Etiket arşivi: Rusya

‘Tarihin Sonu’ndan ‘Sonun Tarihi’ne…

Pandemi ve doğadaki dengesizlikler , ekonomik değişimlerle bir araya geldiğinde gidişatın anlamlandırılmasında yeni denemeler yapılması gerektiği anlaşılıyor.

Savaşlar , hammaddelerdeki fiyat artış-düşüşleri, rejim bunalımları yaygın haldeyken olanlar arasında bir illiyet bağı – nedensellik- veya benzerlik olduğu şeklindeki yorumlar artıyor.

Fukuyama’nın bu yazının başlığına ilham veren kitabı henüz 1990’ların başında Doğu Bloku’nun yenilgisi tescil edilir edilmez yayınlanmıştı. Liberal demokrasiyi o günkü haliyle ‘insanlığının görüp göreceği en iyi uygarlık modeli budur’ seviyesine çıkaran kitap epey ses getirmişti. Huntington’un ‘Medeniyetler Çatışması’ kitabı 1988 ‘de yayınlandığına göre zorlama bir yorumla ‘medeniyetler çatıştı ve Batı ittifakı ekonomisiyle ve kültürüyle bu çatışmanın galibi oldu’ diyen bir düşünce akımının ortaya çıktığını mı anlamalıydık? ‘Tarihin Sonu’ndan ‘Sonun Tarihi’ne… yazısına devam et

Güncel Gelişmeler Işığında Davranışsal İktisattan, Kavranışsal İktisada…

Son yıllarda çok satan kitaplar, dizi ve filmlerde kısacası popüler kültürde psikoloji ve psikiyatri ‘moda’ hâline geldi.

Bilim, gündelik hayata meze yapılan bir kültür endüstrisi ürününe dönüştürülüp kitleselleştikçe, neredeyse bir ‘mistifikasyon’ etkisi yaratıyor. Başka bir bakış açısına göre popülerleşen bilim, ‘mistifikasyon’ ihtiyacını karşılıyor ya da Kafkaesk bir yorumla gündelik hayattaki başa çıkılması güç unsurları açıklayarak ortalama bireye geçici bir bilgelik(!) deneyimi yaşatıyor.

Ekonomide son yirmi-otuz yılda Nobel Ödülü alan iktisatçıların davranışsal ekonomi konusunda çalışıyor olmaları da bu durumla ilişkili olsa gerek.

Davranışsal iktisadın revaç bulmasının bir nedeninin de iktisat teorisinin başlangıçtaki yanlış kabulleri olduğunu düşünüyorum.

‘İnsan rasyonel bir varlıktır’ ya da ‘İnsan ekonomik davranışlarını ihtiyaç ve kaynaklar arasında yaptığı tercihlerle çıkarını maksimize edecek şekilde yapılandırır’ gibi varsayımlar, klasik ekonominin mottosudur. Hâl böyle olunca, klasik iktisat, tümevarım yoluyla devletin ekonomiye müdahalesini, hatta bizzat devleti ‘zorunlu bir fenalık’ olarak gören anlayışları beslemiştir. Güncel Gelişmeler Işığında Davranışsal İktisattan, Kavranışsal İktisada… yazısına devam et

Savaş ve Barış

Woody Allen’ın Tolstoy‘a ait Savaş ve Barış romanı üzerinden yaptığı hızlı okuma şakası herkesin malumudur: ‘Hızlı okuma kurslarına katıldım. Ardından Savaş ve Barış’ı okudum. Olay Rusya’da geçiyor’.   

Jeopolitik sorunların karmaşık hâle gelmesi popüler kültür mecralarını dahi yakın bir vadede ‘3.Dünya Savaşı‘nın başlayacağına ikna etmiş görünüyor.

Kanıksandıkça bayağılaşan ‘analizler’in ortak yanı tarihsel tecrübelerden yeterince yararlanmamaları olabilir. Yoksa, evet, ufukta bir savaş görünüyor olabilir. Daha doğrusu ‘bu denli biriken çelişki, çözümsüz kaldığı düşünülen gerilim ancak bir savaş yoluyla giderilebilir’ diye düşünmek yanlış olmayacaktır.

Fakat atlanmaması gereken bir konu daha var: Olası bir 3. Dünya Savaşı‘ndan sonra bir daha büyük bir savaşın yaşanamayabileceğini, uygarlığın biriktirdiği risk, çelişki ve silah stoğunun yeniden denge kurmaya değil kendini yok etmeye yetecek kadar aşırılık taşıdığını da hesaba katmak gerekir.

Tarih, savaşa son veren savaşlardan çok barışa son veren barışlarla doludur. 

Merkantilizm hatıratı

Ticaret savaşları ile başlayan gerginliğin savunma doktrinlerinde değişikliğe yol açması muhtemeldi. Belki de savunma politikalarındaki değişiklik ticaret savaşları ile birlikte kurgulanmıştı. ‘Tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan çıktı?’  demek yerine merkantilist iktisat geleneğinin geçmişte yol açtığı sorunlara göz gezdirmekte yarar görülebilir.

Merkantilizm‘in bugünkü soruna özgülenerek yorumlanması halinde, ‘dış ticaret fazlası’ sağlamaya yönelik iktisat politikalarının başat ülke ekonomilerine yön vermesinin, ticaret yolunun Atlantik üzerinde yoğunlaşması ile başladığı hatırlanacaktır. Savaş ve Barış yazısına devam et

Politika Bienal’i mi takip ediyor: ‘İyi Bir Komşu’

15. İstanbul Bieaneli’nin teması ‘İyi Bir Komşu sanat aracılığıyla insanları ‘komşuluk’ ve ‘iyi komşuluk‘ üzerine düşündürmeyi amaçlıyor. Ama Türkiye gibi bir ülke söz konusu ise iyi ‘bir’ komşu yetmez. İyi ‘birkaç’ komşuya ihtiyaç duyulur.
Bienal’de iyi bir komşu fikri elbette tek bir sanat dalı tarafından işlenmiyor. Resim, müzik, enstelasyon, video, fotoğraf gibi pek çok dal söz konusu temanın etrafında zihinsel bir örgü yaratmaya çalışıyor. İyi birkaç komşunun tek bir alanda, Batı karşıtlığında bir ortalamaya sahip olması da yetmez; başka ortaklıklar, ekonomiden sanata, milli değerlerden manevi değerlere, finans, yönetim üslubu gibi pek çok alanda bir ortak yaşam anlayışı gerekiyor ki yeni paktlar üzerine bir dış siyaset takip edilebilsin. İç siyaset de yeni dengeye uyum sağlasın.    

“Hazır ol cenge, eğer ister isen sulhu salâh”

ziyaZiya Paşa’nın Latincedeki ünlü “si vispacem para bellum” yani “barış istiyorsan savaşa hazır ol” sözünü bir şiirinin içinde kullandığı veya bu sözden esinlendiği bilinir. Bugünün asimetrik savaşları için nasıl bir ekonomik hazırlık yapılmalı diye düşünürken aklıma geldi. Geçen yüzyılın topyekûn savaş atmosferi, ekonomiler bakımından savaşa hazırlığın da savaşa uyum maliyetinin de daha okunaklı olduğu bir döneme karşılık geliyordu.

“Hazır ol cenge, eğer ister isen sulhu salâh” yazısına devam et

Boş Şirket

İş idaresinde kabul görmüş genel geçer doğrular, Türkiye şartlarında tümüyle başka nedenlerle geçerlilik kazandı. Bugün dünyanın pek çok büyük şirketi üretimden elde ettiği cirosunu, toplam hasılatı içerisinde %10’a kadar düşürdü. Bu türden firmalara literatürde “boş şirket” adı veriliyor. Marka sahibi olmak, şirket merkezini sadece bir hizmet organizasyonuna dönüştürmeyi mümkün hale getirdi. Türkiye’de “boş şirket” tasarımını canlandırmaya gerek duyulması ise tercihten öte bir zorunluluk artık. Boş Şirket yazısına devam et

Bir kere de IMF’ciler bulgur yesin, biz pirinç yemek istiyoruz!

imf ne yapmaya çalışıyor?

Şu gıda krizi başladığından bu yana IMF ile ilgili değerlendirmeleri gözden geçiriyordum. 2001 yılının şubat ayından bu yana yazdığım yaklaşık üç yüz yazıda, aralarında IMF’yi hayırla andığım birini bulamadım. Acaba, ben bu IMF’ye “takmış” mıydım? Haksızlık mı ediyordum? Çünkü, ekonomiyle yakından ilgilenenlerin camiasında, IMF’yi eleştirmek, geri kalmışlığın, faşistliğin, komünistliğin, ulusalcılığın, kimin aklına ne geliyorsa onun işaretiydi. Derken IMF’nin kasasındaki altınları satmaya başladığını, harcamalarını karşılamakta zorlandığını, bazı yurtdışı büro faaliyetlerini sona erdirdiğini öğrendik. Bir kere de IMF’ciler bulgur yesin, biz pirinç yemek istiyoruz! yazısına devam et