Piyasada talebin yetersizliği nedeniyle oluşan krize karşı hükümetin aldığı tedbirler, ‘ürünler üzerindeki vergi yükünü hafifleterek harcamayı özendirmek’ şeklinde başladı. Tedbirlerin, benim de şahsen desteklediğim ama gecikmiş bulduğum bu ayağına karşın, Merkez Bankası, faiz hadlerini ve dolayısıyla geleceğe ilişkin enflasyon beklentisini düşürmeye başladı.
Normal şartlarda faiz hadlerinin düşmesi, hanehalklarına ve şirketlere ‘daha az tasarruf, daha çok harcama yapınız’ mesajı vermek için yapılır. Bu kez de öyle oldu, ama durgunluğun ölçüsü, ekonomik birimleri yeterince harcama yapmaya ikna etmeye yetmedi. Tam bu noktada, enflasyonla ilgili beklentilerin düştüğünün açıklanması, harcama yapacaklara, ‘şimdilik bekleyin, fiyatlar genel seviyesindeki artış daha da azalacak’ mesajı vermiş oluyor.
Artık buradan sonrası, ekonomideki karar birimlerinin “Durgunlukla mı yoksa enflasyonla mı mücadele edeceğiz?” sorusuna samimiyetle cevap vermeleri gereken nokta. Son derece teknik ve profesyonel bir bakış açısı gerektiren düğümün çözümünde, ‘durgunluğu önleyelim’ bakış açısı daha evrensel bir çözüm yolu gibi görünüyor. Aynı nedenle, enflasyonla mücadele tecrübesi bakımından bizlerin çok gerisindeki batı ekonomileri, piyasayı hareketlendirmek için, likidite zerk etmekten hiç çekinmiyorlar.
Önümüzdeki yıllar bakımından son derece gerçekçi bir bakış açısıyla tartışılmaya başlanması gereken enflasyon riski, özellikle önlenmiyor. 2008 Nobel Ekonomi Ödülü sahibi Paul Krugman’ın Japon ekonomisindeki durgunluğu aşmak için önerilen tedbirlerin başarısızlık nedenlerini tartıştığı çalışmasında işaret edilen, ‘likidite tuzağından kurtulmak için enflasyon beklentisi yaratılması’ fikri, batı ekonomilerinin bugünkü durgunluğu için çare aranırken kabul edilen uygulamalardan sadece biri.
TÜFE Değişim Oranları ve Merkez Bankası Enflasyon Hedefleri | ||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
Türkiye ekonomisi için yukarıda belirttiğim tercih noktasında Merkez Bankası’na önemli bir sorumluluk düşüyor. ‘Fiyat istikrarını korumak’ olarak özetlenen yasal görevini her fırsatta hatırlatan Türkiye Merkez Bankası, bu görevini ‘benim enflasyonu önlemek dışında bir görevim yok’ şeklinde mi algılamalı? Merkez Bankalarına siyasi müdahaleyi önlemek için konulan bu kuralın, siyasi olmayan nedenlerle belki değiştirilmesi değil ama, yeniden yorumlanması üzerinde düşünülebilir.
‘Enflasyonla mücadelede başarılıyım’ -ki, yukarıdaki tabloya göre o da tartışılır- demek için, durgunluk sürecindeki bir ekonomide, harcama yapma sürecini daha da uzatarak, büyümeden, işsizlikle mücadeleden fedakarlık etmek veya her şeye rağmen düşük enflasyon beklentisini değiştirerek, biran önce ekonomiyi hareketlendirmek arasında, sadece ekonomik değil, toplumsal sonuçlar bakımından da önemli farklılıklar var.
2009 ve izleyen yıllarda enflasyon beklentisini yükseltmiş görünen Merkez Bankası’nın önceki yıllardaki hedef-gerçekleşme performansı dikkate alındığında, enflasyon beklentisini daha da yükseltmesinin, gerçekçi olduğu kadar krizin önlenmesi yolunda psikolojik katkı sağlayabilecek kritik hamlelerden biri olabileceğini düşünüyorum.