Açıklanan büyüme rakamları (9 Eylül 09), beklendiği gibi bir küçülme ile karşı karşıya olunduğunu gösterdi. Tahminlerin büyük oranda %8’ler civarında oluşmasına rağmen küçülmenin bir puan daha düşük gerçekleşmesinin tabii ki çeşitli nedenleri var. Ama satır aralarında harcanmaması gereken gerçek, ilk çeyreğin büyüme hızı ile birlikte 2008 yılının büyüme rakamlarının da revize edilmiş olmasıydı. Ekonominin gidişatı ile ilgili en önemli fikri veren bilgilerin bu denli revize edilmesi düşündürücü. Yeni rakamlara göre 2008 yılı büyüme oranı 0,9; 2009 yılı büyüme oranı ise -14,3’e çekilmiş oldu.
Şimdi okuyucuyu biraz daha ilgilendiren verileri aktaralım.
İlk göze çarpan unsur, “küçülmenin küçülmesi”. Ekonomi giderek ısınıyor. Yine de küçülme oranları açısından ilk ona girecek ülkelerden biri olduğumuzu hatırdan çıkarmayalım.
Tablolarda görüldüğü üzere kamu harcamalarındaki artışın da hız kesmesiyle birlikte özel kesimin yatırım ve harcamalarındaki beklentiler özel önem taşıyor. Yurt içi özel tüketimde beklenen canlanmanın da üçüncü çeyreğe aktarılması gerekiyor. Rakamlar revize edildikçe 2009 yılının sonunda karşılaşılacak manzara da netleşmeye başladı. 2009 yılının sonu itibariyle Türkiye ekonomisinin %5-%7 aralığında küçülmesi kesinlikle beklenmeli.
Tarım kesimi ile mali sektör, tahmin edildiği üzere en sürdürülebilir sektörler olmaya devam ediyor. Ekonomik konjonktürden etkilenme derecesi itibariyle tarım sektörünün performansı, istihdamın daraldığı ortamda çok önemli. Ticaretteki daralmanın diğer sektörlere oranla zikzaklı bir seyir izlemesi, Türkiye ekonomisinde iç piyasanın yeterli derinliğe ulaşmadığını doğrular nitelikte.
İmalat Sanayi Ekonomiyi En İyi Yansıtan Sektör
İmalat sanayinin Türkiye ekonomisini en iyi yansıtan sektör olduğu da bir kez daha kanıtlanmış oldu. İmalat sanayinin büyüme hızı ile ekonominin büyüme hızını üst üste koyduğunuzda aradaki bağlantının birebir olduğunu göreceksiniz. Kamu kesiminin harcama ve yatırımlarda özenli bir döneme girme isteği yoğun bir şekilde hissediliyor. Kamu gelirlerinin etkin bir şekilde tahsili ile özellikle yerel yönetimlerin mali kontrolü konusunda atılan adımların sesleri duyulmaya başlıyor.
Ekonominin büyüme performansının bu derece yetersiz olması, daralan iktisadi politika alanında iki önemli beklentiyi güçlendirebilecektir: Orta Vadeli Mali Program ve IMF ile imzalanacak bir anlaşma.
Tasarrufların Yatırımlara Kanalize Edilmesi Gerekiyor
Dünyanın birçok ülkesine göre krizden daha yavaş çıkacağı açık-seçik belli olan bir ekonomide, geleceğe yönelik beklentilerin pozitif seyir izlemesi için, özellikle mali planlama konusunda beklenen adımların atılması gerekiyor.
Kamu açıklarındaki beklenmeyen sıçramanın kaynak tahsisi mekanizmalarını bozmaması için tek çıkar yol, mali program aracılığıyla bir çıpaya bağlanacak kamu gelir ve harcamalarının istenen seviyede tutulabilmesi. Resesyondan sonra doğrudan enflasyonist bir ortama geçilmemesi için, deflasyon tercihini kullanmak Batı ekonomilerine göre Türkiye ekonomisi için uygun bir tercih değil. Öte yandan, döviz kurları ile enflasyon arasındaki bağlantı, döviz değerinin bugünkü seviyesiyle enflasyon riskini azalttığı izlenimini artırıyor.
Çözüm, krizden çıkışta tasarrufların özel kesim yatırımlarına kanalize edilmesini makul kılacak bir ekonomik atmosferi ortaya koymakta yatıyor. Faiz seviyesinin bugünkü yapısı, diğer yatırım araçlarının izlediği yol haritası, mevcut durumun devamlılığının sağlanamayacağı yönündeki işaretleri artırıyor.
IMF ile anlaşma yönündeki beklentinin gerçekleşmesi için en az bir buçuk iki ay kadar bir zaman diliminin kat edileceği ifade edildiğine göre, orta vadeli mali programın ciddiyeti bir kez daha önem kazanıyor.
Yine bir tercih noktasındayız. Merkez ülkelerdeki gibi, pozitif ama çok düşük bir büyüme hızı ile birlikte deflasyonist bir fiyat yapısını mı, yoksa daha hareketli ama daha az sürdürülebilir olmasına rağmen enflasyonist beklentilere yol açabilecek bir politikayı mı tercih edeceğiz?
Dış dünyadaki iktisadi faaliyet döngüsüne bakılırsa, krizin etkilerini daha geç sarabilen bir ekonomik yapı, Türkiye’nin kendine özgü istihdam önceliklerini karşılayabilir durumda değil. İç piyasada ise kampanyalarla aşılmaya çalışılan bir talep sıkışıklığı devam ediyor. Verimli bir ekonomik politika yönetimi için, pergelin bir ucunu sabitlemek, en azından kamu talebini ve enflasyon politikasını öngörülebilir hale getirmek, faiz politikasında tek hanede ısrar etmeyen gerçekçi bir yöntem belirlemek gerekiyor.