Hafta içi yoğun bir veri akışı ile karşılaştık. Sanayi üretimi ve özelinde imalat sanayi Türkiye’de büyümenin gidişatı konusunda genelde yanılmaz bir öngörü imkanı veriyor. Büyümenin yönü kadar temposu konusunda bilgi sahibi olmak daha çok cirolar ve beklentilerle ilgili. Euro bölgesinde devam edegelen resesyonun bittiği duyurulduğuna göre ihracatta bir artış beklemek ve beklentileri revize etmek mümkün.
Özellikle bu yıl özel sektörün yumuşak karnı borç geri ödemeleri. Özel sektör için döviz kuru neyse devlet için faiz artışı aynı anlama geliyor. Borçlanma maliyetindeki artışın yansıması bütçede izlenebilecek bir kalem. Kurun yukarıya çıkması ve sermaye girişinin azalması ciddi bir risk. Türkiye ekonomisi ile ilgili olarak dile getirilen sorunların ikincisi cari açığın devamıydı. Merkez ekonomilerin güçlenmesi, finansal akımları azaltırken ihracatı artıracaktır. Sağlıklı bir ekonomi için sıcak para yerine ihracat artışı uzun vadede daha tercih edilebilir bir pozisyon olabilir.
Bütçede ‘Odysseus anlaşması’ bozulur mu?
Malum Odysseus bir mitolojik kahraman. Truva dönüşü ünlü Sirena adasının ününü, kadınların güzel ses ve danslarından etkilenip kayalara çarparak perişan olan gemici hikayelerini duymuştur. Benzer bir hataya düşüp karaya vurmamak için kendisini geminin direğine bağlatıp, gemideki tayfasının kulaklarını da balmumu kullanarak korumuştur. Hatırladığım kadarıyla hikaye böyleydi. Yanlış varsa bana ait.
Bütçe dengesinde bu denli diretilmesinin altında Türkiye’deki iktisadi aktörlerin kendi iktisadi davranış modellerini yeterince tanıyor olmaları yatıyor olabilir. Çünkü Türkiye’de herhangi bir harcama gücünün talep baskısına dönüşmediği bir dönemi hatırlamıyoruz. Elinde imkan olduğunda kesinlikle tüketen, yatırım iştahı artan bir ekonomiyiz.
Geçtiğimiz haftalarda bütçe fazlasının veya bütçe denkliğinin Türkiye’de bir fetiş haline geldiğini, bu konunun da yeterince tartışılmadığını yazmıştım. Büyüme bu şekilde düşük seviyeli ve temposuz bir hale büründükçe, kamunun özel sektörün elindeki kaynakları nasıl kullandığı konusunda yeniden düşünmeye ihtiyacımız olduğu görülüyor.
Özel sektörün ve hane halklarının tüketim ve yatırım harcamalarındaki yetersizlik bir sorunken, ekonomi yönetiminin sıklıkla tasarruf yetersizliğinden dem vurduğu malum. Türkiye ekonomisinde gerçekten çok düşük bir tasarruf oranı var. Bu konuda önlem almanın yolu da zorunlu tasarruf olan vergilerden feragat edip gönüllü tasarruf edilebilecek fon miktarını artırmak. Vergi gelirlerinden feragat edip ekonomiye alım gücü zerketmek. Bu şekliyle daha düşük oranlı da olsa ikincil harcama dalgalarıyla üretim, yatırım ve gelir artışı sağlamak.
Türkiye ekonomisi ile ilgili değerlendirmelerin başında dış ödeme güçlükleri birinci sıradaysa, bütçe dengesi de ‘artılar’ başlığının birinci sırasında. Mevcut büyüme dengesinin yetersizliği de bir başka veri. Devlet daha çok harcama yapma lüksünden, bütçe dengesinden feragat etmemek adına Odyyseus gibi harcama birimlerini direğe bağlatıp tehlikeden korunuyor algısını topluma kabul ettirdi. Seçmen de bu kabule sahip çıktı. Bir başka tecrübe de büyümeyen bir Türkiye ekonomisini siyaseten idare etmenin ne denli zor olduğu.