IMF’ye olan borcun son taksiti hafta içinde ödendi. Ali Babacan’ın bastığı tuşun muhatabı IMF, 19 stand by anlaşmasından birinin daha sonunun geldiğini müjdeledi. Bu arada IMF’yi asıl şaşırtan, 19 anlaşmadan sadece ikisinin sağsalim sona ermiş olmasıdır herhalde. IMF’nin müzmin muhaliflerinden olduğum için memnun oldum. Fakat, kamuoyundaki birkaç yanlış anlamayı da düzeltmeye çalışmak gerekiyor.
IMF’yle olan 19 uncu stand by anlaşmasının süresi aslında 2005 yılında sona eriyordu. 2005 yılında stand by anlaşmasının geçerlilik süresi uzatılmış oldu. Yani yeni bir anlaşma yapılmadı ama ödeme süresi ve kaynak kullanımı zamana yayıldı.
2008 krizinden sonra, özellikle 2009 yılı içerisinde IMF ile yeni bir anlaşma yapmak için oldukça çetin geçen görüşmeler yapıldı. Türkiye, 2008 yılının son çeyreği ile 2009’un ilk çeyreğinden oluşan 6 ayda toplam %15’e yakın oranda küçülmüştü. 20 inci anlaşmaya yaklaşan süreç, ekonomik değil siyasi nedenlerle tıkandığı için anlaşma zemini kaybedildi. İyi de oldu. 2009 yılı içerisinde istihdama, borç geri ödemelerine, esnaf siciline ve kamu yatırımlarına ilişkin düzenlemeler ekonomiyi rahatlattı. Türkiye ekonomisi kendi içindeki dinamikleri çalıştırıp, ekonomiyi canlandırmaya yönelik projeler hazırladı.
Genel denge ne durumda?
IMF’ye olan borç sona erince, Türkiye’nin Dünya’ya olan borcu tümüyle ödenmiş gibi bir izlenim doğmuşsa ciddi bir hata yapılıyor demektir. İki nedenle; 1- Devletin dış Dünya’ya olan borcu IMF taksitlerinden oluşmuyor. Hazine, dış piyasalara IMF programlarının dışında da borçlanıyor. Sözkonusu borçlar ise geçen zaman içerisinde azalmayıp artmış bulunuyor. 2- Özel sektörün döviz cinsinden borçlarında ciddi bir artış görülüyor.
Merkez Bankası rezervlerinde, devlet bütçesinde görülen pozitif gelişmeler devletin kendi hesabına olumlu görülmeli. Ekonominin genel dengesine, devlet ve özel sektörün tüm döviz alacak ve borçlarına göz atıldığında (uluslararası yatırım pozisyonu), vaziyet hiç de söylenegeldiği gibi parlak değil. Yüksek oranda döviz borcu bulunan bir ekonomiyiz.
Devir süreci kalıcı…
Merkez Bankası döviz rezervlerinin 100 Milyar Dolar’ı aşmış olması veya Nisan ayı bütçesinin fazla vermesi, Türkiye’nin kaynak-harcama veya tasarruf-yatırım dengesinin düzeldiğini göstermiyor. Türkiye, ürettiğinden daha çok tüketmeye devam ettikçe, dış tasarruflara, döviz girdisine ihtiyacı devam edecek.
Zaman içinde değişen kamu dengelerinin kurularak, özel kesim borçlanma imkanları artırılmış oldu. Fark bu. Mart ayı sonu itibariyle, özel sektörün yurtdışına olan uzun vadeli kredi kaynaklı döviz borcu 138,5 Milyar ABD Doları, kısa vadeli kredi borcu 36,5 Milyar ABD Doları. Bir yıl içerisinde döviz cinsinden ödenecek anapara toplamı 69,7 Milyar Dolar. 2013 yılı ilk üç aylık döneminin dış açığı da 15,9 Milyar Dolar.
10 yıl önce, stand by anlaşması imzalanırken %100’ün çevresinde odaklanan faiz oranı bugün %5 ise, devletin %95 oranında faiz tasarrufuna ek olarak, artan milli gelirin vergi hasılatına katkısını müthiş bir tasarruf ve gelir artışına tahvil ettiği bir dönemden geçtik. Aynı şekilde, yabancı sermaye akımları Türkiye’ye girerken Rezerv Opsiyonu (ROK) aracılığıyla Merkez’e devredilen karşılıkların bir bölümünün döviz olarak rezervlere aktarıldığı anlaşılıyor. Bankalar, mevduatın bir kısmını karşılık olarak aktarmak zorunda oldukları için, TL veya döviz tercih imkanını döviz lehine kullanıyorlar. Çünkü TL’nin döviz karşısında değer artışı güçleniyor.
IMF’ye olan borcun ödenmesi, ekonomide bir dönemin kapanıp, başka bir dönemin başladığını tescil eden birçok haberciden sadece biri. Bu köşede çeşitli vesilelerle defalarca yazıldı: Kamu kesimi, uzun süredir borçları ve riskleri özel kesime devrediyor.