2017’den Kalan, 2018’de Beklenen

2017 için Türkiye ekonomisinin teknik görünümü ile ilgili detayların birçoğu, 15 gün önce 3. Çeyrek Büyümesi açıklandığında netleşmişti. Bu yazıda 2017’den kalan bakiyenin 2018’in koşullarıyla yoğrulup nasıl bir manzara ortaya koyacağını tahmin etmeye çalışacağız.

Büyüme oranı makroekonomik göstergeler içinde, eldeki tek güvence denilebilir. Gelecekle ilgili beklentilerin özetlendiği göstergeler Merkez Bankası tarafından açıklanan ‘Reel Kesim Güven Endeksi’nin ayrıntılarında da yer buluyor. Görüldüğü üzere reel sektörün iktisadi yöneliminde çelişik öngörüler mevcut. Güven endeksi mevsimsellikten arındırıldığında, Eylül sonuna kadar devam eden vergi indiriminin sona erdiği, döviz kurunun, akaryakıt fiyatlarının maliyetleri etkilediği, jeopolitik sorunların öne çıktığı yılın son aylarının, Temmuz-Ağustos-Eylül (3. Çeyrek) performansının gerisinde kalacağı görülüyor. 2017’yi %7 – %7,5 aralığında kapatabiliriz.

Kaynak: TCMB

Özel sektörün döviz cinsinden borç miktarı dikkate alındığında kurdaki hareketlere karşı hassasiyetin gelişmesi doğal karşılanmalı.

İktisadi Yönelim Anketi’nin yukarıda yer almayan ancak üreticinin koşulları bakımından önemli sayılacak bazı alt başlıklarına göz atalım. Örneğin; ‘Son üç ayda AB içindeki yurtdışı piyasalarda rekabet gücünün gelişimi’ başlıklı ankette 1,3’lük bir negatif değişim kaydediliyor.

Döviz kurunun ihracata bu denli yardımcı olduğu bir ortamda rekabet gücünün zayıflaması düşündürücü. İki nedeni olabilir; İhracatın ithal bağımlılığı dolayısıyla ihraç ürünlerinin maliyeti arttı ve/veya iç piyasadaki enflasyonist koşullar üreticinin maliyetlerini artırdı. Nitekim ‘gelecek üç aydaki ortalama birim maliyeti’ anketinde 45,7’den 48,7’ye geçiş görülmüş. Hem de Kasım ile Aralık arasındaki bir aylık sürede.

Üretim hattına ilişkin diğer bilgi ‘kapasite kullanım oranı’. Kapasite kullanımının son dört aydır iyi bir oran da olsa %79’da neredeyse sabitlendiğini görüyoruz. Hatta Kasım’da %79,9’la zirve yapıp %79’a gerileyen bir oran söz konusu.

Aralık ayı Tüketici Güveni Endeks Değişim Oranları‘na bakılırsa tüketicinin de kafası karışık. Hızlı büyümenin önemli oranda hanehalkı tüketiminden kaynaklandığı belli olduğuna göre, tüketici güvenindeki gerileme, ekonominin 2017’nin son ayında bir bütün olarak bekle-gör psikolojisinde olduğunu teyit niteliğinde. (Tüketici Güven Endeksi ile ilgili daha geniş bilgi için Kaynak: http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=24916).

Büyümenin devamı dış pazarlara bağlı

2018 yılı başına iç talep bakımından bakılırsa reel sektör için temkinli iyimserlik ancak mümkün olabiliyor. Türkiye’nin ihraç pazarlarında özellikle AB ve ABD’de ekonomik tahminler büyüme yönünde. 2018 için reel kesimi motive edecek anlayış da ihracata dayalı büyüme olmalı… Uluslararası kuruluşların tamamı Batı Bloğu‘nun iktisadi aktivitesinde ciddi bir hareketlenme olduğunu doğruluyor. Hem FED’in hem de ECB‘nin faiz indirimleri konusundaki açık beyanları da bir başka kanıt.

Dış pazara dayalı büyümenin Türkiye ekonomisini yönlendirme biçimi hem içeride hem dışarıda ‘faiz politikası’ olabilir. Dış ticareti desteklemek için ihtiyaç duyulan kur istikrarı, kurdaki artışın kontrol edilmesinden daha önemli… Kurun seviye kazanması sanıldığı kadar negatif etkilerde bulunmadığında bile oynaklık (volatilite) aynı derecede tolere edilemeyecektir.

Özel sektör bir yandan ihracat için yapması zorunlu ithalatı, öte yandan 200 Milyar Dolar tutarındaki bir dış borcu çevirmek için yeni borca ihtiyaç duyuyor. Yılın sonunda Döviz Tevdiat Hesapları‘ndaki artışın bu zorunluluklardan kaynaklandığı unutulmamalı. İç piyasada TL cinsinden borçlanmayı da hareketlendireceği tahmin edilen finansman ihtiyacının enflasyona feda edilip-edilmeyeceği ise günümüz Türkiye’sinde politik bir karardır.

Finansman

2018’de üretimin finansman ayağı ekonominin ‘yumuşak karnı’ niteliğinde olacak. İçeride dört-beş aylık düşük enflasyon beklentisi faiz haddini mevcut seviyesinin çok üzerine çıkarmayı gerektirmeyecektir. KGF desteğinin 2018’de de süreceği deklare edildiğine göre yılın ilk yarısında TL finansmanında majör bir sorun görünmüyor. Döviz finansmanında ise karşımıza Batı ekonomilerinin faiz artırımı rüzgârı çıkıyor. Bu şartlarda dahi Türkiye’ye gelecek dövizin getirisi diğer yatırım araçlarının üzerinde…

Yabancı yatırımcı Türkiye’ye getireceği dövizden sağladığı getiriyi kendi ekonomisinde kolaylıkla sağlayamayacaktır. Zira yabancı yatırımcı için hem kurdaki hem de yatırım aracındaki getirinin toplamı söz konusudur. Ancak, söz konusu sıcak parayı reel sektörün finansman açığına sevk etmek kolay olmayabilir. Özel sektörün döviz borcunu çevirmesi için döviz cinsinden hasılatının artması en güvenilir seçenek. Konunun başında belirtildiği üzere, dış pazarın ürün talebi ile ithal girdi temini arasındaki zaman farkını denkleştirecek ‘can suyu’nun temini, şirketleri olduğu kadar ekonomi yönetimini de şimdiden meşgul etmeli.

Ekonomi bürokrasisi, döviz cinsinden geliri olmayan ancak dövizle borçlanmak isteyen firmalara yasak konulması çalışmasını tamamlamış görünüyor. Merkez Bankası dövizdeki volatiliteyi dengelemek için ihaleler yapıyor. Romantik görünse de borsada halka arzlara destek vermek için uygun bir zaman olabilir.

2018, dikkatin her yönüyle döviz şoklarına karşı yoğunlaştığı bir yıl olmalı.

Enflasyon-kamu maliyesi-cari açık triosu büyüme-istihdam ikilisine karşı

Yukarıda KGF’nin devam edeceğini yazmıştık. Taşeron işçilerin kadroya geçirilmesi ve 2018’de 110.000 yeni memur alınmasını da ekleyince bütçe açıkları konusunda bugünkü pozisyonun korunacağı anlaşılıyor.

Faiz artırımı konusunda muhafazakâr bir tavrı olan Merkez Bankası açısından, ekonomik büyümeye paralel olarak artması muhtemel petrol fiyatları ve devam eden bayındırlık harcamaları aynı sepete konulduğunda, fiyat istikrarının öncelikli hedef olacağından söz edilemez.

Türkiye ekonomisi büyürken cari açık veren bir iktisadi yapıdır. Büyümek için ihracata had safhada ihtiyaç duyacağı 2018’de de cari açığın bir gelişen problem olarak varlığını sürdüreceğini not edelim. ‘Büyümeye paralel bir istihdam artışı sağlanırsa bu bedeli ödemeye değer’ düşüncesi siyasi bir tercihtir.

Ekonomiyi 2019 sonrasında ‘Yarım Kemal Derviş Programı‘na emanet etmeye aday bir ‘ikiz açık’ sürecini kesintisiz 4 veya 5 çeyrek sürdürmek mümkün mü? Galiba mümkün. Türkiye ekonomisi son yıllarda o kadar ağır siyasi bunalım sınavları verdi ki…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir