Sarı Taksi: ‘Terli’ ve milli

Taksicilerin hayatımızdaki yeri özellikle metropollerde yaşayanlar için büyük… Ama şahsen en sevdiğim taksi kullanım alanı, kendimi bildim bileli Türkiye’yle ilgili bir şey anlatmak isteyip de doğrudan söylemeye çekinen köşe yazarlarının yazmak istediklerini taksicilere söyletmeleridir.

Oryantalistler için taksilerin taşımacılık hizmeti, diğer kullanım şekillerinden sonra gelir. Yazarımızın ‘New York‘a iner inmez havaalanında bindiği taksinin şoförü -eğer Türkiye’yi övecek bir şey söyleyecekse genellikle Pakistanlı bir Müslüman olur- ‘Türkiye’nin İslam dünyasının sözcülüğünü üstlenmekle ne kadar iyi bir şey yaptığını, İstanbul’a bir kez tatile giden eski patronunun arkadaşına telefonda anlatırken duyduklarını, Beşiktaş‘ın ve Galatasaray‘ın başarılarını, hem modern hem de muhafazakar –bunu söylemezse olmaz- yaşamın bir arada nasıl da güzel yürüdüğünü’ anlatır.

Aynı yazar,  iktidardan şikayetçi olduğu bir başka dönem, Kayseri‘deki taksiciye, akşam yemeği için içkili bir restoran sorduğunda, kaldığı ‘beş yıldızlı otelden başka rahatlıkla içki içip yemek yiyeceği bir mekan olmadığını da söyletiverir şoföre. Bir koalisyona doğru giden seçim sonuçlarına göre Washington‘da güler yüzlü Türk şoförün -bu defa beyaz Türk kullanılıyor- ‘plaza hayatından sıkılıp Amerika’ya ‘kendini gerçekleştirme’ macerasına çıktığını ama son gelişmelerden sonra artık ülkesine dönmek istediğini– radyoda Bach çalmazsa darılırım- okuyabiliriz.

Sarı üzerine siyah renkli taksiler, görünürlüğü fazla, adeta ‘manşet’leri hatırlatır. Herkesin taksiler, taksiciler hakkında söyleyecekleri, onlara söyletecekleri ilgi çeker. Çünkü bir daha karşı karşıya gelinmeyeceği ve doğrulanma ihtimali olmadığı için taksiyle ilgili sözlerde hayalgücü rahatlıkla devreye girebilir. 

İşin kötüsü taksiciler de bu durumun farkındadır. Hele İstanbul’dakiler. Tıpkı uçak gibi taksi kullanmak da vatandaşımızın bilinçaltında artık ince bir iz olarak kalmış da olsa seçkinliğin, hem mesafe koyup hem hesapsızca istediğini söylemenin -karşılık gelmeyeceğinden neredeyse emin olarak- bir de üstüne istediği yere götürülme hakkının tümünü içeren bir beklenti olarak vardır.

Bu imtiyazın istismarı elbette bir intikamla karşılanacaktır. Öyle de oldu…  Kısa mesafelerde, düşük bedellerle bu kadar hizmet vermeye gönülleri el vermedi taksicilerin!

Bir parça psikolojik eşitlik sağlamak için bazen ev rahatlığında, sigara, düğmeleri göğüs ortalarına kadar açık gömlek, ter gibi, dekor, kıyafet, aksesuar ve rayihasıyla birlikte bir taksi ambiyansı haline gelen mekanda ‘yolcu’yu rahat ettirmek istediler. Bazıları ‘taksici esnafı’ olarak hala modası geçmiş güleryüz,‘müşteri velinimettir’,‘zahmetsiz rahmet olmaz’, ‘yakın -uzak mesafe fark etmez hanımefendi, Allah bereket versin gibi demode(!) değerlerle, kendilerine sorulan politik sorulara karşı ‘korsan tebliğ vermeyen, ölçülü, birkaç kelimelik’ yorumlarla, hayatlarını devam ettiriyorlar. Onlar, trafik keşmekeşinden midir bilinmez, kah Kuzguncuk‘ta bir dostun büfesinin yanına park etmiş, kah Yeşilköy‘de denizi seyrederken görülebiliyorlar artık.

Fakat ‘istisnalar, kuralları bozmadı, daha da kuvvetlendirdi’ bu defa. Kimse, taksicilerin ‘kahraman bakkal süpermarkete karşı‘ modunu onaylamadı. Bir akşamüstü yağmurlu havada çocuğunu yuvadan almak için işten erken çıkan anne üçüncü taksinin de durmayıp üstüne üstlük kendisini görmezden gelerek su sıçrattığı günü unutmadı. Akşam haberlerinde, Çağlayan Adliyesi önündeki taksicileri görünce, sadece ‘cemre suya da düşmüş, kışlıkları toparlamak lazım yavaş yavaş’ diye düşünmekle yetindi. Beyoğlu‘ndaki ilk buluşmadan sonra son parasıyla kız arkadaşını taksiyle eve bırakmak isteyen delikanlı ise gecenin o saatinde Harbiye‘ye kadar -yakın mesafe kurbanı- topuklu ayakkabılarla yürümek zorunda kalan kızcağızın yüzündeki acıyı belli etmek istememesini ne kadar içtenlikle takdir ettiyse, aynı samimiyette sunturlu bir küfür savurdu ekrana karşı. 

Konuyu imtiyazdan alalım 

Müşteri memnuniyetsizliği ortadayken UBER gibi bir rakip olmaksızın da çözüm aranması gereken bir sorundu sarı taksiler. Bunun ilk ispatı da UBER‘den çok önce İstanbul’da boy göstermeye başlayan korsan taksicilikti. UBER‘in bir bakıma ‘mahalle’ versiyonu olarak taksicilerin baskısıyla büyümeyen bir fidan olarak kaldı. UBER öyle değil. İstanbul’da 5.000 sürücüsü var. Uluslararası işletmecilik tecrübesi, şoför ve araç standartları ile sarı taksilere açık ara fark atıyor.  

İstanbul özelinde sorunun sarı taksilere sağlanan imtiyazın kötüye kullanılmasından kaynaklandığı ortada. Diğer konulara yan etki olarak bakılmalı. Nüfusu 2,3 Milyon kişi iken verilen 18 Bin araç plakası sayısı ile neredeyse 20 Milyon kişi iken mevcut plaka sayısı aynı (http://www.posta.com.tr/nufusu-15-milyonu-asan-istanbul-da-bin-kisiye-dusen-taksi-sayisi-1-2-haberi-1392337). 

Bu imtiyazın yani taksi plakasının değeri 1,7 Milyon TL’yi bulmuşken taksiyi kiralayan şoförlerin hem kirayı hem de kendi kazançlarını temin etmeye çalışarak aynı zamanda nazik, temiz, eğitimli, iyi giyimli, geniş araçları ve güzel kokularıyla caddelerde kuğu gibi salınan, mesafe farkı gözetmeyen Sadri Alışık‘lar ya da fantazi olacak ama Belgin Doruk‘lar görmeyi bekliyor değiliz (http://www.karar.com/teknoloji/sosyal-medyada-sari-taksi-ve-uber-karsilastirmasi-7153?p=11). Sözkonusu meslek grubunu temsil eden odadan, tehdit değil de Ahi Teşkilatı disiplini, vergilendirmede örnek meslek grubu olma çalışması da beklenmemeli.

UBER‘e izin verip-vermemek ayrı mesele. Ama en azından dünya ölçeğinde kullanılan ‘1000 kişi başına düşen taksi sayısı standardı’nı kişi başına gelirdeki artışlarla birlikte makul bir katsayıya bağlamak mümkün olabilir.  

Vergi sorunu

UBER Türkiye’de bir kanuni merkezi veya şubesi olmadığı için Türkiye’deki gelirleri üzerinden yurtdışında vergilendiriliyor. Bu konuda UBER‘i Türkiye’de vergilendirecek bir yola zorlamak gerekir. Çifte vergilendirme anlaşmaları zaten bunun için var. UBER‘in aynı gelir üzerinden Türkiye’de ödeyeceği vergi büyük olasılıkla yurtdışından daha düşük olacaktır. Bu konuda vergi makamlarının ikna edici çalışmaları daha önce başka şirketlerde sonuç vermişti. 

Çiftlikbank, Sarı Taksi ve diğerleri

Aynı günlerde Çiftlikbank sorunu gündeme geldiğine göre herhalde kamu otoritesinin de toplumun da “Bu olaylar niye hep bizim başımıza geliyor?” diye düşünmesi gerekir. Çiftlikbank‘ın sahibi Uruguay‘a kaçmış. Mağdurlar şikayetçi. Tıpkı taksiciler gibi… Peki bu boşluk nasıl oluştu? Şirketinin adına ‘bank’ı eklerken, bu şekilde faaliyet gösterip kaynak toplarken şikayetçi olan bir vatandaş, işlem yapan bir yetkili olmuş muydu? Bilmiyoruz. Bir kuruma, bir kişiye herhangi bir imtiyaz sağlandığında, izin değilse de icazet verildiğinde kamu kurumlarının takibinde eksiklik görülmemeli.  

Tarihsel gelenek Türkiye’de zenginleşmenin rekabetten çok imtiyazların kullanımı ile mümkün olduğunu bu denli vurgularken vatandaşın da en az devlet kadar uyanık ve duyarlı olması gerekir. UBER örneğinde kullanıcıların artması taksicileri mağdur edebiyatından  bir nebze olsun özeleştiriye doğru hareket ettirecektir. Benzer şekilde saadet zincirlerine karşı tedbirli olmak ‘girişim özgürlüğünün istismar edilmesi’ denemelerini boşa çıkaracaktır. 

İmtiyazla kayırmacılık, tekelle yolsuzluk arasında her zaman yakın bir bağ vardır.

Rahmetli Hocamız Sahir ErmanTicari Ceza Hukuku‘nda ‘Paranın önüne koyacağınız engeller, sadece engelleri aşma maliyetini artırır‘ derdi. Doğru sözmüş. Allah rahmet eylesin. 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir