Modern Türkiye’nin ekonomi tarihi, asayiş ve dış güvenlik risklerinin ekonomiyi şekillendirdiği kadardır. Ekonomideki radikal yapı değişimleri, Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne siyasetteki radikal değişimlerin peşi sıra gelmiştir. Bunun tek istisnası 2001 krizi sonrası bütün genel seçimlerde Türkiye’nin ortaya çıkardığı tek parti hükümetleridir.
Son dört yıldır ekonomide yine bir yapısal dönüşüm beklentisi ortaya çıktı. Türkiye ekonomide bir üst lige çıkmak için bir dizi ekonomik reformun eşiğine geldi. Hukuk, siyaset, eğitim, dış politika gibi konularda ekonomiyi yeniden dizayn edecek esaslı reformların kapısına son olarak 15 Temmuz Vakası dikildi. Kapsamlı bir asayiş sorunu olmaktan çıkıp beka problemine dönüştüğü anlaşılan darbe girişiminin tortularının temizlenmesiyle eş zamanlı olarak 24 Ağustos 2016 tarihinde “sınır güvenliği” amaçlı bir harekât başlatıldı: Fırat Kalkanı. Yedi ay beş günün ardından 29 Mart 2017’de tamamlanan ama daha sonra birinci etabının bittiği belirtilen harekâtın akabinde hem Kuzey Irak’ta hem de Kerkük’te bir “Kürt Özerk Bölgesi” için tohumlar atıldı.
Tam da olağan ekonomi gündeminin sürdürülüp iktisadî sahada bazı reformist çabalar telaffuz edilmeye başlanmışken 16 Nisan sonrasında Türkiye’nin doğrudan müdahale etmesi zorunlu hâle gelebilecek yeni bir alan Kuzey Irak’taki bu Kürt Özerk Bölgesi olabilir. Üstelik ABD’nin ve Rusya’nın desteklediği anlaşılan PYD/PKK çizgisinde bir piyona karşı… Trump’ın, ilk bakışta Esad rejiminin hava gücünü kısıtlıyor gibi görünen bir operasyonun düğmesine bastığı ve Rusya ile Çin’in de doğrudan bu ve bundan sonraki ABD operasyonlarına karşı gibi göründüğü bugünlerde.
Türkiye ekonomisi bu şartlarda askerden terhis olup kapsamlı bir reformun merkezine oturabilir mi? Her kesimin üzerinde mutabık olacağı bir yapısal ekonomik dönüşüm gündemin birinci sırasına alınabilir mi? Bekleyip göreceğiz.
Ekonominin ve dış politikanın uyumu
İktisatçıların da diplomatların da yukarıda özetlemeye çalıştığımız son yıllarda oluşan tabloya farklı bir dikkatle bakması gerekiyor.
Türkiye, kaynak-harcama dengesine uygun bir dış politika ya da dış siyasetine uyan bir iktisadi yapı oluşturmalıdır. Bu açıdan bakıldığında, örneğin son yıllarda savunma sanayinde sağlanan “ürüne dönüşmüş atılımlar” ya da 6 Nisan 2017’de açıklanan Milli Enerji ve Maden Politikası gibi stratejik hamle ihtiyaçlarının daha da artacağı, hiç değilse azalmayacağı anlaşılıyor.
OHAL sonrası iç hukukun dizaynı ile dış açığa yönelik yönetişim ve teşvik becerilerinin geliştirilmesi, kaynak-harcama uyumuna katkı sağlayacak yaklaşımlardır. İçeride artan bayındırlık harcamaları ile hanehalkı refahının, harcanabilir gelirinin, teşebbüs gücünün dengelenmesi de bir başka önemli unsurdur.
Ortadoğu ve Afrika’daki karmaşa dış satımın gelişen filizini erken budadı. 16 Nisan sonrası sonuç ne olursa olsun AB ile ilişkilerin de gözden geçirileceği anlaşıldığına göre özellikle sermaye akımları konusunda Asya ve Arap ülkelerine yönelik teşvikler ile dış siyaset konseptinin eşgüdümlü olarak geliştirilmesi elzemdir.
Türkiye ekonomisinin 15 Temmuz Darbe girişimi sonrasında gösterdiği kıvraklık ve uyum zararı minimize etti. Bundan sonrası için bölgemizde dalga dalga büyüyen kaosa uyum ve ekonominin askerden terhisi bireylerin ve firmaların oryantasyon gücünü aşan bir devlet aklına ihtiyaç duyan nitelikler gösteriyor.