Ekonomi ve Siyasette ‘Fesat’ Teorisi

Gençliğimde, kahvehaneye yeni gelen genç üniversitelinin “staja başlangıç sınavı”nı geçmesi için altından kalkması gereken zor ve açık uçlu bir yorum cümlesi vardı: Yap bakalım bir Türkiye tahlili. Hadi diyelim ki 12 Eylül öncesi Türkiye’sinin koşulları, politik arkadaş gruplarına dâhil olmayı bile öylesi seviye tespit sınavlarını olağan saymayı gerektiriyordu. Şimdi n’oldu da komplo teorileri bu kadar ucuzlayıp çoğaldı?

Halk arasında ‘komplo teorisi’ olarak kullanılıyor. Pakistanlı düşünür Hamza Alavi‘nin tabiri ile ‘toplumun fesat teorisi’ üçüncü dünya ülkelerinin ya da halkayı geniş tutarsak gelişmekte olan ülke insanının her toplumsal olayı dış güçlerin, entrikaların kontrolünde yaşanan süreçler olarak yorumlaması ve bir ‘fitne’ olarak görmesi olarak tanımlanabilir.

Ekonomide dışa bağımlılık gerçeği, bu yorumu bir yanlış yorum olmaktan çıkarıp düpedüz nicel boyuta taşımıştır. İşin kötüsü, 15 Temmuz sonrası beka sorunu da artık bir teori değil gerçeklik olarak karşımızda durmaktadır ve siyasette, ‘fesat teorisi’ olgusal hâle geldiğine göre, iktidarın, muhalefetin, idarenin, sivil toplumun ve bireylerin yararlanması gereken geniş bir tarihsel perspektife göz atmak gerekecek.

Yıldız Mabeyninden ekrana, minbere ve tekrar saraya

Midhat Cemal Kuntay‘ın ‘Üç İstanbul’u, II. Abdülhamit Han‘ın gözden düşmüş jurnalcisinin göreve devam ediyor izlenimi vermek için Yıldız Sarayı‘nın karşısındaki kahveye gelip nasıl oyalandığını pek güzel anlatır.

Sultanı, istibdat rejimini aşağılayan bu tür hikâyeleri dilden dile yayan İttihatçılar da bir süre sonra benzer çözümleri hem de çok daha acemice sergileyip ‘fesat teorisi’ni sağlamlaştırmak için üstlerine düşen tarihi görevi ifa eder, sıralarını savarlar. Öyle ki Babıâli Baskını‘ndan başlayıp ithal ürünlerin neredeyse yasaklanmasına kadarki mesafeyi 5 yılda kat etmeyi becerirler. Liberallikle, müsavatla, otoriter rejim karşıtlığıyla başladıkları politikayı 10 yılda neredeyse faşizan bir finalle terk ederler.

İlginçtir ki o günlerde II. Abdülhamit‘e hizmet eden jurnalcinin en büyük gıdası Sultan’ın tahttan indirilmesine ilişkin korkularıdır ve sonunda korkulan gerçek olmuştur. İttihat ve Terakki (İşin ekonomik boyutunu ihmal etmenin tehlikesinin fark edilmesiyle ‘terakki’ sonradan eklenmiş bir ifadedir) rejiminin de büyük endişesi otoriter yönetim ve toprak kaybetmek idiyse bu fobilerin kat be kat fazlası İttihatçılar tarafından da yaşatılmıştır.

Peşi sıra komplo teorilerinin Cumhuriyet dönemi görünümünde artık çift kutuplu dünya, petrol, savunma sanayi konuları ön alır. Müslüman Türkiye’ye karşı Hristiyan-Musevi işbirliği, tapınak şövalyeleri, evangelistler, masonlar; petrolün yetersiz kaldığı yerde bor madeni önem sırasına göre sohbetin konusu olabilir. Ha bir de Çin var! Son yıllarda hızla büyüyen bu dev, dijital devrim gibi faktörler denkleme yeni bilinmeyenlerin dâhil olmasını sağladıysa da ‘jeopolitik’ komploculuğun ana öğesi olmaya devam ediyor.

Enteresandır ki yukarıda sayılanlar arasında iyiden iyiye mistifike edilerek ucuzlatılanlar hariç, Türkiye’de üzerine komplo inşa edilen, varlığında ittifak sağlanan belli başlı risklerin neredeyse tamamı gerçek oldu. Komplocular haklı çıktı. Çıkmaya da devam ediyor.

Darbeler, kalkışmalar şimdilik rafa kalkmış görünebilir. Türkiye’nin bölünmesi ve bölgesel çatışmaların içine çekilme riski ise halen sahnede.

Ne faiz haddi ne döviz kuru ne de ekonomi eski anlamını taşıyor

15 Temmuz gibi bütün komplo teorilerini gölgede bırakıp gerçeklik kazanan bir girişimden sonra komplocuların sınıfta kaldığına rahatlıkla hükmedilebilirdi. Ama hayır, asıl sorunu gözden uzak tutarak, beka ile kalkınma, asayiş ile adalet/hukuk, büyüme ile gelir dağılımı, işsizlik ile enflasyon, göç ile işgücü arzı arasındaki dengeleri kurmak/kollamak yerine her şey sütlimanmış gibi günlük kurlar ve endeksler üzerinden yürüyen bir ekonomi tartışmasına devam ediliyor.

15 Temmuz’un yedekteki planı bu olabilir. Böyle bir ortamda, gündelik yaşamı sürdürmekle nekahet arasındaki çizgide yürümek, olanları reddederek değil kabul edip başa çıkmaya çalışmakla sağlanabilir.

Komploculuktan komplo karşıtlığına giden yol

Çağdaş insan ve toplum, komploların varlığına inanmayan bir psiko-sosyal alan önermez.  Hayat tarzının ve nihayet devletin hükümranlık biçimini kolaycılıkla, meşru olmayan yollarla biçimlendirmekten alıkoyan karakter ve devlet yapılarını var eder. Böylece komplo varlığını sürdürse de uygulama alanı daralır, ikna kabiliyeti sınırlanır.

Özellikle ekonomik yaşamda yeniden kurulumun maliyeti, darbeciler için ödenemeyecek kadar yüksektir. Darbeciyi, devleti ele geçirerek elde edeceği ekonomik imtiyazı dağıtma gücü cezbeder. Doğru bir ekonomik anlayış ise kamunun elindeki iktisadi tekelleri azaltarak komplonun değerini düşürür.

Girişim ve fiyatlama serbestisi üretim ve tüketimi çok sayıda karar alıcıya yayar. Mali piyasalar derindir. Böylece risk dağıtılmış, giriş-çıkışların mali piyasalardaki sarsıntıyı genele yaymasına izin verilmemiş olur. Devleti gayrimeşru yollarla ele geçiren zümre, kontrol edemeyeceği kadar fazla sayıdaki üretici, tüketici ve yatırımcının kararlarına kolluk gücüyle müdahale etse dahi bir süre sonra durma noktasına gelen iktisadi aktivite ekonomik kriz yoluyla darbeciyi yönetimden uzaklaşmaya zorlar.

Darbeciyi darbeden alıkoyacak kadar yerleşik bir hayat tarzı da yeni rejimin sosyal kurulumunu, sosyal maliyetini taşınamayacak boyutlara taşır. Zira çağdaş toplum çok katmanlı, heterojen ve sivildir.

Unutmayalım ki komplocuları aciz kılan unsur, öngörülemeyen sivil refleks olmuştur.

Acze düşmeyen denge ve ele geçirilemeyen katılım

Böyle dönemlerde siyasetteki ve ekonomideki aktörlerin muhalefetle anarşiyi, iktidarla baskı rejimini birbirine karıştırmadan, sürekli bir denge ve karşı ağırlıklar (check and balance) sistemi içinde hareket etmeleri gerekir. Özetle, darbeyi önlemenin en iyi yolu darbe yapıldığında ele geçecek iktisadi ve toplumsal değeri tabana yaymaktan, ele geçmesini imkânsızlaştırmaktan geçer.

Yukarıda, Mithat Cemal Kuntay‘ın ‘Üç İstanbul’una atıfta bulunmamın bir sebebi de buydu.

Yıldız tarafından sürgüne gönderilen bir entelektüelin çevresi ile birlikte ne oldum delisi bir avukata, acemi bir siyasetçiye doğru hızla evrilmesi özelinde, devletin de bir uçtan diğer uca savrulup eksenini yitirerek, toprak, itibar ve kaynak kaybetmesi, geçiş dönemlerindeki çalakalem devrimciliğin, hazırlıksız, fantastik muhalefetin sonu gelmez örneklerinden sadece biridir.

İşte alın size okka gibi bir Türkiye tahlili.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir