İkinci Varlık Barışı

Türkiye’deki vergi mükellefleri için önemli bir avantaj. Asıl önemlisi Türkiye ekonomisi için. Türkiye’deki vergi mükelleflerinin yıllardır yurtdışındaki para ve sermaye piyasaları ile ilişkisi belirli bir zemine oturmamıştı. İkinci kez yapılan düzenlemeyle yurtdışında devletin bilgisi dışında bırakılan kaynaklar kayıt altına alınmaya çalışılacak. Bir önceki varlık barışına oranla daha olgunlaşmış görünen pek çok yönü var İkinci Varlık Barışı’nın. Elbette eleştirilen yönleri de.

Faiz haddinin düşmesi içeride negatif faizle birlikte vergi yükünü üstlenen tasarruf sahibini yurtdışına yönlendirmiş olabilir. Türkiye ekonomisi, çıkan mevduatın geri dönüşünü faiz oranını artırmadan sağlamak zorundaydı.

Yurtdışında bulunup bugüne dek beyan dışında bırakılan kaynaklar, 31.12.2013 tarihine kadar fiilen Türkiye’ye getirilecek. Temmuz ayının sonuna kadar bildirimler yapılıp, 1 aylık süre içerisinde %2’lik vergi ödenmiş olacak. Mükellefin resmi kayıtlarına intikal de aynı süre içerisinde yapılacak.

‘Bıyıklı yabancı’dan Varlık Barışı’na

Yıllardır Türkiye’ye yabancı aracılarla giren kaynakların bir kısmının Türkiye’deki yerleşik tasarruf veya yatırımcılara ait olduğunu biliyoruz. Bunları ayrıştırmaya çalışırken ‘bıyıklı yabancı yatırımcı’ gibi kavramlar veya bazı tahmin modelleri kullanmak zorunda kaldık. Bugün, kayıtdışı kaynağı ayırt etmek çok daha önemli. Zira, özel sektör yabancı finans kuruluşlarıyla bizzat ilişki kurup, mali sistemi işlem olarak değilse de içerik yönünden by-pass edebiliyor.

Ekonomik analizlerde ısrarla vurgulanan risk unsurunun gerçek içeriğini bilmediğimizde doğru sonuçlara ulaşmak da zor görünüyor. Şehir efsaneleriyle yahut aslında mevduat olan krediler, kredi görünümlü menkul değer alımlarıyla tespit, öngörü veya model üretimi de her zaman bir yönüyle eksik kalıyor.

Sermaye piyasasının vergilendirilmesindeki eksiklikler…

2010 yılındaki ısınmanın kontrolü için tedbirler düşünülürken ısrarla %0,5’lik (yüzde yarım veya binde beş) bir Tobin Vergisi’nin uygulanması gerektiğini yazmıştım. Böyle bir verginin amacının yatırımcıyı cezalandırmak değil, kayıt altına almak olduğunu da. Ekonomi yönetimi, maliye politikası araçlarından çok para politikası enstrümanlarını tercih etti. Bu bir tercihtir. Yanlışlık yöntemden çok zamanlamada yapıldı. Tedbirler geç uygulandı.

Para politikası aracılığıyla, munzam karşılıklarla, faiz oranlarıyla ilgili düzenlemeler fiilen en az bir ay ile üç ay içerisinde etkisini göstermeye başlıyor çünkü. Moral faktörleri istisna edelim. Ama, resmi olarak Para Politikası Kurulu (PPK) Kararları’nın sonunda alınan kararların yürürlük tarihi de belirtiliyor.

Bugünkü Varlık Barışı düzenlemesinde de 22 Nisan 2013 tarihine kadar elde edilmiş olan yurt dışındaki para, altın, döviz, menkul kıymet ve diğer sermaye piyasası araçları ile gayrimenkuller bildirilebilecek. Bildirilen meblağdan %2 vergi alınacak. Bu arada yabancılara ait menkul değerlere uygulanan %0 (sıfır)’lık oran yürürlükte kalmaya devam edecek. Yerliyi yabancıyı ayırt etmeksizin her yurtdışına çıkışta alınacak %0,5’lik bir stopajla bugüne kadar tüm bu kazançlar kayıt altına alınabilirdi. Toplam talebi kısma yönündeki politika tercihi de daha çabuk ve adil bir biçimde hedefine ulaşırdı.

Uygulayanlar ne durumda?

Tobin Vergisi’nde sanırım en bariz örnek Brezilya. Alınan sonuç maalesef olumlu değil. Ama bu kötü örnekten hareketle Türkiye’de de başarısız olunacağı gibi bir noktaya varılabilir mi? Varılamaz. Çünkü, Brezilya dövizi ithal eden değil bizzat nakit olarak kazanan bir ekonomi. Petrol ve soyadan elde ettiği döviz girdisine ek olarak gelen portföy getirilerine bağımlı değil. Dolayısıyla, döviz riski, açık pozisyonu var değilken salt fiskal odaklı bir kararla piyasalara siyasi bir mesaj vermiş oldu. Halbuki, Türkiye’deki kayıtdışılığı, vergi sorununu, yabancı tasarruf bağımlılığını, cari açığı, kur riskini cümle alem biliyor. Dolayısıyla, bir işlem vergisinin ille de ideolojik anlam taşımamış olabileceğini de…

Bugün geç sayılır mı?

İkinci Varlık Barışı olayıyla birlikte yukarıda bahsedilen bir uygulamanın anlamını yitirmesi sözkonusu olabilir. Vergi adaleti yönünden değilse de, makroekonomik çerçeve böyle bir verginin talep üzerindeki etkisine uygun değil. Bugün talebi baskılamaktan çok desteklemek gereği öne çıkıyor. Devlet bütçesi faiz oranlarının seyrinden pozitif etkilenmeye devam edecek. Faiz giderleri azaldıkça, bütçe üzerinde alternatif politika üretme şansı artacak.  

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir