İktisadi Aktivite Azalıyor…
Türkiye ekonomisinin lokomotifi reel kesimde yeni bir güven sorunu yaşanıyor.Kapasite kullanımı, sanayi üretimi ve geleceğe ilişkin beklentilerde yavaşlama emareleri görülmeye başlandı. Planlanan yumuşak iniş senaryosunun gerçekleştiği konusunda bir tartışma yok. Günün konusu ‘acaba yavaşlama alt sınırına ulaştı mı?’
Cari açıkta ve enflasyon üzerinde etkili olan bu süreç, bundan sonra artık bir durgunluğa mı sebep olacak? Bu soruların yanıtının verilmesi ekonomi politikası bakımından oldukça önemli.
Faiz indirimi…
Türkiye ekonomisinin 2012’nin ilk üç çeyreği tamamlanırken kafalardaki soru işaretleri yanıt bekliyor. Merkez, koşulların oluştuğunu düşündüğünde bir faiz indirmini planlayacaktır. Bugüne kadarki uygulamaya bakılırsa, faiz oranlarının aşağıya doğru revizyonu ‘evet, bakın biz beklendiği gibi politika faizini şu kadar baz puan indirdik’ şeklinde olmayacaktır. Aksine, ‘faiz koridorunun alt sınırını indirdik veya faiz koridorunu daralttık’ şeklindeki açıklamaları, ekonominin yeterince soğutulduğuna kanaat getirildiği şeklinde okumak gerekir.
Faiz indiriminin önündeki engellerden en önemlisi Merkez Bankası’nın fiyat istikrarı öncelikli düşünmemesi. Finansal istikrarı da gözeterek ‘döviz kuru’ üzerindeki kontrolünü devam ettirmek istemesi.
Ekonomiyi ‘yumuşak iniş’e zorlayan koşullar altında, politika yapıcılarının davranışlarını anımsamak yararlık olabilir. Benzer süreci tersine çevirmek isteyen bir ekonomi anlayışı hız ve dizayn itibariyle kredi arzını dolaylı yoldan gevşetmek isteyebilir.
Yine karşılıklar ve bankaların kendi aralarındaki borçlanma faizlerini etkileyerek riski özel sektöre devredebilir. Sorumluluk bakımından rahatlatıcı benzer politika üretiminin sebep olduğu sorunlar biliniyor. Bu defa, özel sektör yurtdışından borçlanma tercihini kullanıyor.
Dış piyasalarla ilgili olumsuz görüşü gözen geçirelim…
Türkiye’yi ilgilendiren kısım, dış talepte bariz bir canlanma görülmese de yeni bir kötü haber beklenmediği. Yılsonuna dek iç piyasayı hareketlendirecek bir beklenti de mevcut değil.Bu denklemin zamanlama bakımından çözümü; Türkiye ekonomisinin 2012 sonuna kadar yeni bir talep artışı ile güçlenemeyeceği.
Algı farklı da olsa…
Günümüz ekonomisinin gidişatı ile ilgili görüşler,borsa-faiz-kur üzerinden oluştuğu için sanayinin sipariş hacminden ya da kapasite kullanım oranlarından söz etmek ‘geri kafalılık’ olarak yorumlanabiliyor. Fakat sonuçta Türkiye ekonomisinin büyüme ve istihdam koşulları üzerinde teknik olarak baskın karakter sanayi üretimi. Finansal piyasalarda her ne olursa olsun, günün sonunda reel ekonominin buyurgan bir karaktere sahip olduğu unutulmamalı.
Kamu kesiminin hareket tarzını doğru değerlendirelim…
2008’de başlayan kriz sonrasında kamu harcamaları ve kredi politikalarını hatırlayınız. 2008’in son çeyreği de, 2009’un ilk çeyreği’de yani 6 aylık bir dönem ‘bekle gör’le geçti.Tansiyon biraz olsun düşünce, teşvik paketleri açıldı, istihdam desteği politikaları güçlendirildi. Takipteki alacaklar, esnaf politikası gözden geçirildi.
Devam edelim… 2010’da ekonominin ısındığı herkesce malum olan bir yıl boyunca dış kaynak girişi ve kredi arzının yavaşlatılması ile ilgili adımlar neden sonra atılarak,hız konusundaki yavaşlık, incelikle dizayn edilen politika örgüsü ile giderilmeye çalışıldı.
Bugün de iktisadi çevrimin alt sınırlarına yaslanıp-yaslanmadığı tartışması yapılırken güçlü bir refleks yerine özel sektörün ve tüketicinin sorumluluğuna dayalı bir çerçeve beklemek daha makul. Konjonktür karşıtı ekonomi politikasının Türkiye’deki görünümü, kamu harcamaları ve vergilerin etkin olarak kullanılmasına elverişli olmaktan çıktı. Vergi artışında da, giderlerin artırılmasında da atılacak kurşun kalmadı sayılır. Yılsonuna kadar yavaşlama eğiliminin korunacağını düşünebiliriz.