Kur Savaşı
Dünya ticaretinde rekabet üstünlüğü sağlamak için kullanılan ve arada bir atak yapan rahatsızlık ‘kur savaşı’. Bir ülkenin milli parasının diğer ülke paraları karşısında değerinin gereğinden fazla düşürülmesi ile yapılıyor. İlk amaç, dış ticarette üstünlük sağlamak. Bugünlerde çokça kullanılan yöntem ise, ihtiyaç olduğu üzere kamu yükümlülüklerinin, yani bono ve tahvillerinin ödenmesi için para basılması. Hatta önce tahvil ihrac edilip sonradan borç ödeme kisvesi altında piyasaya para zerkedilmesi. Ulusal paraların miktarını ticaret hacminin ötesinde artırdıkça değer kaybına vize verilmesi. Yol haritası bu şekilde.
ABD tahvil alımı yoluyla likiditeyi genişletince zincirleme reaksiyon yine başladı. Euro değer kazandı. Çin Merkez Bankası enflasyonist belirtiler görüldüğünü söyledi, ki bunun anlamının yakın bir devalüasyona zemin hazırlamak olduğunu herkes ezbere biliyor artık. Japon Merkez Bankası da bir genişleme ile parasının değerini düşürmeye çalışıyor. Nihai tabloda sadece Euro’yu yöneten Alman Hükümeti pariteden memnun. Bu politikaların sonunda genellikle peşpeşe devalüasyonlar birbirini nötralize ettiği için pek de işe yaradığı söylenemeyecek bir yöntem aslında.
Merkel’e göre ‘dış ticarette üstünlük sağlamanın devalüasyondan başka yolları da var’. Merkel doğruyu da söylemiş olsa, hiçbir ülke bu rüzgardan etkilenmeme lüksüne sahip değil. Dolayısıyla, Türkiye ekonomisi bakımından da tartışılması gereken bir süreç olacak ‘kur savaşı’.
Makul bir devalüasyonla, kur savaşı arasında ne fark var?
Yazının başındaki ifadeyi tekrar alırsak, kur savaşı kapsamına giren devalüasyon oranının tespiti önem taşıyor. Bu konuda çeşitli hesaplama teknikleri var. Bir tanesi de Merkez Bankası Reel Efektif Kur Endeksi. Merkez Bankası bu endeksin üç versiyonunu yayınlıyor. Üretici Fiyatları (ÜFE), Tüketici Fiyatları (TÜFE), İşçilik Birim Değeri Bazlı endeksler. Bugün Türkiye için daha çok TÜFE’yi kullanmak uygun görünüyor. Hesaplamada esas alınan yöntemi basitleştirmek gerekirse, Türkiye’nin dış ticaretinde çok kullanılan dövizlerin değeri ile yine bu ülkelerdeki enflasyon oranlarının, Türkiye’deki enflasyon oranı ile karşılaştırılmasından oluştuğu söylenebilir.
On yıllardır Türkiye’deki enflasyon oranı, Dolar ve Euro alanındaki enflasyon oranından yüksek olduğuna göre, TL’nin iki enflasyon oranı arasındaki fark kadar değer kaybetmesi normal karşılanmalı. Sorun da burada başlıyor.
120-125 aralığına dikkat…
Türkiye’de son yıllarda reel kur endeksi ne zaman bugünkü gibi 120’nin üzerine çıksa ardından sert bir devalüasyon geliyor. 2005, 2007, 2010 yılları ve bugünkü 120,1 değeri döviz üzerine dikkat çekilen noktalar olmalı. Bundan önceki üç denemede de izleyen yıl devalüasyon ile telafi edilen bir kur değeri görülmüştü.
Türkiye ekonomisi için ilginç bir bulguyu vurgulamakta yarar var. Reel kur hesabına göre, TL’nin değeri gelişmiş ekonomilere göre yüksek (120,1), gelişmekte olan ülkelere göre düşük(93,7). Yazının başında anlatmak istediğim kur savaşlarındaki mantığın tam tersi bir eğilim. Teorik olarak dövizi dalgalanmaya bırakan bir Merkez Bankası’nın, faizi düşürerek döviz girişini azaltmaya çalışması, böylece TL’nin aşırı değerlenmesini engellemesini beklemek gerekir. Yeni bir karşılık oranı da denenebilir. Merkez Bankası’nın açıklamasına göre, Reel Kur Endeksi’nde 125 değeri görüldüğünde müdahale edilecek. Belki de bu sistemi ‘dalgalı kur’ değil, ‘%25’e kadar dalgalı kur’ olarak adlandırmalı.