Döviz kuru düşmeye başlayınca Başbakan faizle ilgili görüşünü
basın aracılığıyla aktardı. Hemen ardından Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi
aynı görüşü tekrar etti: “Merkez Bankası’nın özel sektörü cesaretlendirmesi
gerekiyor” diyerek. Başkan Erdem Başçı da “faiz indiriminin kademeli
olarak sağlanabileceğini”ni söyledi. Çünkü aynı günlerde temel enflasyonun
%9’a tırmandığı açıklanmıştı. Mart sonu itibariyle TÜFE’nin %8,4 olduğunu da
unutmayalım.
Faiz oranından herkes başka bir şey anlıyor…
Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ise Merkez’in bağımsızlığının maliye politikası
için bir güvence olduğunu farkındalığıyla müdahale içeren konuşmalara katılmadığını üstü kapalı da olsa beyan etti. Kamuoyunun kafasını karıştıran bu konuyu
doğru anlamak için ekonomi yönetiminde herkesin faiz haddinden başka bir kavramı
anladığını bir kenara yazalım.
Başbakan faizi bir maliyet olarak görüyor…
Türkiye ile ilgili büyüme tahminleri aşağıya doğru revize oluyor. Uluslararası mecralardan gelen son rakam 2014 için %2,3. Yerel makamların hedefinin yarısı. Seçimden sonra yeni bir yatırım ortamının oluşmasını isteyen Başbakan için reel sektör yatırımcısının faiz maliyeti ne kadar düşük olursa yatırımlar o kadar artar. Kendi içinde tutarlı. Seçime giren siyasetçi, büyümenin en önemli dinamiği olan tüketim-yatırım döngüsünün kesintisiz devamını isteyecektir. Arz yönlü iktisat politikasının bir kanadında düşük faiz var. Fakat diğer kanadında da vergi oranında azalışlar olmalı.
Merkez Bankası cephesinden bakalım: Enflasyonun iç talep dinamiklerinden beslendiği ortada. Döviz bugün için değer de kaybetmiş olsa geçtiğimiz üç aylık dönemin kur artışı fiyatlara geçiş yapmaya devam ediyor. Talebin önüne faiz engelini
getirmezseniz belli ki henüz tüketiciye yansımayan en az %1’lik maliyet fiyatlara eklenecek. Temel enflasyonla (%9,3) TÜFE (8,4) arasındaki fark bunu gösteriyor.
Ikinci bir konu ; Portföy yatırımlarının telafisinde hala faiz desteğine ihtiyaç duyuluyor. Faiz haddi hem yabancı yatırımcıyı cezbediyor hem de içeride tüketimi baskı altında tutuyor.
Bir başka realite, reel faizin düşük hatta çoğu zaman negatif olması. Örneğin; TÜİK ‘in açıkladığı Mart sonu itibariyle finansal yatırım araçlarının getirilerine bakılırsa, mevduat faizi aylık %-0,70, Devlet iç Borçlanma Senetleri %-0,39 negatif reel getiri sağlamış. Yıllık ortalamada bu rakamlar daha da yüksek kayıplar yaşandığını gösteriyor (Daha ayrıntılı bilgi için: http://www.tuik.gov.tr/HbGetir.do?id=16140&tb_id=1).
Arz Yönlü İktisat uygulanacaksa…
1980’lerin Amerika’sında bir arz yönlü iktisat modası esmiş, yatırım ve tüketim harcamalarının artması için kamunun ekonomiye en az şekilde müdahelesi hedef alınmıştı. Daha sonra Ronald Reagan’dan adını alan Reaganomics’in bakış açısında faizden çok düşük vergiler köşe taşıydı. Türkiye’de bütçe denkliği kavramı ekonominin tek tutar tarafı olduğu için Hükümet’ten böyle bir hamle beklemek gerçekçi değil.
Rant Vergisi…
Geçen hafta Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz’ın tartışmaya başladığı rant vergisi ile dolaylı vergilerden bir bölümü arasında bileşim tercihi yapılabilir. Toplam denge bozulmaksızın tüketim üzerindeki vergilerin oranlarında yapılan indirim, rant vergisinden gelecek yeni gelir kalemi ile finanse edilebilir.
Herşeyde rağmen Rant Vergisi, Türkiye gibi ülkelerde bir süre daha tartışılmadan olgunlaşacak bir konu değil. Zira, hatırlayanağı üzere kısa bir süre önce Büyükşehir Belediyeleri içerisinde kalan konut projeleri ile ilgili KDV düzenlemesi yürürlük kazanmıştı.