Yapay zeka, özellikle Borsa’da uzun yıllardır kullanılıyor. Basitçe ifade etmek gerekirse bu sayede; fon değerleri, önceden belirlenmiş yüzdesel veya tutar limitlerine ulaştığında otomatik al-sat işlemleri yapılıyor. Bu yöntemle sermaye piyasasında hatırı sayılır bir fon, el değiştiriyor.
Türkiye ekonomisini dikkatle izleyenler hatırlayacaklardır; ‘mali kural’ tartışması uzun süre gündemde kalmış sonrasında da vazgeçilmişti. Kabaca kamu kesimine büyüme, borçlanma, parasal genişleme hadlerini birbirine bağlayan oransal bir kural getirilecekti ama uygulamaya konulmadı.
Türkiye’de yenilerde tartışılan ortodoks-heterodoks ekonomi modelleri de yapay zekanın (ortodoks) uygulama sınırları ile ilgiliydi bir bakıma. Bu bağlamda, yapay zekanın bir birikim modeli olduğunu, yaygın uygulama bulmuş görüşlerin ağır bastığı literatür taramasının, anlaşılır bir şekilde topluca derlenmesi anlamına geldiğini ifade edebiliriz.
Bizatihi zeka dediğimiz şey, öyle değil midir zaten?
Veri işleme ağırlığı arttıkça üretimsel orijinalliği her zaman tartışmalı hâle geliyor zekanın. Bu bakımdan yapay zeka inovasyonu, kurulu düzeni yenilikten uzak tutmaya yarıyor.
İnsansızlaştırma girişimlerinin tarih boyunca karşılaştığı muhalefete bakılırsa, bugünkü ‘yapay zeka’ uygulamaları oldukça şanslı. ABD’deki senaristlerin grevi hariç, kamuoyuna yansıyan sağlam bir muhalefet hatırlamıyorum. Aslında bu da yapay zekanın ürünü değil mi? Bir tecrübeden yola çıkılarak teknolojinin önünde durmanın, “yönetilemez bir çaba” olduğunu idrak eden toplumsal hafıza, yapay zeka uygulamaları karşısında diren(e)miyor.
Bazı Sorular
Yapay zeka, ekonomik aktivitenin sadece borsadaki kâğıtların bir bölümünde değil, diyelim ki devlet borçlanmasında, merkez bankasının politika faizinin belirlenmesinde, pandemi veya savaş söz konusu olduğunda, bir ekonomik kriz veya özel olarak bölgesel kalkınma konularında ne yapabilirdi?
Rutini yönetirken işleri hızlandıran günümüzün ‘pratik’ iktisadi bireyinin herhangi bir alandaki krizi yönetmedeki beceriksizliğinin, modern insanın kendisini yapay zekaya öykünen bir iktisadi ünite olarak varsaymak zorunda hissetmesinden kaynaklandığını düşünüyorum.
İktisadi düşünceyi homo economicus teziyle hayatın geri kalanından özerkleştirirken, bu hipotezin yayılıp, hayatın tümünü insandan, daha doğrusu beşeri olandan muaf tutmayla sonuçlanması nasıl bir çıktı verecektir?
Yapay zekanın ahlakını değil tekniğini alalım!
Türkiye’deki Batılaşma serüveninin ‘harc-ı âlem’ sloganıdır: ‘Batı’nın ahlakını değil tekniğini alalım’.
Sömürgelerin, “gelişmekte olan” ülkelerin her platformunda dillere pelesenk olmuş bu söz, şimdi yapay zeka karşısında, barışı, esenliği sağlayamayan insanoğluna ‘zekanın yapayını değil yatayını veya dikeyini (gölgesi olanını) alalım’ dedirtmektedir.
Gereğini yapma eğitimini salt rasyonaliteden ve güçten tahsil etmiş bir düşünce biçiminin dünyayı getirdiği nokta ortada duruyor.