Fon, aslında geçtiğimiz yılın Ağustos ayında kurulmuştu. Darbe girişiminin akabinde mutlaka spekülatif para ve sermaye hareketlerini de dikkate alarak bir çerçeve çizilmişti. Şimdi de yayımlanan son esaslara göre içeriği belirginleşiyor.
Türkiye Varlık Fonu (TVF), Özelleştirme İdaresi’nden alınan 50 Milyon TL’lik tamamı ödenmiş sermayeyle kurulmuş oldu. Ardından şu anda 20 Milyar Dolarlık ödenmiş sermayesi olan birçok kamu şirketini bünyesine aldı. Fon, Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş’un ifadesine göre “ekonomik salvolar karşısında kendini koruyabilecek dinamik bir yapı yaratmak” amacıyla oluşturulan adeta bir garanti sistemi işlevi görecek.
Konudan yeni haberdar olanlar için TVF’nin bünyesine dâhil edilen kamu şirketlerini sıralamak iyi olabilir: Ziraat Bankası, Halkbank, Borsa İstanbul, BOTAŞ, PTT, TPAO, TÜRKSAT, Eti Maden, ÇAYKUR, THY. Bir de Türkiye’nin farklı bölgelerinde bulunan çok sayıda gayrimenkul (2,3 Milyon m2) de TVF’na dâhil edildi.
Avantaj
Bu denli büyük bir yapıyı -adeta bir holdingi- 5 kişilik bir yönetim kurulunun koordinasyonuna bırakmak elbette amaçlandığı gibi ‘dinamik’ bir yapı sağlayacaktır. Bu dinamik yapı, spekülatif girişimlere karşı hızlı reaksiyon gösterebilen bir mekanizmayı var etmiş olacaktır. Spekülasyonlara yönelik bu denli güçlü bir iradenin sadece varlığı bile birçok art niyetli girişimin önlenmesine yardımcı olabilir.
Dezavantajlar
TVF, söz konusu şirketleri Bakanlar Kurulu tarafından onaylanacak Stratejik Yatırım Planı çerçevesinde yönetecek. Fakat sonuçta kullanılan aktifler kamuya ait olduğu için yasal düzenlemede yer verildiği şekliyle sadece bir bağımsız denetim şirketi ve Başbakan tarafından görevlendirilecek sınırlı sayıdaki uzman eliyle yapılacak denetimin, toplum kaynaklarının denetimi esaslarına uygun olmadığı aşikâr değil mi?
Denetim yetkisinin Meclis veya Meclis adına Sayıştay’a verilmesi gerekirdi.
Yine yasal düzenlemede belirtilen ‘Kurumsal Yönetim İlkeleri’ ve Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) denetimi, uygun referans noktaları mıdır?
Toplumun tamamına ait bir kaynağın kullanım şeklinin daha objektif referanslara bağlanması sağlıklı olacaktır.
Geçmişteki fon tecrübelerini hatırlayanlar bilecektir. Savunma Sanayi Destekleme Fonu (SSDF), Çıraklık Mesleki Eğitim Fonu gibi fonlar zamanla bütçe birliği esasına aykırı olarak kullanım hatalarına imkân veren istisnalar olabildiler. Tasarruf Teşvik veya başka adlarla fonlar kurulup zorlukla lağvedilmişti.
Şimdiki İşsizlik Fonu gibi başka yerlerde değerlendirilmesi yasal olarak mümkün olmayan kaynakların da yeni kurulan TVF’ye devri, yukarıda sözü geçen denetim esaslı sakıncaların gözden geçirilmesi gerektiğini düşündürüyor.
Vergi indirimleri umulanın ötesinde katkı sağlayabilir
Türkiye ekonomisi son yıllarda bütçe dengesinde gösterdiği başarıyla göz doldurdu. Fakat özel kesimin üzerindeki borç yükü ve dönemsel durgunluklar hâlâ bir risk olarak sırtımızda duruyor. İşsizlik oranını da artıran bu durgunluk atmosferi birbirini döngüsel olarak enflasyon, daha düşük büyüme, kur ve faiz riski olarak besliyor.
Ekonomi yönetimi bütçe dengesinde muhafazakâr davranarak bugüne kadar birçok avantaj elde etti. Fakat uluslararası kriterlere göre bütçe açığında rahat davranılabilecek bir alan olduğu tespit edilmiş olacak ki mobilya ve TV hariç beyaz ve kahverengi eşyada vergi indirimine gidildi. Hem ekonomik atmosfer hem de takvim itibariyle çok doğru olan bu karar süreci, istihdam kampanyasıyla devam ettiriliyor. Bundan sonraki hedef telekomünikasyon ve akaryakıt üzerindeki vergi yükünün hafifletilmesi olabilir.
Mevla görelim neyler…
Not: Başlıktaki dize Yunus Emre’den:
Kemdürür (kötüdür) yoksulluktan nicelerin varlığı,
Bunca varlık var iken gitmez gönül darlığı.