Soma’dan Toma’ya…
Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) sözleşmelerine imza atmayan sayılı ülkelerden biri olduğumuz sıklıkla anons edilirken, büyümeyle sosyal haklar, ulusal güvenlikle demokrasi arasında salınıp durduğumuz on yıllar saymakla bitmiyor. Soma’daki olayda bir de tartışmayı da bilmediğimiz gerçeği ile yüzleşmiş olduk.
Üniversite öğrencileri derste siyaset konuşmayı pek seven bir topluluktur. Bu isteğin su yüzüne çıktığı durumlarda onlara ‘camide, kışlada, okulda siyaset olmaz’ düsturuyla yanıt verilmesini uygun bulanlardanım. Fakat konu tarihin süzgecinden geçerek insan uygarlığının ulaştığı demokratik ve ekonomik standartlara gelince yorum yapmaktan kaçınmaya gerek yoktur. Dünya’da yaşayan her bir insanın hakkı olan yaşama hakkı gibi tartışılmaz konular, iş güvenliği gibi esaslar siyaset dışı alanlardır. Bunları tartışmaya başladığınız zaman bir bakmışsınız yönünüzü bambaşka bir rotaya dönmüşsünüz. Görülüyor ki, son günlerde, güvenlik vesvesesi ile gerçek güvenlik sorunu arasındaki farkı kavrayamamak da devleti dönüştürmeye başlamış.
Gezi’den sonra…
Yazının başında Roma Anlaşması’na atıf yapmıştım. 2004 yılında Türkiye , AB Anayasası’nı paraflarken nasıl bir siyasi-ekonomik atmosferdeydi?, bugünlerde nasıl bir iklimde? karşılaştırmasını yapmak için…. Çağdaş bir demokratik hukuk devleti ve modern bir ekonomiye giden yolculuk uzun soluklu ve çeşitli kazanımlardan ödün vermeden çıkılması gereken bir sefer.
Gezi olaylarından sonra Kuzey Afrika’dan başlayıp Şam’a kadar gelen ateşin alevleri bize de mi sıçradı?diye düşünen bir devlet aklı hakim olmaya başladı. Bir yıldır her toplumsal olaya bir dış mihrak, en küçük bir direnişe medyanın kışkırtması gözüyle bakılır oldu.
Böyle toptan değerlendirmeler yerine olayların sebep-sonuç ilişkilerini irdeleyip gerçek nedenlerini analiz etmek gerekmez miydi? Mesela AB tam üyelik müzakereleri başladığı yıllar ve ertesinde oluk oluk akan yabancı fonlar, dış ve iç basında olumlu değerlendirmeler ve %10’lara dayanan büyüme oranları varken bu dış mihraklar, paralel devlet veya dış basın kuruluşları niçin Türkiye lehine yorumlar yapıyorlardı?