2011 yılında Türkiye ekonomisinin %8,5 oranında büyüdüğü, Nisan’ın ilk işgünü açıklandı. Türkiye ile birlikte Çin ve Asya çevresindeki küçük ekonomiler de hızlı gelişen ekonomiler. Afrika’da ve Ortadoğu’da da benzer dönemsel hızlanmalar beklemek gerekiyor. Küresel ekonomiden bu kadar ayrışan gelişme hızları, sektörün üretim ve dağıtım döngüsüne dair bazı işaretler taşıyor.
Öncelikle büyümenin niteliği ve devamlılığına değinelim. Özellikle Asya ve Ortadoğu’da atıl kapasitelerin varlığı bu ülkeler için büyük bir fırsat. Bence küresel ekonominin gelişme hızı ile rekortmen ekonomilerin aktivitesi bu bakımdan karşılaştırılabilir değil. Atıl kapasitelerin bulunduğu, sermayenin dağılmadığı, işlenmemiş toprakların, küçük yatırımlarla harekete geçebilen büyük iktisadi gücün bulunduğu benzer ekonomiler, her zaman bir büyüme refleksi vermişlerdir.
Rekabetçi işgücünün, geniş iç pazarların ve rekabetçi dış ticaret şartlarının bir araya geldiği coğrafyaların ortalamanın üzerinde gelişmesi kadar doğal bir ekonomik ortam olamaz. Afrika ve Ortadoğu’da ise çeşitli nedenlerle neredeyse durma noktasına gelen iş hayatının kımıldanması, baz etkisinin yardımıyla %50’lere varan artışlar getirebiliyor.
Türkiye özelinde 2011 yılının sonundan bu yana ekonomi yönetiminin de seslendirdiği yumuşak iniş senaryosu halen gündemde. 2012’nin ilk çeyreği için beklentiler gerçekleşmiş görünüyor. Bugün itibariyle, %4’lük büyüme hedefi bu bakımdan gerçekçi. Yumuşak inişle birlikte perakendecilik sektörünün, çevresel şartları nasıl fırsata dönüştürebileceğini anlamak gerekiyor.
Büyüme hızı bakımından küresel ekonomiden ayrışan ekonomilerin hangi makroekonomik imkanlara sahip olduğunu bildiğimize göre, sıra, bu pazarların tüketici profilini hatırlamaya geldi demektir.
Dünya’nın Doğu’sundaki hızlı büyümenin insani fotoğrafını hep birlikte izliyoruz. Benzer süreçlerde, büyüyen gelir, iyi dağılmadığı için, pazarın geniş bir tüketim skalasına kavuşamadığı malum. Büyüyen gelirin büyük bölümü, stratejik sektörlerdeki maddi yoğunlaşma nedeniyle genellikle en büyük ilk dört- beş yatırımcının hanesine yazılıyor.
Tüketime değil yatırımlara yönelen gelirin, yüksek tasarruf hacmi sayesinde oluştuğu, yıllara sari gelire dönüştüğü anlaşılıyor. Yani, hızlı büyüme, -diğer şartlar sabitken- bir süre daha devam edecektir. ‘Kitlelere yayılan, yüksek standartlara haiz bir kalite algısının oluştuğunu göremiyoruz’demiştik. Ama, az sayıda girişimcinin olağanüstü gelirlerini harcarken, lüks tüketime ağırlık verdiği muhakkak.
Olağan beklenti, gösteriş harcamaları, lüks konut ve taşıt edinme, turizm harcamaları merkezinde toplanıyor. Bu anlamda, Doğu’nun lüks tüketim fuarlarına ilgisinin artacağı, lüks tüketimi ‘öğreneceği’ bir on yıl, sektörün gündeminde olmalı.
AVM yatırımları ile markaların toplu girişi, süper ve hiper marketlerle ortak planlanan geniş yatırımlar, cazip fırsatlar sunacaktır. İmalat sanayi bakımından, henüz barış ve istikrar gözetiminin sürmesi gerekiyor.
Bu süreçte, Türkiye’nin büyüme oranını kontrol altında tutması gerekiyor. Zira, daha az enerji tüketerek aynı oranda büyümek mümkün değil maalesef. Hızlı büyüdükçe ve büyümek için döviz ihtiyacı da enerji tüketimi de artmaya, döviz değeri yükselmeye devam edecektir Türkiye’de. Diğer hızlı büyüyen ülke ekonomileri dış ticaret fazlası verdikleri için, Türkiye’nin açık olduğu risklere muhatap değiller.
Bizim maliyetimiz, petrol üreticisinin geliri…
Petrol fiyatları arttıkça, Ortadoğu ve Körfez Ülkeleri zenginleşiyor. Türkiye’de reel ve finansal sektörün, zenginleşen coğrafyalardan para ve sermaye piyasalarına akan fonu çekmek, lüks perakendeciliğin estetik, fiyat ve kalite oryantasyonu (bazen de ‘oryantalizasyon’!) sağlamak gibi bir zorunlulukla karşı karşıya olduğunu görmek için kâhin olmaya gerek yok.