Yumuşak iniş stratejisinin yönetiminde risk olarak göze çarpan birkaç konudan yeterince söz açılamıyor. ‘Gündem müsait değil’ veya ‘daha o konuyu işlemedik Hocam’ tadında bir anlayış hakim. Firmaların, özellikle reel sektörün döviz cinsinden borç yükünün çözümünde neler yapılabilir ( Ödemeden çok, oluşum sürecine odaklanarak tabii)?
Öncelikle, döviz kurunun üst bir banda yerleştiği dönemde konuşulması gerekiyor borç stokunun. İkinci olarak, dış ticaret hadlerinde (ihraç ürünlerinin fiyatlarındaki yüzde değişimin ithal ürünleri fiyatlarındaki yüzde değişime oranı) aleyhte gerileme, özel kesimin dış borçlanma trendini, trend olmaktan çıkarıp kronikleştirebilir. Diğer bir alan ise, firmaların genelinde, satış, fiyatlama ve finansal tutum bakımından bir problem olup-olmadığının belirlenmesi gerekiyor. Yukarıdaki üç ihtiyacın tamamı, özel sektörün dış borcu olarak yansıdığı için ele alınmaları kaçınılmaz olmalı.
Ekonomi yönetiminin sıkça ortaya attığı ‘tasarruf yetersizliği’ sorunu…
Tasarruf yetersizliği deyince de akla hemen hanehalkı tasarrufları geliyor. Firmaların tasarruf alışkanlıkları ile ilgili esaslı bir veri olmadığı için , milyonlarca tüketicinin tüketim-tasarruf alışkanlıkları tartışılırken, veri bakımından el altındaki şirketlerin tasarruf düzeyi henüz hak ettiği yeri bulamıyor. Belki de bu konudaki araştırmaların henüz yeterli düzey ve sayıda olmadığındandır.
Rakamlara boğulmadan söylemek gerekirse, anlaşıldığı kadarıyla (ortaya konulan değil anlaşılan) Türkiye ekonomisinde firma tasarrufları yeterli değil. Şirket tasarrufu deyince, kabaca, kârdan, kâr dağıtımı ve vergiler düşüldükten sonra kalan tutarı anladığımızı not edelim.
Yani, hanehalkının tasarrufu nasıl harcanabilir gelirinin bir türevi ise, firma tasarrufu da kâr tutarına bağlı olarak değişiyor. Yine aynı mantıkla devam ettiğimizde, Türkiye’de gelir artışına paralel olarak hanehalkının finansal yükümlülük oranı artıyorsa, şirketlerin borçlanma olanaklarına başvurma eğilimi de artıyor.
Şirketlerin tasarruf eğiliminin artmasıyla dış kaynağa bağımlılıklarının azalması sağlanmalı. Firma yönetici ve sahiplerinin tasarruf kararlarını etkileyen unsur kâr marjı olduğuna göre, uluslararası karşılaştırmalara başvurulabilir. Uluslararası karşılaştırmalara göre karlılık konusunda Dünya’nın gerisindeyiz. Halka açık şirketlerle ilgili araştırmalar kayıt altında ve tutarlı verileri içerdiği için güvenilir sayılmalı. Buna karşın, Türkiye’de faaliyet gösteren ve halka açık olmasa da bilançoları ve gelir tabloları incelenen binlerce şirket var. Firmaların toplu mali tablo analizlerinden elde edilen sonuçlar, genel kanının doğru olduğunu, kârlılık konusunda alınacak uzun bir yolun varlığını gösteriyor.
Özellikle, global krizin başlangıç (2008) ve etkisinin nispeten azaldığı (2010) yıllarının karşılaştırılması, asıl faaliyetlerden elde edilen değil faaliyet dışı maliyet-gider unsurlarının kontrolünden veya faaliyet dışı gelirlerin artışından kaynaklanan bir finansal tercihi gösteriyor.
Sayıların gösterdiği kadarıyla, firmalar tasarruf etmek isteyince gerçekten ‘tasarruf’u, yani üretim maliyeti yerine öncelikle diğer giderlerden kesintiye gitmeyi tercih ediyorlar. Zira, satılan malın maliyetinin satışlara oranı yıllar itibariyle neredeyse sabit kalıyor.
Yüksek katma değerli üretim ve satış derken, yıllardır aslında daha kârlı ve sofistike ürün ve üretim tercihi söylenegeliyormuş. Firma tasarrufunun artmasında yığın üretim modelinin terk edilmesi ve kâr marjının artırılması tek seçenek. Türkiye ekonomisinde şirketlerin öz finansman olanaklarını zorlaması gerekiyor.