Son bir yılın ana tartışma konusu faiz oranları. Paranın fiyatının gündemin birinci maddesi olmasının bir sebebi olmalı. Kafaların karışmasının sebebi, uluslararası finansal entegrasyona uygun bir iktisat algısı oluşmamasından. Sanayi kapitalizminin ekonomi bilgisi ile finansal kapitalizmin referansları arasındaki farkların vurgulanmamasından. Türkiye ekonomisi, global piyasalarla arasındaki farkları azalttıkça faiz oranı bir süre daha anlaşılmazlık örtüsü altında kalacağa benzer.
Finansal istikrar algısında doz aşımı…
Türkiye ekonomisi küresel piyasalardan ayrışmaya devam ediyor. Para ve sermaye piyasaları açısından birincil ölçü de bu. Finansal istikrar sürdükçe, borç ödeme kapasitesi korunuyor. Türkiye ekonomisinde politika yapıcıların süreci yönetirken pozitif ayrışmayı güçlendirme eğilimini koruduğunu görüyoruz. Dikkat çeken husus, global piyasa ile Türkiye finans sektörü arasında farkların giderilmesi, Türkiye ekonomisinin eksikliklerinin tamamlanması değil. Finansal istikrar kapasitesinin uluslararası iktisadi dinamiklerin önüne geçmeye çalışması. Doğru bir politika tercihi mi? Tartışmaya değer.
Global sermaye piyasalarını bileşik kaplar teorisine uygun olarak düşününüz. Tüm Dünya’da kamu sektörü açıkları tavan yapmış, Merkez Bankaları harıl harıl para basıyor, kur savaşları nedeniyle likidite neredeyse sonsuzluk kazanmış. Bu ortamda Türkiye ekonomisi olarak nakit bütçe fazlası veriyorsunuz, likiditeyi ve kredileri sınırlıyor, öte taraftan faiz haddini geriye çekip küresel sermaye akımını dengelemek istiyorsunuz. Bu şartlar altında TL’nin değerlenmesini önlemek çok zor. Finansal istikrar bakımından risk algısına yol açan sermaye akımlarının Türkiye’ye yönelmesi için gereken şartları oluşturup, aşırı girişleri dengelemek kolay ulaşılabilir bir denge noktası değil.
Menkul kıymetleştirme (securitization)…
Ekonomide paranın piyasaya giriş koşulları oluştuktan sonra önüne set çekmek genelde başarıya ulaşan bir politika değildir. Bugünkü teknik olanaklarla fon akımlarını engellemeye çalışmak doğru olduğu da şüpheli bir tercih. Dolayısıyla, gelen fonları absorbe edecek, reel ekonomiye kazandıracak enstrümanları daha sık gündeme getirmek önem taşıyor. Yolun da, özellikleri varlıkları, firma aktiflerini menkul kıymetleştirecek, sermaye piyasasına kazandıracak araçları çeşitlendirmekten geçtiği belli.
Borsaya kote şirket sayısının artması gerekiyor…
Ekonomi yönetimi, şirketlerin halka açılması ve hisselerin halka arz edilmesi konusunda kurallara sıkı sıkıya bağlı olunmasını talep ediyor. Bankacılık kesimine uygulanan sermaye rasyoları ve diğer düzenleyici kurallar konusunda da. Hızlı sermaye girişini göğüslemenin bir yolu da, özellikle hisse senedi nedeniyle BIST kodunda bulunan şirket sayısında artış sağlamak. Bir örnek vermek gerekirse; 2001 yılından bugüne piyasa kapitalizasyonu 10 kat artarken, şirket sayısı aynı tarihler arasında 310’dan 406’ya çıkmış. Ekonomik büyümenin çok gerisinde bir sayı. Aynı sorun bankacılık lisanslarında da mevcut: 2002 yılı sonu itibariyle 54 olan banka sayısı, 2013 Mayıs itibariyle 45. Bırakınız tasarruf ithali sağlamayı, ekonominin iç dinamiğindeki gelişmeyi dahi karşılayamayan bir tutum.
Gelir Vergisi Kanunu’nda reform…
Elli yıllık mazisi olan Gelir Vergisi Sistemi revize edildi. Uygulama, yasa yayınlandıktan ve ikincil düzenlemelerden sonra görülecek. Ana hatları ile değerlendirildiğinde, daha çok bir güncelleme niteliğinde olduğu anlaşılıyor. Özellikle genç girişimcileri destekleyen hükümleri son derece yararlı buluyorum. Gelir Vergisi’ni önümüzdeki günlerde daha geniş şekilde ele alabileceğiz.