Orta Vadeli Programın Hedefleri

Hafta içi, Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, yanında Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ve Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz’la birlikte açıkladı. Orta Vadeli Program, Türkiye ekonomisinin önümüzdeki üç yıla ilişkin hedeflerini içeriyor. Bu hedefler saptanırken, Dünya ve Türkiye ekonomilerinin geleceğine ilişkin değerlendirmelere dayalı öngörülerde bulunulmuş oluyor. ‘Orta Vade’, yani bir yıldan üç yıla kadarki bir zaman dilimi öngörüldüğüne göre,’ Plan’ hepimiz için son derece önemli.

Toplantıda belki mevcut değillerdi ama, Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan ve Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün de dahil edildiğinde, ekonominin çeşitli alanlarıyla ilgili beş ayrı bakanlık bulunduğu için Başbakan Yardımcısı’nın koordinasyonuna duyulan ihtiyaç artıyor. Babacan’ın diğer dört bakanın ilgilendiği konuların tümüyle ilgilenerek ‘genel denge’ konusunda görevli ve sorumlu olduğunu hatırlarsak, dünya ekonomisinin durumuna niçin sık sık vurgu yaptığı anlaşılabilir.

Hedefler makul…

OVP’nin 2013, 2014 ve 2015 büyüme hedefleri sırasıyla %4, %5 ve %5. Bence OVP’nin orijinal hedefi  cari açığı (cari açığın GSYİH’ya oranı) kademeli olarak düşürmeye devam etmeyi beyan etmesi. 2012 yılı sonunda %7,3 olarak gerçekleşmesi beklenen cari açık oranının, 2015 yılı sonunda %6,5’a düşürülmesi hedefleniyor. Uluslararası kabul de bu oran merkezinde. Kamu açığındaki beklenti yine kademeli olarak %2,2’den %1,8’e düşürülmüş. Enflasyon hedefi 2012 yılı için %6,5 idi. Bu hedeften sapma olacaktır. OVP, önümüzdeki üç yıl için %5,5’luk bir enflasyonu odağa yerleştirmiş.

Maliyetlere de bakalım…

Önümüzdeki üç yıl için, cari açığın, kamu açığının ve enflasyonun aynı zaman diliminde düşürülmesi demek, iç talebin kısıtlanmaya devam etmesi demek. Türkiye ekonomisi siyasi ve ekonomik istikrar şartlarında %5’lik büyümeyi herhalükarda sağlayabilir. Ama, hem kamu açığını hem de dış açığı aşağıya çekmek istediğinizde, ya fiyatlarda ya da kaynak girişinde artışı garantilemek gerekir. Fiyat artışlarını da kontrol etmek istediğinize göre, geriye dış kaynak kalıyor. Dış kaynak derken, OVP hazırlanırken dış talep koşullarının da istikrar kazanmadığı belirtilmiş. Yani, Türkiye aniden petrol veya doğalgaz çıkarmaya başlamaz ise, dövizin kaynağı olarak reel sektörün değil finans sektörünün belirleyici olacağı varsayılmış olacak. Sonuç: Doğrudan ve portföy yatırımları için bir cazibe merkezi oluşturarak, sağlam bütçe dengesi, dış ticaret dengesi ve bankacılık kesimi aracılığıyla tasarruf ithaline devam etmek.  

Kurgu yukarıdaki gibi olunca, istihdamda ilerleme hedefi kısıtlı tutulmuş. İşsizlik oranında 2015 yılının nihai hedefi %8,7. 2012 yılı sonunda resmi olarak %9 olarak gerçekleşeceği varsayılan işsizlik oranının üç yıl içerisinde %0,3 (binde 3) düşebilmesi mümkün. Tabii, yukarıdaki tüm hedefler ‘barış’ şartlarına göre hazırlanmış olmalı.

Avrupa…

Dış talep sözkonusu olduğunda yüzümüzü ilk döndüğümüz yer, Avrupa ekonomisi. ABD’de işler iyi gitmeye başladığında Avrupa ekonomisinin, Avrupa ekonomisi ferahladığında Türkiye ekonomisinin yüzü gülüyor. AB ülkelerini sırasıyla dolaşan kamu açıkları virüsü, aynı antibiyotikle, dönüp dolaşıp darphanelerin daha çok çalışması yoluyla kontrol altına alınmaya çalışılıyor.

Bu işin sonu nereye varır?  diye sorulduğunda, ‘Merkez Bankaları daha çok para bastığında daha önce ne olduysa o olur’ diye cevap vermek gerekir. Önce ‘enflasyon’, sonra fiyat artışlarını absorbe edebilecek ‘kemer sıkma politikaları’. Aksine, Avrupa ekonomilerini yönlendiren isimlerin şu anda uyguladıkları sistem, bankaları fonlayıp para arzını artırmak, öteki taraftan da ulusal ekonomilerin mali yönetimlerini sıkılaştırmak. Yani yukarıdaki gibi sırasıyla değil. Aynı anda hem bollaştırıp hem kemer sıkmaya çalışıyorlar. Mali piyasalara kepçe ile verip, reel sektörden kazanla geri almak da denilebilir.

 Toplumları fakirleştiren güya ‘kriz karşıtı politika’nın devam etmesi mümkün olmadığı için, Avrupa’da yeni krizler beklemek daha mantıklı. En küçük bir önlemde sokağa dökülebilen toplumlarda, bu tür politikaları hayata geçirebilmek kolay değil çünkü. Avrupa’nın genelinde olası bir Düyun-u Umumiye’nin çanları çalıyor. Avrupa’da , ‘Mali yapının harmonizasyonu’ adıyla yeni bir ürünün piyasaya sürülmesinden başka çare görünmüyor.

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir