Sadece merkez ekonomilerin değil, Dünya ekonomisindeki gelişmelerin tamamının Türkiye ekonomisi için risk oluşturmaya devam ettiği görülüyor. Geçtiğimiz günlerde Sayın Ali Babacan’ın da gelişen ekonomilerdeki büyüme hızının Türkiye için risk oluşturduğu beyanı bir teyit. İçeride bazı konulara yoğunlaşılması için de yeni bir fırsat. Şu tasarruf sorununu yaza yaza bitiremedik mesela.
Devlet bu konuda vergisel fedakarlıkların yanısıra kredi kartları alanında yeni düzenlemelere hazırlanıyor. Acaba yeterli mi?
Tasarrufla ilgili pek çok sözün başında daha az tüketim var. Tüketim de gelirin fonksiyonu. Gelir artarsa tüketim artar. Çoğalan bir gelirin daha düşük bir yüzdesini tüketmek sabit bir gelirin içindeki tüketim oranından fedakarlık etmekten daha kolaydır. Dolayısıyla artan gelirden tasarruf etmek de…
Ama gelirin sürekli olarak artmaya devam etmesi için kapasitenin artması yani yatırım yapabilmek gerekir. Yatırım da tasarrufların varlığına bağlıdır. Gelir-tüketim-tasarruf spiraline bu açıdan bakmak okuyucu için daha uygun olabilir.
Kimi fiziki yatırımında kullanmak için tasarruf eder. Kimi finansal getiri elde etmek için. Bazısı da ihtiyat saiki ile tüketimden vazgeçer . Türkiye ekonomisinin bugünkü seyrinde tüketmek ise tasarruf etmekten daha karlı. Ekim enflasyonu açıklandığında görüldü ki yılsonu itibariyle enflasyon hedefini tutturmak güç olacak. Enflasyon faiz oranlarının üzerinde seyretmeye devam ediyor. Sonuçta tüketim dalgası ile tasarrufu artan iktisadi aktörler devlet ve nihai ürün üreticileri oluyor.
Problemi tasarrufa indirgersek…
Türkiye konuyu dallandırıp budaklandırsa, adına, cari açık, enerji ithali, küresel krizin etkileri de dese asıl sorunu olan tasarruf açığını çözemiyor.
Bireysel para yönetiminde ne durumdayız….
Adına finansal okuryazarlık denilen bireysel para yönetimini bir parça daha hayatın içine sokma gereği çoktan doğmuştu. İthal bir kavram. Batı ekonomilerinde temel eğitimin ayrılmaz bir parçası haline getiriliyor. Türkiye’ de bu alanda çalışan akademisyen sayısı sınırlı. Hatta konuyu gazete sayfalarından seslendirenler, TV’den aktaranlar ağırlıkta.
Türkiye gibi ülkelerde finansal okuryazarlığın önü de sonu da tasarrufa bağlanıyor. Şahsen duymadım ama geçen hafta İktisat Kongresi’nde Türkiye’de tasarruf oranının olduğundan düşük hesaplandığı dile getirilmiş. Parasallaşma derecesi (monetizasyon)artıp kayıtdışılık azaldıkça daha doğru ölçülebilecektir. Doğru ölçtükçe de daha doğru yönetilecek. Gerçek şu ki; yanlış hesaplanıyor olsa dahi aynı yanlış hesaplama yöntemiyle yıllar itibariyle tasarruf oranının düştüğü görülüyor.
Politika kadar tüketici davranışını da önemseyelim…
Yukarıda makroekonomik değişkenlerden bazılarının tüketim eğilimini teşvik ettiğini
görmüştük. Fakat işin bir de Türkiye’deki iktisadi davranış modelleri boyutu var.
Tüketiciyi anlamayan krize giriyor…
Bu yılın Nobel ödülünü alan iktisatçıların varlık fiyatlarının şişmesi konusunda çalışmış olması tesadüf değil. Finansal enstrümanlar çoğaldıkça mali piyasaların reel ekonomi ve aile bütçeleri üzerindeki etkileri artıyor. Sadece ekonomi politikasına yön verenler değil aileler veya birey olarak tüketiciler için de ekonomiyi anlamak olanları anlamlandırmak daha bir zorlaşıp her geçen gün daha da anlam kazanıyor.
Davranış iktisadı denilen araştırma dalının bu anlama gayretine yaptığı katkı küçümsenemez. Kabul edilmesi güç de olsa anlaşılan insanlar ekonomi ile ilgili kararlarını her zaman ekonomik çıkar motifiyle alıyor değiller. Bir başka deyişle ekonomik sonuç doğuran kararların bir kısmı ekonomi dışı alandan besleniyor. Bu konuya devam edebiliriz.