2013 planlamasında fırsatlar…

2013 planlamasında fırsatlar…

Döviz girişini izleyen kısa bir dönem dövize müdahale için bekleneceğini düşünelim. Özel sektörün yurtdışına döviz cinsinden borçlandığı tutarların geri ödemesi için döviz toplayacağı bir zaman aralığı oluşacak demektir. Bu durumda, para politikasında, özellikle şirketlerin döviz teminini beklemek sorun oluşturmayacaktır. Çünkü, döviz girişi ile borç geri ödemeleri aynı döneme rastladığında, kurdaki değer kaybını sınırlamak, reel kesimin dış ticaret rekabet gücünün erozyona uğramasına engel olmak mümkün olacaktır.

Merkez, gelen dövizi rezervlere katmak için karşılıkları döviz cinsinden tutma opsiyonunu genişletebilir. ‘Para ikamesi’nden, ‘tersine para ikamesi’ne geçişte artık patika haline gelen bir süreç bu. Bu defa ‘geri ödeme’ ve ‘planlama’ merkezli düşünmenin maliyeti yüksek olmayacaktır. Reel sektörün önündeki diğer olasılıklara göre denemeye değer.

Özel sektörün kredi ödemelerinde fırsat yaratılması 2013 yılının planlamasında kritik bir aşama. 2013’de ekonomi bir parça ivme kazandığında kapasite geliştirmek isteyecek imalat sanayinin kendisini konjonktüre uyumlaştırması gerekiyor. Finansal akım sürerken düşük kurdan yeni döviz borçlanmasına gitmeden önce, kurun iyi tahmin edilmesi, bütçelenmesi ihtiyacı var.

Bütçe görüşmeleri devam ediyor. TBMM Plan Bütçe Komisyonu sürecinde Genel Kurul’a göre daha teknik değerlendirmeler yapılıyor. Yukarıdaki kur tahminleri, devlet bütçesi genelinde de önemli bir parametre olmalı. Kur tahmini yapılırken kamu kesiminin özel sektörün görüş oluşturmasına yön verdiği bilgisini ihmal etmek doğru değil.

Merkez Bankası Nobel’lik Oldu mu?

Para politikasının oluşturulmasında hedef sorunu sadece bizdeki Merkez Bankası’nda değil, Dünya ölçeğinde yankı buldu. Dünya’nın saygın iktisatçılarından Stiglitz’in önerisi: TCMB (Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası)’na Ekonomi Nobeli verilmesi. Türkiye’deki finansal piyasaların küresel dalgalanmadan en az etkilenen ülke olmasını mümkün kıldığı için…

Doğru mu ? Türkiye ekonomisi küresel istikrarsızlık karşısında maliyetini minimuma indirdi mi? Diyelim ki, krizin bedellendirildiği son 3,5 yılda vazgeçilen refah çok daha büyük olabilirdi. ‘Ama, Merkez Bankası sayesinde Türkiye ekonomisinin zararı son derece sınırlı oldu’. Test edeceğimiz önermeyi böyle okursak, Stiglitz’in önerisinin abartılı olduğu düşünenler çoğunlukta olacaktır. Ben de bu görüşe katılıyorum.

Bir kere varsayım yanlış. Krizden etkilenmeyen, Türkiye ekonomisi değil finansal kesimdi. Sebebi de bankacılık sektörünün sermaye yeterliliği konusunda disiplinli davranmasıydı. Burada bir veya birkaç kahraman aranacaksa, birinciliği, 2001 krizinde batan bankaların borçlarını karşılayan vergi mükellefleri, ikinciliği BDDK alır. Açık vermediği için bankalara borçlanmayan kamu mali yönetimini de rahatlıkla üçüncü bir katkı sağlayıcı olarak anmalıyız. Hazinenin Merkez’e borçlanmasını engelleyen Kemal Derviş düzenlemesini, mali disiplini ve BDDK’yı destekleyen hükümeti de, bu yönde bir irade oluşturduğu için başarılı bulmuş olabilirsiniz. Fakat Merkez Bankası dediğiniz zaman, elinizdeki referans ne olacak?

Merkez Bankası  enflasyona odaklanmalı…

Bu konuda objektif ölçü ‘enflasyon’. Enflasyon hedeflemesine geçildikten sonra Merkez Bankası hedeflerini tutturmuş mu? Yoksa fiyat artışları, beklenen enflasyonun üzerine mi çıkmış? Soru böyle sorulduğunda, Merkez Bankası’nın başarılı bulunması mümkün değil maalesef. Referans noktasının niçin ‘fiyat istikrarı’ olarak kabul edildiğini tekrar tekrar tartışmaya gerek yok. Her Merkez Bankası’nın kuruluşunda ve işleyişinde zaten topu topu iki ana problem vardır: 1- Hükümetle olan ilişkisi. 2- Görevi.

FED’in kuruluşunda fiyat istikrarı ile istihdam birlikte anılır. O yüzden banka, siyasi otoriteye yakın durur.  Buna karşın Avrupa Merkez Bankası (ECB) bunu yaparken siyasi müdahaleyi kabulden uzaktır. Bu işte mutlak bir doğru olduğu da söylenemez. Her ülke ekonomisinin tecrübe ve önceliklerine göre bir yapı oluşmuştur. Bizde de enflasyon birincil ve asıl hedeftir. Siyasi mecralarla ilişkiler de kamu açığı baskısı ile karşılaşan bir milli parayı engellemek adına, olabildiğince ‘bağımsız Merkez Bankası’ temelinde inşa edilmiştir. Banknot matbaasının neredeyse 40 yıl süresince hükümetlerce kötüye kullandırılması sebebiyle bu noktaya gelinmiştir.

İade edilen haklar…

Son yıllarda siyasi mağdurlara hak iadeleri, öğrenci harçlarının bir kısmının kaldırılması, memur maaşlarına yapılan zamlar, sosyal fon imkanlarının artırılması, yeni memur alımları, sabit ve dar gelirlinin harcama gücünü artırmanın yolları olarak kullanılmaya devam ediyor. Bunlar arasında bence kritik olan bir diğeri ‘intibak yasası’ydı. Emeklilerin çok sınırlı gelirlerinde en küçük bir artış ekonomiye kesinlikle harcama olarak dönüyor çünkü. Ekonominin canlanmasında harcama katsayısı yüksek kesimlere gelir aktarımının katkısından yararlanmak gerekiyor. Özel sektörün ve hanehalklarının bütçelerinde geleceğe dair yükümlülüklerin ağır bastığı bugünlerde, yükümlülükleri azaltmanın yollarını aramak, ekonomi politikasının görevlerinin başında olmalı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir