Kişiler vardır, tabağına yiyebileceği kadar bir şeyler alır ve masasına oturur, kişiler vardır tabağıma daha ne alayım diye düşünür. Peki tüm bu aldıklarını yiyebilecek mi ?
Yediğini varsayalım, arkasından mide spazmı – gelsin soda, yok hayır olmadı rahatsızlık devam ediyor, bu kez uykudan fedakarlık şöyle biraz yürüsem, mide belki eritir…
Aslında; sunucu bize, serbest büfe seçeneğini sunmuş. Amaç hür irademiz ile özgürce ve dilediğimiz yiyeceklerden yiyebileceğimiz kadar alarak açlığımızı gidermek olmalı. Seçenek bizim… İhtiyacımız olan yiyeceklerden amaç açlığı gidermek ise, yiyebileceğimiz kadar almak olmalı. Yok hayır nasılsa bizi özgür bıraktılar istediğimiz kadar alabiliriz diye düşünürsek, sonuç tabakta yiyemeyip bıraktıklarımız çöpe atılacağından israf, fazla yemek yememiz bünyemizde dengesizlik yaratacağından sağlık problemi ve sonuçta da sunucu, “yok arkadaş bunlar ne varsa silip süpürüyor bir dahaki gelişlerinde ben fiyatımı yükselteyim” düşüncesi ve ikinci gidişimizde de bir öncekinden daha pahalı bir hizmet satınalma.
Yani genel olarak insanoğlu AÇ. GÖZÜ DOYMUYOR…
Hepimiz TV belgesellerinde seyretmişizdir, Afrika da vahşi yaşam diye. Hayır o vahşi yaşam değil, liberal yaşam. Aslanlar / kaplanlar / timsahlar karınları acıktığında açlıklarını giderebilecekleri kadar ceylanı veya diğer hayvanı öldürüp yiyor ve açlığını gideriyorlar. Hiç fazladan hayvan öldürüp yemediklerini gördünüz mü !? Ben görmedim. Çünkü fazlaca hayvanı öldürüp yemezlerse, o hayvan ertesi gün kokuşup leş olacak ve yiyemeyecekler. Onun için ihtiyaçları kadar onun da ötesi güçlerinin yetebildiği kadar koşup bir hayvan öldürüyorlar. Aksi halde koşmaktan yorulup avlarını yakalayamazlar ise, bu kendilerinin de hayatına mal olabilir. Bunu da çok iyi biliyorlar ve avlarına yöneldiklerinde her zaman en uygun av ‘ı en uygun koşullarda avlanmayı seçiyorlar. Bilinçli avcılık. Ötesi; küçükler ve yaşlılar hariç her hayvan avlanıyor ve sonuçta hepsine bir pay düşüyor.
İki örnek arasında bilinçli tüketici kim ? Tabii ki Aslanlar / kaplanlar. Çünkü ihtiyaçları kadar av yapıyor. Baş edemeyeceği hayvanı avlamıyor, israf hiç yapmıyor, çünkü biliyor ki bugünkü israf yarın aç kalmasına neden olacak. Avına hazırlanırken avının ve kendisinin hızını ve gücünü hesaplıyor, hızına yetişemeyeceği avın peşinden koşarak kendi hayatını riske atmıyor.
İnsanoğlunun bilinen tarihinden buyana daima AÇ olduğu gözlemleniyor. Peki neye aç ? Her şeye aç. Yani benim tanı-m AÇLIK… Fakat gözü doymayan AÇLIK…
Tabiî ki idealimiz “ bir lokma – bir hırka “ olmamalı. Fakat, yola çıkarken hayallerimizi de gerçeklerimiz ile karşılaştırmalıyız, veya o hayallerimiz için olabilirliğini sağlamak için planlama yapmalı ve çok çalışmalıyız.
Ülkemizde yaşanan süreçlere baktığımızda, serbest piyasa ekonomisine ( liberal ekonomi ) geçiş sürecinde ki uygulamalar ve bu uygulamalardaki yanlışlıkların faturasını meşhur tabiri ile toplumumuzun orta direği olan kesim ödemiştir ve bu kesim aslında tamamen olmasa da ortadan yok olmuştur. İşte bu yok oluş işin esasında Liberalizmin ilk uygulama yönteminde Kapitalizmin uygulanmış olmasından kaynaklandığı, bunun yanı sıra “darbeder cumhuriyetimizin derbeder demokrasi” dönemine rastlamış olması, dahası ülkemiz siyasetinin ve ekonomisinin dış güçler tarafından vesayet altına alındığı bir dönemin başlangıç noktası olduğu kanısındayım.
Serbest Piyasa sistemleri ve uygulamalar ile bazı yasal düzenlemeler, tamamen dış güçlere ve dış sermayedarlara uygun olarak yerleştirilmiş olmasına rağmen henüz geç kalmadığımız ve tüm olumsuzlukları ülkemiz ve toplumumuz menfaatine çevirebileceğimiz zaman sürecindeyiz.
Toplumumuzun bilinçsiz tüketici davranışlarına geldiğimizde ise, 1980 öncesi teknoloji
Ve teknolojik ürünler ülkemizde çok azdı, döviz bulundurmak veya almak Türk Parası Kıymetini Koruma Kanunu gereği yasaktı. Bir çok yasaklar – noksanlar, 1983 den itibaren bir anda kaldırılıp her şey ülkemize girince, toplumumuzda bir şaşkınlık ve her şeye ihtiyaç olsun / olmasın saldırı başladı. İşte serbest ekonomisinin piyasa şartları uygulanmak istenirken bir anda kapitalizm şartları ile karıştırıldı ve olaylar çığrından çıktı. Tabiî ki burada toplumuzun bilmeden de olsa ayak uydurduğu bu olaylara yani fiyat artışlarına başka bir açıdan bakalım. Örneğin gayrimenkul fiyatları. Havadan para kazanma dönemlerinde, kazanılan paraların büyük çoğunluğu gayrimenkule yatırılmıştır. Çünkü toplumumuzun yatırım alışkanlıkları arasında gayrimenkul bir yatırım aracı olarak görüldüğü için, akmaz – kokmaz “dünyada mekan – ahirette iman” ilkesi atıl paralar hemen gayrimenkule gitti. Peki o gayrimenkulü alanın buna ihtiyacı var mı ? Peki ne oldu – ihtiyacı olan nasıl aldı. Pahallı… Burada aracıları da yazmadan geçemeyeceğim, esas fiyat artışlarının bir ayağı da aracılar. Sanki açık artırmada mal satarcasına bir fiyat tespit ediyorlar ve devamlı yükselterek satmaya çalışıyorlar. Çünkü alacakları komisyon değişecek de ondan. Diğer yanda 200 M2 arsası olan bunu müteahhide % 50 oranında verdiğinde ve çift daireli 6 katlı bir apartman yapıldığında, aslında 200 M2 arsanın bedeli diyelim ki 300 bin TL. ise, inşaat yapıldıktan sonra beher daireyi 100 bin TL. olarak değerlendirdiğimizde arsa bedeli 600 bin TL. ye çıkmaktadır. Doğal olarak aradaki 300 TL. diğer daire sahiplerine ek maliyet olarak yansımaktadır. Ayrıca aracıların % 80 veya 90, arsa sahiplerinin ise % 100 ü bu kazanımlarından vergi de ödememişlerdir. İşte bugün ne alırsan kar, yarın daha pahallı olacak zihniyeti ülkemizi 2000 li yıllara ve krizlere getirmiştir. Peki dış güçler ve yabancı sermaye ne yapmıştır ? Ülkemize tüketim toplumu olabilmemiz için elinden geldiğince kendilerinin geri teknolojisini ve teknolojik araçlarını ihraç etmiş, baş döndürücü reklamlar ile toplumu yanıltmış, ülkemize birkaç öncelikli bilinen otomotiv üretim yatırımları haricinde devamlı olarak toplumu borçlandırıcı yönde sermaye girişi yapmış, tüketim kanalları üzerinde yatırım yapmıştır. Özellikle hipermarketler zinciri yabancı sermayedarların elindedir. Ben bakkal Hüseyin amcamı özledim. Ben evde yokken, Çocuklarım paralı parasız ondan ihtiyaçlarını alabiliyorlardı, o dükkanını kapattı artık. Sebebi ise köşe başında yabancı sermayenin mini marketi var, adı da “bilmem ne ekspres” …
İşte ülkemize yabancı sermaye girecek diye vardığımız sonuç. Bugün toplumun büyük bölümü kredi kartı borçlusu. Kime ? Yabancı sermayeye borçlu. Yani çoğunluğu dış kaynaklı bankalara. Teşhis bu olduğuna göre, toplum olarak önce bütçe hakkımızdan başlayıp her şeyi denetlemek, haklarımızı aramak, yanıltıcı reklamlara inanmamak, özellikle çocuklarımızı bu reklamlardan korumak, 4077 sayılı yasayı iyi bilmek “ tüketicinin korunması hk. Yasa” dahası demokratik haklarımızı toplum olarak kullanabilmeyi öğrenmemiz gerekiyor. Tabiî ki öncelikli bilinçli tüketici olmamız gerekiyor.